Antonio Gramsci (1891-1937), 20. yüzyıl marksizminin belki de yazdıkları üzerine en çok düşünülen ve tartışılan kuramcısı. Özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra eserlerinin yayımlanmaya başlamasıyla beraber, Gramsci üzerine hem siyaset bilimi literatüründe hem de marksist yazında önemli bir çeşitliliğin ve birikimin oluştuğunu söylemek mümkün. Perry Anderson’ın New Left Review dergisinin 100. sayısında yayımlanan “The Antinomies of Antonio Gramsci” başlıklı uzun denemesi de bu birikimin temel metinlerinden birisini oluşturuyor.
Anderson incelemesine, solun çok farklı kesimlerinin kendilerini Gramsci’ye dayandırdıklarını ve dolayısıyla da, Gramsci’nin yazdıklarının layıkıyla incelenip kavranmış olduğunu söylemenin mümkün olmadığını belirterek başlar (1). Gramsci’nin sol siyasette ve siyaset bilimi literatüründe bunca farklı yorumunun bulunmasının sebepleri ise açıktır: Mussolini dönemi İtalya’sındaki hapishanelerde gerekli kaynaklardan yararlanamama ve sansürü atlatma zorunluluğu (2). Anderson, sıkça tekrarlanan bu yazılış koşullarının yanı sıra bir başka etmene daha dikkat çeker. Ona göre, Marx ve Lenin’in kaçamadığı kaderden Gramsci de nasibini almış ve eski bir kelime dağarcığı ile kökten yeni kavramlara ulaşma gerekliliği, bazı anlamların çarpık iletimine yol açmıştır. Marx’ın, yeni nosyonları Hegel ya da Smith’in, Lenin’in ise Plehanov’la Kautsky’nin dilinde düşünmek zorunda kalması gibi, Gramsci de kavramlarını genellikle Croce ile Machiavelli’nin ajandalarından üretmek zorunda kalmış ve dolayısıyla da devralınmış dilin öncüye dayattığı bulanıklık, üretilen metni, bir nevi hiyerogliflerdeki gizli düzineye dönüştürmüştür (3). Tüm bu nedenlerden ötürü Gramsci’ye ait külliyatın sistemli bir biçimde, büyük ölçüde yeniden incelenmesi gerekliliğini vurgulayan Anderson, çalışmasında artık neredeyse Gramsci’yle özdeşleşen hegemonya kavramının Hapishane Defterleri’ndeki kesin biçim ve işlevlerini tahlile girişir.
Hegemonya kavramı, siyaset bilimi literatüründe Gramsci’ye atfedilen ve siyasal olgunun, sadece devlet katında değil, tüm toplumsal ilişkileri kapsayıcı bir şekilde var olduğunu ifade eden bir kavramdır (4). Anderson yaygın olan bu kanının aksine hegemonya kavramının, Gramsci tarafından kullanılmaya başlanmadan önce de marksist yazında çok uzun bir geçmişinin olduğunu ve terimin 1890’lardan 1917’ye kadar Rus Sosyal-Demokrat hareketinin en temel siyasi ifadelerinden biri olduğunu belirtir (5). Anderson’a göre, terimin kodladığı fikir ilk kez Plehanov’un 1883-84 yıllarındaki yazılarında görülür ve kavram bu kullanımdaki haliyle Rusya’daki işçi sınıfının işverenlere karşı ekonomik mücadeleyle yetinmeyip, Çarlık yönetimine karşı siyasi mücadele de vermesi gerekliliğine işaret etmektedir. Bu tarihten Ekim Devrimi’ne kadarki süreçte, burjuva devriminde işçi sınıfının rolü meselesi bağlamında kilit bir rol oynayan kavram, 1917’den sonra da Komintern’in dışa açık belgelerinde, farklı anlamlar kazanmakla beraber, varlığını korumaya devam eder. Anderson’a göre, Gramsci’nin hegemonya kavramını kullanışı, doğrudan doğruya Komintern’in işçi sınıfının sermayenin baskısına karşı ortak mücadelede diğer sömürülen sınıflarla, her şeyden önce de köylülükle sınıf ittifakı ve burjuvazinin proletarya üzerindeki egemenliği anlamındaki tanımlamalarından kaynaklanır. Gramsci’nin katkısı ise, işçi sınıfının feodal bir düzene karşı, burjuva devrimindeki rolü bağlamında üretilmiş hegemonya kavramını, istikrarlı bir kapitalist toplumda işçi sınıfı üzerinde burjuva egemenlik mekanizmasını kapsayacak şekilde genişletmiş olması ve hegemonya fikrine kazandırdığı güçlü kültür vurgusu sayesinde aydınlar konusunda marksizme açtığı kanaldadır (6).
Anderson hegemonya terimine verilen anlamın, Doğu’da işçi sınıfının toplumsal ittifaklarından Batı’daki burjuva iktidarlarının yapısal sorunlarına geçişini belirttikten sonra, Hapishane Defterleri’ndeki kilit kavramların arasındaki üç ayrı ilişkiyi incelemeye başlar. Devletin burjuvazinin sömürülen sınıflara baskı veya silahlı tahakküm alanı ve sivil toplumun da burjuvazinin kültürel yönlendirme veya gönüllü hegemonya alanı olduğu tezleri akılda tutularak; ilk olarak Gramsci’nin Doğu’yla Batı arasındaki farkı formüle edişi ve bu tasnifte sivil toplum ve devletin birbirine karşı konumlanışı ele alınır. Gramsci’ye göre Doğu’da devlet “her şey” iken, sivil toplum “ilkel ve peltemsi”, Batı’da ise sivil toplum geçirdiği sarsıntılara karşı dayanıklı, güçlü ve sağlam bünyeli; devlet de sözü edilen sivil toplumun yalnızca “dış hendeğini” oluşturan bir aygıttır. Anderson’a göre bu formülasyonun amacı, Çarlık Rusyası ile temsili siyasi demokrasinin varolduğu Batı Avrupa arasındaki açık ve temel farkı ortaya koymaktır ve Gramsci’nin büyük teorik değeri, fark sorunsalını kendisinden önceki ve sonraki tüm marksistlerden çok daha ısrarlı ve tutarlı bir biçimde işlemiş olmasındadır (7).
İfade edilmeye çalışılan tasnifin doğal sonucu, devrimci mücadelenin niteliğinde ortaya çıkar. Doğu’dakinin aksine, devlet kurumlarının kitleleri doğrudan baskı altına alıp engellemediği bir siyasi demokraside, burjuvazinin hegemonyasını sürdüren sivil toplumdur ve sistem baskıya değil rızaya dayanmaktadır. Bu yüzden de, Batı’daki devrimcilerin ana görevi devlet aygıtıyla silahlı mücadele değil, işçi sınıfının burjuvaziye teslimiyetten kurtarılabilmesi için ideolojik olarak dönüştürülmesidir. Anderson, özellikle Avrupa’daki sosyal demokrat partilerin kendilerini dayandırdıkları bu yaklaşımı şiddetle eleştirir. Anderson’a göre söz konusu yaklaşımdaki yanlışlardan en önemlisi, Batı toplumlarında burjuvazinin ideolojik iktidarının her şeyden önce sivil toplumdaki hegemonyanın temsile dayalı devletin demokrasi potansiyelini tarafsızlaştırdığı sanısıdır. İşçi sınıfı parlamentoda yer alarak yönetime katılabilir ancak, iletişim araçları ile kültürel denetimin diğer aygıtlarını sosyalizme ulaşmak için kullanamaz. Dolayısıyla da, Gramsci’nin burjuva sınıf iktidarının ideolojik işlevlerini sivil toplum ve devlet arasında paylaştırmak yollu ilk formülü Anderson’a göre geçersizdir (8).
Gramsci’nin sivil toplum ve devlet kavramları arasında incelediği ikinci ilişki biçiminde, sivil topluma devlet karşısında üstünlük atfedilmez ve hegemonya, devlet ile sivil toplum arasında paylaştırılır. Anderson’ın deyişiyle Gramsci bu versiyonla birlikte, devletle sivil toplumdaki ideolojik kontrol araçlarının birlikte mevcudiyetini ortaya koymaktadır. Bu versiyonda hegemonya kavramına verilen anlam da farklılaşmıştır. Artık hegemonya ile yalnızca kültürel üstünlük değil, zorlama da ima edilmektedir. Dolayısıyla da, hegemonyanın normal işleyişinin karakterini artık zor ile rızanın birleşimi oluşturmaktadır. Anderson’a göre, Gramsci bu yaklaşımında da hataya düşmektedir. Çünkü zor kullanımı hukuken kapitalist devletin tekelindedir. “Zor+rıza olarak hegemonyanın hem sivil toplumda, hem de devlette aynı şekilde varolduğunu söylemek doğru değildir. Sivil toplumda baskı kullanmanın hukukta yeri yoktur. Devlet baskı hakkını kendine saklar.” (9) Gramsci’nin söz konusu ayrımı fark edemeyişindeki temel etmen ise muhtemelen, Anderson’ın da belirttiği gibi, 1921-22 yıllarında İtalya’da yaşanan devlet mekanizması dışında serbestçe hareket eden faşist askeri birliklerin ortaya çıkmasıdır. Terimleri arasındaki ilişki üzerine Gramsci’nin üçüncü versiyonunda ise, hem politik toplum hem de sivil toplum devlete dahildir. Bu versiyonda hegemonya, bir baskı ve rıza sentezi olarak devlet ile sivil topluma yayılmış sayılmamakta; artık, daha geniş bir üst birlikte kaynaşmış bulunmaktadır. Dolayısıyla da, gerçekte devlet ve sivil toplum bir ve aynı şeydir. İkinci versiyonun düzeltilmesi sayılabilecek bu yaklaşımdaki sorun ise, devletle sivil toplum arasındaki ayrımın tümden ortadan kalkmasıdır. Althusser ve taraftarlarının benimsediği bu çözüm, Anderson’ın ifadesiyle, Batı burjuva demokrasisinin özgüllüğünü belirtmek için yapılacak her türlü girişimi imkânsız kılmaktadır (10).
Görüldüğü gibi Rusya’da, işçi sınıfının ittifak kuracağı toplumsal katmanları ikna ile kazanmasının ifadesi olan hegemonya terimi, Gramsci tarafından Batı’da burjuvazinin kendi yönetimi için işçi sınıfından gördüğü onay şeklinde kavramlaştırılmıştır. Kavrama bu aktarım kolaylığını kazandıran, içerdiği rıza anlamıdır. Anderson hegemonya kavramını derinlemesine analiz ettikten sonra, Gramsci’nin Batı Avrupa’yla Doğu arasındaki farklılıkları tespitine geri döner ve söz konusu farkları tespit etmekteki amacın, sosyalizm için mücadelenin stratejisini oluşturmak olduğunu vurgular. Devamında da oluşturulan strateji çevresindeki tartışmaları, Luxemburg’dan Troçki’ye, Kautsky’den Bordiga’ya uzanan bir yelpazede yeniden ele alır. Sonuç olarak Anderson’ın çalışmasının, 20. yüzyılın neredeyse üzerine en çok düşünülen marksist kuramcısının Croce ve Machiavelli’deki düşünsel kaynaklarından Rusya ve Avrupa’daki çağdaşlarına dek izini süren, Gramsci’nin siyasal düşüncesinin kavranılabilmesi için oldukça önemli bir inceleme olduğu söylenebilir.
Perry Anderson, “Gramsci: Hegemonya, Doğu-Batı Sorunu ve Strateji”, Çev. Tarık Günersel, Salyangoz Yayınları, İstanbul, Ocak 2007, 134 sayfa.
DİPNOTLAR
1) Perry Anderson, Gramsci: Hegemonya, Doğu-Batı Sorunu ve Strateji, Çev. Tarık Günersel, Salyangoz Yayınları, İstanbul, 2007, s.17.
2) Ountin Hoare ve Geoffrey Nowell Smith(eds), Selections From the Prison Notebooks of Antonio Gramsci, Lawrence and Wishart, London, 1971, s.xı-xıv.
3) Anderson, a.g.e., s.18.
4) Bir örnek için bkz. Nur Vergin, Siyasetin Sosyolojisi: Kavramlar, Tanımlar, Yaklaşımlar, (3. Baskı), Bağlam Yayınları, İstanbul, 2004, s.75.
5) Kavramın Rusya’daki Marksist literatürde nasıl kullanıldığına bir örnek için bkz. Lev Troçki, Rus Devriminin Tarihi, Cilt 1, Şubat Devrimi: Çarlığın Devrilmesi, Çev. Bülent Tanatar, Yazın Yayıncılık, İstanbul, 1998, s.316.
6) Anderson, a.g.e., s.35-41. Bu konuda ayrıca bkz. Raymond Williams, Anahtar Sözcükler, (2. Baskı), Çev. Savaş Kılıç, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006, s.174-175. Anne Showstack Sassoon, “Hegemonya” maddesi, Çev. Meral Özbek, Marksist Düşünce Sözlüğü, der. Tom Bottomore, (4. Baskı), İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, s.273-275.
7) Anderson, a.g.e., s.47.
8) Anderson, a.g.e., s. 48-50.
9) Anderson, a.g.e., s. 55.
10) Anderson, a.g.e., s. 57-58.