Antropolojinin klasik tanımlarından biri onun “ötekinin bilimi” olduğudur. Yani “farklı” ya da “benzer olmayanın” bilimi. Bizden başka türlü yaşayanların, düşünenlerin -ki bunları daha da çoğaltabiliriz- olduğunun kabulü ve anlama çabası. Böyle bir tanım, bir yönüyle çok açılımlı gözükmekte. Ancak, bugün gelinen noktada başka tanımlamaların da yapılması gerekmektedir. Kime karşı öteki ve kimin öteki olduğu ya da kimin öteki olmadığı başlı başına sorun gözüküyor. Hakim olana karşı mı öteki? Ya da diğer insan topluluklarına ve diğer düşüncelere karşı mı öteki? Daha doğrusu kimin öteki olduğunu bilmiyoruz. Antropolojinin ele aldığı konulara bakarsak, hakim olana karşı öteki, yani birincisi olur, ama ikincisini düşünürsek kendisi ötekileşebilir. Yani incelenenin gözüyle kendisi ötekinin bilimi olabilir. Burada “öteki” değişebildiği gibi, böyle bir bilgi de her iki yerde de öteki kalabilir. Ancak, ilk başta problemli gözüken bu durum, bir bilim alanı ve o bilimi çalışanlar açısından düşünüldüğünde yeni olanaklar da sunabilir.
Antropoloji Derneği’nin düzenlediği II. Ulusal Antropoloji Kongresi, 18-19 Haziran 2004 tarihlerinde İstanbul Armada Otel’de gerçekleştirildi. Başlıktan da anlaşılabileceği gibi kongrenin ana teması gelenek ve gelecekti. Antropolojinin bir disiplin olarak ne olduğu ya da nerede durması gerektiği konusu kongrede birinci gün doğrudan tartışılan, daha sonraki günde ise diğer konuların yanı sıra devam eden tartışmalardandı.
Kongrede birinci gün öğleden önce sunulan bildiriler, kongrenin başlığına uygun olarak antropolojik gelenek üzerineydi. Prof. Dr. Bozkurt Güvenç’in “Küreselleşen Dünya Köyünde Antropolojinin Yeri ve Gelecek” ve Dr. Sibel Özbudun’un “Küreselleşme ve Geleneği Yeniden Düşünmek” adlı bildirileri bu bağlamda sunulanlardandı. Burada Güvenç’in dile getirdiği “geleceğe dair bir şey yapacaksak, önce bugünkü sorunları çözmeliyiz” görüşü çok temel bir önerme niteliğindeydi. “Türkiye Antropolojisinin Geleneği ve Geleceği var mı?” adlı bildiri aynı gün öğleden sonra Doç. Dr. Tayfun Atay tarafından sunuldu. Antropolojinin geleneği varsa bunun nasıl bir gelenek olduğu ve geleceğinin ne olabileceği soruları gündeme geldi. Atay’ın soruları öğleden önce yapılan sunumları bütünleyici nitelikteydi.
Öğleden önce sunulan diğer bildiriler antropolojide bugün ve gelecek çerçevesinde değerlendirilebilir. Bunlardan Yard. Doç. Dr. Hande Birkalan’ın sunduğu “Özgür ve Özgün Bir Antropolojiye Doğru” adlı bildiri buna örnekti. Öğleden sonra Doç. Dr. Neşe Özgen tarafından sunulan “Sınırın İktisadi Antropolojisi” bir tür “karşılaşma” niteliğindeydi. Çalışmanın dayandığı araştırma, Türkiye’nin Güney Doğusu’nda, sınır bölgesinde yapılmış. Sınır insanı, sınır kadını ve erkeği olmanın anlamları üzerinde durulmuş. Bu yönüyle çalışma sınırın iktisadi yönünün dışında, etnik yapı ve toplumsal cinsiyet çalışmaları yönünden çok ilginç bir yerde durmakta ve yeni çalışmalara kaynaklık edebilir niteliktedir. Öğleden sonra sunulan diğer iki bildiri ise Prof. Dr. Ali Rıza Balaman’ın sunduğu uygulamalı antropolojinin önemini ve gerekliliğini vurgulayan “Uygulamalı Antropoloji ve Ülkemizdeki Gereksinimi” adlı bildiri ile Prof. Dr. Akile Gürsoy’un sunduğu “Türkiye’de Sağlık Antropolojisi” adlı bildirilerdi. Gürsoy, Türkiye’de sağlık konusuna ilgi duyan sosyal bilimcilerin çok az sayıda olduğunu ifade etti.
İkinci gün sunulan bildirileri iki ana başlık altında toplayabiliriz. “Açılımlar” başlığı altında toplanan öğleden önceki bildiriler bugün antropolojide ve sosyal bilimlerin diğer alanlarında ele alınan farklı konuların örneklerini içeriyordu. Yard. Doç. Dr. Filiz Susar tarafından sunulan “Etnolojik Belgeleme, Belgesel ve Sözlü Tarih Çalışmalarının Antropolojideki Yeri”, Doç. Dr. Hürriyet Konyar’ın sunduğu “Medya ve Kültürün Yeniden Değerlendirilmesi” ve Dr. Semra Somersan’ın hazırladığı “Kürenin En Üstündekiler: Alttan Antropolojik Bir Bakış”, bu bildiriler arasındaydı. Burada, yine öğleden önce sunulan bildiriler arasında yer alan, Yard. Doç. Dr. İnci User tarafından sunulan “Disiplinlerarası Çalışmanın Sınırları” adlı çalışmadan söz etmek yerinde olacak. User’in çalışması bugün sosyal bilimlerde -aynı zamanda başka bilim alanlarında da- güncel olan bir tartışmayı içeriyordu. “Disiplinlerarası çalışmak nasıl bir şey?”, “Daha doğrusu nasıl disiplinlerarası çalışılabilir?”, “Bunun sınırları var mıdır?” sorularına yanıtlar arıyordu.
Kongrenin son gününün öğleden sonraki oturumunun başlığı “Kimiz ve Kimlerdeniz?” sorularından oluşmuştu. Oturum başkanı, kongrenin ilk oturumunda “Çağdaş Antropolojide İlginin Yönü ve İdeolojik Klasik Etnografi” adlı bildiriyi sunan, Prof. Dr. Gürbüz Erginer’di. İlk bildiri “Ne ve Kim Soruları Karşısında İnsanın Halleri: Kimlik ve Kişilik Sorununa Felsefi Bir Bakış” başlığını taşıyordu. Bildiri Prof. Dr. Ömer Naci Soykan tarafından sunuldu. Soykan, “kimliğin” bize giydirildiğini, buna karşın “kişiliğin” ise bizim tarafımızdan inşa edildiğini ifade etti. Ona göre, bu iki kavram temelde önemli farklılıklar içeriyordu.
Kongrenin son iki bildirisi kadınlık ve erkeklik kimlikleri hakkındaydı. Doç. Dr. Belkıs Kümbetoğlu “Antropolojide Toplumsal Cinsiyet Analizleri; Geleneksel Cins/Cinsiyet Sistemlerinden Toplumsal Cinsiyet Rolleri ve İlişkilerine” adlı bildirisinde, tarihsel olarak bakıldığında “birey” ve “eşitlik” kavramlarının hiçbir zaman kadınları karşılamadığını ifade etti. “Hegemonik Erkeklik-Erkeklik Kavramına Antropolojik Bakış” başlığını taşıyan kongrenin son bildirisinde, Araş. Gör. Çağdaş Demren, erkeklik kimliğinin aslında kadınlığa göre kurgulanan bir konum olduğunu, bu açıdan da çeşitli “karşıtlıklar” içerdiğini ifade etti.
Bu kongrede tartışma başlıkları bildiri ile gönderilen konulardan oluştu. Oturum başlıklarını oluştururken bizim yaptığımız, benzer konu başlıklarını bir araya getirmekti. Gönderilen bildiri başlıkları günümüzde Antropoloji ile ilgili alanları yansıtırken, gelecekteki konu başlıkları için ışık tutuyordu.
Gül Özsan / Antropoloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi