“Çünkü yazarlar adına göğüs germek zorunda kaldığı tüm kötü yazgılara karşın,
söz henüz savını yitirmiş değildir. Her şey olmuş olabilir edebiyat;
ama ona sarılmakta daha direnen insanlık gibi, edebiyat da ölmüş sayılamaz.”
Kimdir yazar? Neden kuşanır sözcükleri, neden savurur satırlarını bu hoyrat dünyanın boşluğuna? Nedir sözün kapalı kapılarını metnin kaçınılmazlığına açan? Yazarın sorumluluğu nedir, neden bir çaresizlik eşlik eder sözcüklerin -ve yazarın- bilincine?
Aklımda bu sorularla okumaya giriştim Sözcüklerin Bilinci’ni. Okudukça derinleşti sorular; yanıtlar berraklaştı ama, bir yandan çetin ve zorlayıcı bir tona büründü. Yeni sorular doğurdu hemen her metin, her metin daha da sarmaladı içinde barındırdığı bilinç ve sorumlulukla. Ve elbette Canetti’nin incelikli, sokulgan anlatımı… İnsanın dilini, düşüncelerini esir alan yalın ve zarif satırları…
***
“Günümüzde, kendi yaptıklarımın ne denli az olduğunu bildiğim günümüzde, bir yazardan ne beklenebilir? İşe bugün başlayan biri için görünüşte yıkılmış olan bu sözcüğün, yazar sözcüğünün anlamını yeniden kazanabilme olanağı var mıdır?”
Önsöz’deki bu ifadeyle girişiyor Canetti uzun ve çok katmanlı yolculuğuna. Sözcüklerin Bilinci’ni oluşturan metinler her ne kadar birbirlerinden bağımsız, farklı yönleri işaret eden hatlar üzerinden ilerliyor gibi görünse de, aslında Canetti son metne dek -ve özellikle son metinde- yazının, yazarın, bilinç ve sorumlulukla inşa edilen metnin olanağını sorguluyor. Elbette böylesi bir sorgu yazının olanaklarını yokuşa süren çağa, çağın iktidar ve güç ilişkilerine de sık sık değiniyor.
“İçinde yaşadığımız yoğun ve dehşet kokan gerilim, özlemini çektiğimiz hiçbir fırtınanın bizi elinden kurtaramayacağı gerilim, bütün alanları egemenliği altına aldı; dahası, şaşırmak olgusunun ötekilere oranla daha özgür ve daha arı kalmış alanında bile egemenlik kurdu.”
(Ve incelemenin bağlamına tam oturmasa da bu satırların yazarının alıntılamadan duramayacağı bir değerlendirme: “Çünkü gerçek anlamda iktidar sahibinin asıl amacı hem tuhaf, hem de inanılması güç bir amaçtır; o, tek insan olmak ister. Kimse onun ardında kalmasın diye, herkesten çok hayatta kalmak ister. (…) Bu güçlü kişi, kim olurlarsa olsunlar, insanlar yaşadıkları sürece kendini hiçbir zaman güvenlik altında hissetmeyecektir.”)
Canetti yazarın, sözcüğün hakkını vererek yazma iddiasında bulunanın, çağına karşı çıkan kişi olduğunu vurgular: “Yazarın karşı çıkışı sesli olmalı, biçim içersinde somutlaşmalıdır; yazar, donup kalma ya da susup yazgıya boyun eğme hakkına sahip değildir.”
Bu savaşım içinde yazar çağın hoyratlığına, insanları dört yandan kuşatan yozlaşmaya karşı haykırmadan, dövüşmeden duramaz; kendini parçalamak pahasına savaşır dünyayla; hâlâ kurtarılma umudu olan bir doğruluk ve haklılık uğruna.
“Kendini bir doğruyu yazmaya zorlayanın acımasızlığı, en çok kendisine acı verir; yazarın çektiği, okura çektirdiğinin yüz katıdır.”
Çünkü dünyayı görmekte ve kendi içinde binlerce yansımayla çoğaltarak bize sunmaktadır bu görüntüyü.
“İçinde yaşadığımız dünyanın durumunu göremeyenin o dünya üzerine yazacak hemen hiçbir şeyi yoktur.”
Dünyayı gören ve yazarak hem acıyı hem umudu çoğaltan yazar, yıpratıcı bir çaba içinde, görmenin, söylemenin ve bıkmadan karşı koymanın yükünü sırtlanır.
“Bütün bu çabalayışların ardında; yazarın kendisinin her zaman varlığını bilmediği bir şey gizlidir; çoğu kez zayıf, ama kimi zaman da yazarı paramparça edebilecek denli güçlü bir şey; sözle dile getirilebilen her şeyin sorumluluğunu üstlenme ve sözün başarısızlığa uğradığı yerde kendi kendini cezalandırma iradesi.”
Yazar, “insandan insana giden yolları açık tutar”, insanın insana temasını olanaklı kılar. Uzanır, sözcükleriyle okşar ya da sarsar (sıklıkla ikisini birden, aynı anda yapar), okurundan bu dokunuşun karşılığını bekler. Ve okur zapt edilmez coşku ve hatta tutkuyla sözü yayar; derken karanfil elden ele. Biz karanfili okşar, harflerin kıvrım ve kılçıklarıyla öperken narin çiçeği, yazar yeni sözlerin kaosunu büyütür içinde; savaşımı bitmez, bitemez.
“Yazarın dünyaya en yakın olduğu an, içinde bir kaosu taşıdığı andır; ama yazar -biz de buradan yola çıkmıştık- bu kaosun sorumluluğunu duyar, onu onaylamaz, tedirgindir, bu denli kabarık sayıda karşıtlığı iç dünyasına sığdırabildiğinden ötürü övünmez kendisiyle, kaostan nefret eder, bu kaosu başkaları için, böylece de kendisi için aşmaktan umudu kesmez.”
Ve işte, bizzat bu umudu salar Canetti her satırında. Yalnızca yazıya ve yazara değil, yaşama dair bir umuttur bu. Yalnızca yazıya ve yazara ilişkin değildir olanca görkemiyle önümüze koyduğu sorumluluk. Bizi de bağlar yazarın yükü ve yasası…
“Kendisi için yapılmamış, ama kendi yasası olan bir yasaya göre yaşayacaktır yazar:
“Hiçlikte kalmaktan hoşlanabilecek kimseyi hiçliğe itmeyeceksin. Hiçliği yalnızca ondan çıkış yolu bulmak için arayacak, bu yolu da herkes için işaretleyeceksin. Acı ve çaresizlik içinde kalmakta bundan başkalarını nasıl kurtaracağını öğrenmek için direneceksin, yoksa mutluluktan nefret ettiğin için değil; çünkü insanların birbirlerini insanlıktan çıkarmalarına ve parçalamalarına karşın, onların layık olduğu bir şeydir mutluluk.”
– Sözcüklerin Bilinci, Elias Canetti, Çev. Ahmet Cemal, Sel Yayıncılık, Ekim 2015, 311 s.