Neolitik devrim neden gerçekleşti ya da avcı-toplayıcı düzende yaşayan tarihöncesi dönem insanını tarım yapmaya iten etkenler neydi diye düşündüğümüzde, son dönemde prehistorik çağlar konusunda ortaya atılan yeni varsayımları izlemekte yarar var.
Bu yönde Klaus Schmidt’in yönetiminde Türk ve Alman arkeologlar tarafından kazılan Göbeklitepe önemli bir konuma sahip. 11 bin yıllık bir tarih barındıran erken neolitik çağın bu önemli kült merkezini konu alan “Piramitlerden 7 bin Yıl Önce İlk tapınakları İnşa Etmişlerdi. Göbeklitepe’deki Arkeolojik Keşif/Oltre” adıyla yayımlanan kitapla İtalyan okurlar da Şanlıurfa yakınında tepelik bir alanda kurulu Göbeklitepe’nin ayrıntılarıyla tanıştı. Klaus Schmidt’in kaleme aldığı kitap, neolitik çağın bu anıtsal nitelikteki kült merkezini tanıtırken, gerçekte yazının başlangıcında vurguladığım gibi “neolitik devrime neden gerek duyuldu?”sorusuna bir yanıt arıyor.
Göbeklitepe yaşlı bir höyük. Arkeolojik katmanlarında 11 bin yıllık bir tarih saklı. Arkeoloji dünyasında şimdilik anıtsal nitelikte bilinen en eski kült merkezi. Özellikle çeşitli türde hayvanların betimlendiği kabartmalarla dikkat çeken Göbeklitepe, Klaus Schmidt’in de vurguladığı gibi her biri usta bir zanaatkâr olduğu düşünülen büyük bir işgücünün eseri.
Göbeklitepe, kült merkezi kimliğiyle tarihöncesi dönemde yerini alırken sıra henüz neolitik devrime, tarihöncesi insanının avcı-toplayıcı düzeni terk ederek, yerleşik yaşam biçimine geçtiği ve tarım yapmaya başladığı evreye gelinmemişti. Kısacası Göbeklitepe’nin sakinleri ne hayvanların işgücünden yararlanabiliyordu ne de ellerinin altında maden aletler vardı.
Klaus Schmidt neolitik devrimin neden gerçekleştiği sorusuna Göbeklitepe nasıl bir katkıda bulunabilir diye düşünüyor. Geçmişte arkeologlar neolitik devrim üzerine tartıştıkları zaman, geleneksel bir yorumda görüş birliğine varıyorlardı. Bu yaklaşıma göre insanoğlu, tarım yapmak için gerekli koşullar oluştuğu anda eşzamanlı biçimde çeşitli coğrafyalarda yerleşik düzene geçti ve tarım yapmaya, hayvanları evcilleştirmeye başladı. Bu köklü değişimi arkeologlar, “neolitik devrim” diye tanımladı.
Bu yorum sonraki yıllarda terk edilmeye başladı. En azından neolitik devrimin daha önce düşünüldüğü gibi bir anda ve çok geniş bir coğrafyada başladığı teorisi bir yana bırakıldı. Tersine yerleşik düzene geçişin aşamalı bir şekilde yayıldığı, bu sürecin son buzul döneminin tarihlendirildiği MÖ 8500 yılına kadar devam ettiği kabul görmeye başladı.
Göbeklitepe’ye geri döndüğümüzde anıtsal nitelikteki bu kült merkezinin ardında sistemli ve çok büyük bir işgücü olduğu göze çarpıyor. Schmidt’in dikkat çektiği gibi belki de uzun yıllar tüm enerjilerini ve güçlerini bu merkez için adayan bir işgücü bu. Tarihöncesi toplumlarda sosyal sınıfın ve farklılıkların henüz var olmadığını öne süren yorumları değiştiren bir tablo mevcut. Göbeklitepe’nin kazı başkanı Schmidt’in getirdiği bir başka yoruma göre de, kült kompleksinin anıtsal niteliği dikkate alındığında Göbeklitepe, belki de çevre yerleşimlerden de ziyaretçi çeken bir tür hac merkezi görevi görüyordu.
Kitabın son bölümünde Schmidt, Göbeklitepe’deki kutsal mekânlar ve tapınağın Yunan tapınaklarının öncüsü olabileceği yönünde bir yorum getiriyor. Göbeklitepe ile Yunan tapınakları arasında ortak olgu, kutsal yapı topluluğu içinde merkezi bir tapınağın yer alması.
“Antik Yunan’daki kutsal yapılar, sunağı da içeren çeşitli birimleriyle dini bir işleve hizmet etse de sosyal ve askeri görev de yükleniyordu” diyor Schmidt. Göbeklitepe’ye komşu yerleşim birimlerinde de benzer nitelikte kült yapılar günışığına çıkarılsa da bunların Göbeklitepe’deki tapınakla karşılaştırıldığı zaman anıtsal bir nitelik yansıtmadıklarını anlatıyor Schmidt.
Göbeklitepe’nin MÖ 8 binin başlangıcında, vadiye inerek yerleşik düzeni seçen ve tarımcılıkla uğraşan ilk topluluklar tarafından terk edildiği biliniyor. Travmatik bir seçim diye düşünülebilir mi? Göbeklitepe’nin kazı başkanı Schmidt tam tersi görüşte: “Göbeklitepe’deki tapınak kompleksi, kült merkezindeki bütün kontrolü elit bir grubun sorumluluğuna bırakmış olabilir.”
Neolitik devrime yol açan etkenler yeni bilgiler ve arkeolojik bulgular ışığında daha uzun süre tartışılacak görünüyor. Tarihöncesi döneme ait arkeolojik araştırmalar, yazının henüz keşfedilmediği bu karanlık çağlar konusunda yeni yorumlar yapabilmenin önünü açıyor. Bu yönde İngiltere’de Stephen Oppenheimer’in Britanya adalarındaki ilk yerleşimleri, MÖ 15 binden geç ortaçağa kadar uzanan süreçte inceleyen araştırması “The Origins of British”in (Robinson) tarihe meraklı okurlar tarafından ilgiyle okunduğunu da anımsatmak isterim. Bu türden uzun soluklu araştırmalarda arkeolojik bulguların yanı sıra genetik yöntemler de artık ağırlıklı bir role sahip.