Bilimin, tutarlı öngörülerde bulunma yeteneğini edindikten sonra en çok habercisi olduğu şeylerden biri de “dünyanın sonu” oldu. Kâh felaket tellallığı, kâh komplo teorisi üreticiliği, kâh emperyalist politikaların güdümünde olmakla suçlandı. Oysa bilimsel anlamda “geleceği görme” ya da daha steril bir dil kullanırsak, “bugünün koşulları ve yarına bıraktıkları ile geleceğe dair objektif senaryoları, sonuçları bulma” bilimin doğanın mekanik işlerlik prensiplerini birkaç aşama ilerletmesinden başka bir şey değildir. Dolayısıyla, aslında sözünü ettiğimiz bu haberler bilimin asli içeriklerinden biridir. Neticede, basitçe tarım yapma hadisesi, ilk adım, neden sonuç ilişkisinin büyük ölçekteki keşfine dayanır. Ve bütün bilim bu prensipten ileri gelmektedir. Ortaçağdan çıkışta, Rönesans’la birlikte “doğaya hâkim olma ve ona hükmetme” çabaları modernizmin getirdiği mekanikçi bakış açısıyla ihtiyacı olan ivmeyi kazandı, tarım da bu çabaya dahildi. Birkaç yüzyılda insanlığın o güne kadar kat ettiği mesafeden fazlası kat edildi. Bu süratli çıkış, geçtiğimiz yüzyılda görülen savaşların bu denli dehşetengiz olmasına neden oldu. Gökyüzünde uçakla uçmak ya da atom bombası bu çıkışın eserlerinden biriydi, fakat bununla birlikte savaşın nedenini de insanların “doğaya hükmetme” gayretine bağlayan bir görüş de bu yüzyılda ortaya çıktı. Bir yerde, “dünyanın sonu” fikri ürkütüyordu ve bu “kaba ve hoyrat modernist tutum” haddini aşarak insanlığı bu acıklı eşiğe getirmişti.
Onca hummalı çalışmadan sonra görülen manzara, atmosferin Güneş’e karşı olan mukavemetinin düşmesi, su kütlelerinin yükselmesi, evrende yaşayacak Dünya’dan başka bir yer olmadığı, evrenin genişlediği fakat Dünya’nın kendine has çekimini ve konumunu yitirmekte olduğu vb. şeylerdi. İnsanın evren, Güneş, Dünya, atmosfer ve su kütleleri gibi uzun ömürlü maddelere bir müdahalede bulunamayışı bir yana, çok daha kısa ömürlü ve kapladığı yerdeki önemi de çok daha küçük olan kendisine dahi bu anlamda bir faydasının dokunmayışı tarihin en büyük trajedisi olsa gerek. Tıp bilimi çok ilerledi ama hâlâ “her ölüm, erken ölüm”. Dahası, bu çabaların getirdiği bu sonuç ancak yok oluşun hızlanması ise, “Kör olası bilim, bu muydu getireceğin haber?” demek de haklıydı hani. “Lanet olsun atom fiziğine!”
İşte bu örnekte olduğu gibi bilime tüm bu serzenişler “dünyanın sonu” fikrinin getirdiği elemden başka bir şey değildi. Öyle ya, ömrün süresini bilmeyişin insanın sahip olduğu en yüce talihlerden biri olduğu söylenir. Başta belirttiğimiz üzere, bu yeni edebiyat; “dünyanın sonu” dahi, bilimin meyvelerinden biridir ve bu meyveler hazin sona karşılık sağlıklı ve mutlu bir yaşam gibi, insanın varoluş sahnesindeki aktivitesinin temelidir. 20. yüzyıla damgasını vuran düşünce deneyleri ile özel ve genel görelilik kuramları, doğanın en temel prensibi olmasından hareketle söz gelimi iki cismin birbirini itmesi ya da çekmesi hadisesinin, belirli bir oranda büyütülerek fikirler arasında uygulanmasıdır. Zira bir fikrin bir fikre neden olması ve onu getirmesi buradaki mekanikliğin en basit göstergesidir. Yine, psikanaliz ve urgarlık incelemeleri de aynı prensibe dayanan bu yüzyılın en görkemli atılımlarındandır. Maddi doğanın bütününe tekmil bir adlandırma ile “nesne” dersek, ona uygulandığında bu denli etkili olabilen neden sonuç ilişkisini, nesne dışındaki diğer unsur olan fikirler arasında çıplak gözle görmek biraz daha zordur; fakat deyim yerindeyse bilgi koleksiyonumuzun en değerli parçasıdır. Öyleyse bu noktada elimizdekilerin kıymetini bilmenin önemi var. Eğer hak ettiği değere kavuşamıyorsa bir “Lucid rüya” senaryosuna gidelim.
Varsayalım ki “bildiğimiz dünyanın sonu gelmişti” ve alternatif senaryolardan bir ya da birkaçı gerçekleşmişti… Buna karşın hâlâ hayatta olanlar vardı, yedi uyurlar misali tüm bu yok oluşu görmemiş, görse elinden bir şey gelmemiş, yanına bir kitap dahi alamamış fakat bu “son”dan sonrasına kalabilmiş… Şimdi onlardan biri de sizsiniz ve uygarlığı “kaybolduğu yere geri koymak” gibi bir ödeviniz var; çünkü siz kıymet biliyorsunuz. O halde başlıyoruz. “Lucid rüya” dediğimiz şey öngörülebilen ve yönetilebilen rüya. Aslında Lucid rüyaya yatmak mümkün olan bir şey değil fakat bazı rüyaları Lucid rüyaya çevirmek mümkün, bilinçli ya da bilinçsiz olarak bunu yaptığımız olmuştur. Deneyim dünyasında bir “dünyanın sonu” ile karşılaşamayacağımız için önerdiğimiz bu yöntem, öyle zannediyoruz ki anlatmak istediklerimizde bize yardımcı olacak.
Siz gözlerinizi kapamadan önce içinde bulunduğumuz oda insanlığın bütün aşamalarından oluşuyordu. Masanın üstündeki sandviç ve su, kitaplar ve onları taşıyan çanta, duvardaki yapı malzemeleri ve asılı çerçeve, eşyalar, duvar saati, elektrik ve lamba, hoparlör, radyo, video oynatıcı, televizyon ve internete bağlı bilgisayar ve akıllı cep telefonu. Bunlar, bilimsel devrimleri ve Sanayi Devriminin tüm aşamalarını kendi mevcudiyetlerinde temsil eden şeyler. Uykuya daldığınızda ise bunların tamamı yok oluverdi ve şimdi rüyanızda onların olmadığı bir yerde ve zamanda kendinizi buluverdiniz. Yeryüzü tam anlamıyla balta girmemiş değil, ama yaşayıp yaşayabileceği en görkemli yok oluşu görmüş. Doğa şu anda sadece hammaddelerden oluşuyor ve bu “hammaddeler” de henüz keşfedilmemiş. Tıpkı en baştaki gibi… İyi mi kötü mü siz karar verin; bu hammaddeler ilk halinde değil de, enkaz halinde.
Sanırım bir fark daha var, bunu da Lucid rüyanın doğasına verin, bilimin iki ayağından biri olan deneme var, ama yanılma pek yok. Şimdi neden sonuç ilişkilerini bir bir izleyeceksiniz. İnsanlığın binyıllarını alan bu aşamalar, buluşlar ve ilerlemeler bir ömür olarak sizinkine sığacak. Ardı ardına gerçekleştireceksiniz. Ama zaten rüyada çok uzun vadeli olayların tamamına çok kısa sürede ermez miyiz? O halde bu bir problem değil. Bilgi dahil her şeyin un ufak olması problem. Neyse ki ekmeyi biçmeyi biliyorsunuz; bunu hafıza kaybının ardından konuşmak, yürümek, bisiklet sürmek gibi unutmamışsınız, ama problem şu; ekmek yapmak için mikrobu keşfetmeniz gerekiyor. Ve cesetler içindesiniz tabii, hastalık kapmamak için de gerekli bu. İyi koşullarda barınmak için çeliği ve çimentoyu üretmeniz gerekiyor. Ateşi de biliyorsunuz, ama bunları istediğimiz kıvama getirmeye yeter mi? Yönünüzü bulmak ve konumunuzu tayin etmek için gökkubbeyi çözümlemeniz gerekiyor. Gökkubbe diye bir şey yok. Bu bir yanılgı, bir görüntü. Aslında baktığımızda bir sonsuzluğa bakıyoruz, evren kapalı değil. Ama şüphesiz bu çok işlevli bir yanılgı. Bugün hepimiz sanayi devriminin çocuklarıyız ve atalarımızın hünerlerine çok yabancıyız. Saatler, planlar ve işler günümüzü belirliyor, fakat üzerinde yaşadığımız mirasın başlangıcından beri bir özetinin dökülmesini ne kadar mümkün kılıyor?
Söz gelimi bir bilgisayara baktığımızda onun kurmalı-kollu bir hesap makinesi olan atası akla geliyor mu? Kullanmayı bilmemiz demek bilgisayar mefhumunu kaybettiğimizde onu üretmemizin kolay olacağı anlamına gelmiyor. Bilim dediğimiz şey aslında uç uca eklemek demek, ama sonuç ile başlangıç arasında devasa mesafe var.
Gel gelelim tüm bu mesafeyi bugünün en karmaşık makinelerinin gövdesinde görmek de mümkün. Bir araba kaputunu açtığınızda, şanzıman içerisinde tüm hareket prensiplerini ve motor sistemlerini görebilirsiniz, eğer arabanın kendiliğinden gittiğini düşünmüyorsanız. Aynı şey bilgisayar içinde geçerli. Tıpta, insansız hava araçlarında ya da 3D yazıcılarda tılsımlı, büyülü, ya da ilahi şeyler yoktur. Tamamı belirli mekanik çalışma prensiplerinin uygulamasıdır. Bilim dediğimiz şey doğadaki mekanizmayı deşifre etme yoluyla yeni mekanizmaları da yaratma ve onlarla yine doğayı deşifre etme yoludur. İhya etmek de bu döngü içinde ve deşifre sayesindedir. Bugünkü yaşamımız; makineleşmiş, elektrik temelli, küresel düzeyde birbirine bağlı medeniyetimiz bu ihya edişin sonucu. Şimdi Rönesans’ı, tarım ve bilim devrimlerini, Aydınlanma ve nihayet Sanayi Devriminin tüm adımlarını gerçekleştirecek, ilerleyeceksiniz. Eliniz değmişken sömürünün zerresinin olmadığı, eşit ve özgür bir dünya kurmak da var işin içinde.
Doğayı bir miras olarak kabul edip sahiplenmeye dair muhtelif fikirler var -bir retorik ile gelecekten ödünç alındığı da söyleniyor- ama bilimin bizlere bir miras olduğu fikri için, hem de değerli bir miras olduğunu anlamak için bilimi kaybetmemiz gerekmiyor. Bu konuda bir ihtilaf bulunmasa gerek.
O halde Lucid rüyadan uyanma vakti geldi. Genç yazar Lewis Dartnell’ın Uygarlığı Yeniden Nasıl Kurarız kitabı Haziran 2016’da Koç Üniversitesi Yayınları tarafından çevrilerek Türkiye’de yayımlandı. Bu kitap onlarca, yüzlerce buluşu ve bilimsel ilerlemeyi insanlığın mirası, -öyle ki “dünyanın sonundan sonra”ya bir tek insan kalsa dahi onunla birlikte kalacak bir miras olarak- sunuyor. Bilim kimsenin tekeli ya da aidiyeti altında değildir.* Bununla ilgili bir manifesto da içeriyor. Uygarlığı ayakta tutan teknik bilginin nelere kadir olduğu ve neleri kapsadığını hayal dünyamızda bize sunuyor. Şimdi Lucid rüya amacına ulaştı. Bu kitap ancak bir rüyada mümkün olduğu gibi, binyılları birkaç haftaya sığdırıyor. Bu sebeple biz de kitabı sunmak için böyle bir metafor kullandık. Öyleyse şimdi, biz, bugünün insanları olarak, bu miras -bilimin meyve bahçesi- içinde şımarık çocuklar gibi koşuşturmaya hazır mıyız?
– Uygarlığı Yeniden Nasıl Kurarız? Lewis Dartnell, 2014, Çev. Özgür Bircan, Koç Üniveristesi Yayınları, 2016, 274 s.
Dipnot
* “Biz de bu yazıda hiçbir biliminsanının adını kullanmadık. Çünkü söz konusu eserler insanlığın ortak mirasıdır.” Lewis Dartnell da bilimin bir süreç olduğunu ve en büyük icadın da kendisi olduğunu söylüyor.