Biliminsanları yumuşak dokuların binyıllar boyunca korunamayacağını düşünüyordu. Fosiller bir zamanlar dünyada gezinen canlılara benziyor olsa da, elde kalanlar sadece kalıplar (ayak izi gibi) ya da mineralleşmiş kemikler de dahil olmak üzere, bu görkemli organizmaların kalıntıları. Antik hayvan kalıntılarının maruz kaldığı ısı ve basınç karşısında yüzyıllarca dayanabilmek için fazla hassas olan gerçek etin ise tarih olduğu düşünülüyordu. Fakat, yakınlarda yayımlanan iki çalışma bu fikri altüst ediyor. Az miktarda protein, dinozorların fosilleşmiş kemiklerine tutunmuş olabilir.
İlk çalışma Kuzey Karolina Devlet Üniversitesi’nden paleontolog Mary Schweitzer tarafından yürütüldü. Bu onun etle ilgili ilk bulgusu değil. 2007 ve 2009’da, Schweitzer ekibiyle birlikte dinozor fosilinden izole edilmiş kolajene sahip olduklarını iddia ettikleri makaleler yayımladı. Fakat o dönemlerde, çalışmaları kuşkuyla karşılandı. Çoğu biliminsanı proteinlerin sadece modern bulaşımlar olduğuna inandı.
Takip eden yıllarda, laboratuvar teknikleri oldukça gelişti. Biliminsanları milyonlarca yıllık bir devekuşu yumurtasından protein elde etmeyi başardı ve bazı proteinlerin binyıllarca varlığını koruduğu ortaya konuldu.
Bu yüzden, Schweitzer 2009’da yaptığı deneyi tekrarlamaya karar verdi. Schweitzer’le birlikte çalışan post doktora öğrencisi ve Journal of Proteome Research dergisindeki çalışmanın ilk yazarı Elena Schroeter, kütle spektometrisi teknolojisinin ve protein veritabanının ilk bulgular yayımlandıktan sonra geliştiğini ve sadece ilk bulgularla ilgili sorulara değinmeyi değil, ayrıca fosillerden peptit dizisi elde etmenin de defalarca mümkün olduğunu göstermeyi istediklerini belirtti.
Araştırmacılar, 80 milyon yıl önce günümüzdeki Montana Bölgesinde yaşamış olan ördek gagalı dinozor Brachylophosaurus canadensis’in uyluk kemiğini incelediler. Herhangi bir olası bulaşmadan kaçınmak için ekip çok çaba sarf etti; fosilin çevresine bir metrelik tortuyu bıraktılar ve yapıştırıcı ya da koruyucu kullanmadılar. Ayrıca bildirilene göre, ekip kütle spektrometresinin her bir parçasını temizleyebilmek için metanol içinde bekletti.
Son analizlerde, ikisi 2009’da belirlenen proteinlerle örtüşen şekilde, sekiz protein parçası saptandı. Schweitzer, iki serinin de kirlenme kaynaklı olmasının hemen hemen imkânsız olduğunu belirtiyor.
Basın bildirisine göre, toplanan kollajen, modern krokodiller ve kuşlarda bulunanlar ile benzerlik gösteriyor. Araştırmacılar, tam olarak hangi süreçlerin proteinlere milyonlarca yıl boyunca ayakta kalma olanağı tanıdığından emin değiller. Fakat bazı şüpheciler de bunların kir olmadığı fikrine ısınmaya başlıyor. Kopenhag Üniversitesi Doğal Tarih Müzesi’nden Enrico Cappellini, Schweitzer’in önceki çalışmalarına kuşkuyla yaklaşmış olmasına rağmen, kanıtların makul bir kuşkunun ötesinde özgün olduklarına tamamen ikna olduğunu belirtiyor.
Diğer yandan, yakın zamandaki ikinci duyuru, karışık değerlendirmelerle karşılandı. Nature Communications’da geçtiğimiz haftalarda yayımlanan çalışma, 195 milyon yıllık uzun boyunlu ot yiyen dinozor Lufengosaurus’un kaburga kemiği çatlağındaki protein kanıtını belgeliyor.
Araştırmacılar, Tayvan’daki Ulusal Sinkroton Radyasyonu Merkezi’nde ışın demeti kullanarak kemiğin kimyasal bileşimini inceledi. Basın bildirisine göre, tarama, kemiğin içindeki ince kanalların hematit kristalleri taşıdığını ortaya çıkardı. Büyük olasılıkla, bunlar kırmızı kan hücrelerindendi ve damarlardan kollajen proteinler taşıyor olabilirlerdi.
Edinburgh Üniversitesi’nden paleontolog Stephan Brusatte, BBC’den Helen Briggs’e ikna olduğunu söylüyor ve ekliyor: “195 milyon yıllık dinozor fosilinde protein bulmak sarsıcı bir keşif. Gerçek olamayacak kadar iyi geliyor kulağa, ama bu ekip bulgularını doğrulamak için her metodu kullandı ve desteklendiği görülüyor.”
Fakat tüm araştırmacılar çalışma hakkında coşkulu değil. Schweitzer, sinkroton verisinin çok güçlü ama sınırlı olduğunu ve doğrulayıcı kanıtları görmek isteyeceğini söylüyor. Ekibin de bulguları doğrulamak için başka uzmanlarla birlikte çalışmasını umuyor.
Tarihi kemiklerdeki proteinin keşfi, farklı dinozorlar ve soyu tükenmiş türler arasındaki evrimsel ilişkiyi saptamak konusunda biliminsanlarına yardımcı olabilirdi, fakat proteinler DNA taşımıyor. Ne yazık ki, Jurassic Park hâlâ ufukta değil.