Ana Sayfa Bilim Gündemi Renk tanımlama becerisi biyolojik mi, yoksa kültürel mi: Gökyüzünün rengi ne?

Renk tanımlama becerisi biyolojik mi, yoksa kültürel mi: Gökyüzünün rengi ne?

379

Yukarıdaki fotoğrafta, Amazon yerlilerinden Tsimanelerden bir kadın, bilişsel bilimcilere, kendi dillerinde renkleri nasıl tanımladıklarını anlatıyor.  Bazı avcı-toplayıcılar, renkleri çoğu insanın yaptığı şekilde tanımlamıyor. Nedeni ne olabilir?

Gelişmiş dünyadaki herhangi bir çocuğa gökyüzünün rengini sorarsan, aynı cevabı alırsın. Fakat Amazon’dan bir avcı-toplayıcıya sorarsan, “mavi” kelimesini duymak biraz zaman alabilir. Renk tanımlama yeteneğinin, birçok bilim insanın düşündüğünün aksine, biyolojimizde kök salmayan bir nitelikte olduğunu ortaya koyan yeni bir çalışmanın sonucudur bu. Ve bu, dil gelişiminin dünyamızı gerçekte nasıl gördüğümüzden çok, kültürümüzde kök salmış olabileceği anlamına geliyor.

Çalışmayı yapmak için, Cambridge’deki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde bilişselbilimci olan Edward Gibson, Amazon Nehrine bir araba aküsüyle çalışan ışık kutusu ve 80 standart renk parçası götürdü. Güney Amerika’nın ormanlarında yaşayan ve yakın çevredeki diğer gruplardan ayrı olarak kendi dillerini geliştiren bir avcı toplayıcı grubu olan Tsimane halkıyla bağlantı kurmak istedi.

Tsimane halkı, renkler için, Amerikan İngilizcesi ve Bolivya İspanyolcası konuşanlardan daha az kelimeye sahiptir. Çalışma ekibinin Ulusal Bilimler Akademisi Tutanakları’na sunduğuna göre; Tsimane halkı, her renge ne diyeceği konusunda anlaşmakta zor zamanlar geçirdi.

Ancak tüm renkler eşit değildi. Siyah, beyaz ve kırmızı renk geldiğinde, Tsimane halkı bu renkleri tanımlamada yabancı muadilleri kadar iyiydiler. (Afrika’da Hadza avcı-toplayıcıları ile 2015 yılında yapılan araştırmada da benzer bir sonuç ortaya çıkmıştı.) “Siyah” ve “beyaz” kelimeleri evrensel kavramlar olan “açık” ve “karanlık” kelimelerinden türetilme eğilimindedir ve “kırmızı” kan rengi olduğu için kolayca tanımlanabilir. Maryland Bethesda’daki Ulusal Sağlık Enstitülsu’nde görevli bir sinirbilimci ve çalışma lideri olan Bevil Conway, “Bu, dillerin renklerle iletişim kurma biçiminin tek evrensel ilkesi olabilir” diyor.

Dahası, çalışmadaki üç dil de, sarı ve turuncu gibi “sıcak” renkleri tanımlamada daha başarılıydı. Ancak mavi ve yeşil gibi “soğuk” renkleri tanımlamada daha başarısızdılar. Az gelişmiş renk kelimeleriyle bile Tsimane halkı, sıcak renkleri tanımlamada soğuk renklere oranla daha başarılıydı. Çalışma aynı ilkenin İngilizce ve İspanyolca’da geçerli olduğunu gösterdi. Bu, kültürler arası kesişen renk terimlerinin, bir başka özelliği olarak görünüyor.

Nedenini öğrenmek için Gibson ve Conway, Microsoft tarafından toplanan 20.000 fotoğraf içeren bir veri setini de inceledi. Bu görüntülerde, serin renkli piksellerin fotoğrafın arka planını (ağaçlar, gökyüzü vb.) kaydetme olasılığı ve sıcak renkli piksellerin yiyecek veya giyecek gibi “davranışsal olarak uygun” bir nesneyi temsil etme olasılığı daha yüksektir.

“Konuşmak istediğimiz nesneler sıcak renklidir” diyor Gibson. Bir insan avcı-toplayıcı bir toplumda ya da sanayileşmiş bir toplumda yaşıyor olsa da, açıklanmaya ihtiyaç duyulan nesneler sıcak renklidir, bu nedenle diller bu renkler için daha fazla kelime geliştirir. “Renkleri dışında aynı olan iki şeye sahip olduğumuzda, bir renk için bir kelimemiz oluyor” diyor ve ekliyor: “Evet, gökyüzü mavi, ancak iki gökyüzü yok.”

“Diller arasındaki renk tanımlamaları farklı değil, çünkü insanlar farklı şeyler görüyor” diye açıklıyor Gibson. Renk sözcükleri kültürler arasında farklılık gösterir, çünkü bu kültürler dil için farklı şeylere gereksinim duyarlar. “Avcı-toplayıcılarla aynı renkleri görüyoruz” diyor, “fakat onlar bu renkleri etiketlemek zorunda değil.”

“Sanayileşmiş kültürlerdeki insanların renk konusunda daha gelişmiş bir dile sahip olmalarının bir başka nedeni ise seçim yapabilme yeteneğiyle ilgilidir” diyor, Birleşik Krallık’ta Essex Üniversitesi’nden bir bilişsel psikolog olan ve Namibya ve Papua Yeni Gine yerli halkının renk kelime haznesi üzerinde çalışan Debi Roberson. “Ürettiğimiz ortamda yaşıyoruz, giysilerimizin veya başka bir şeyin rengini seçebiliyoruz” diyor. “Eğer doğal bir çevrede yaşıyorsanız, renk üzerinde herhangi bir kontrolünüz kesinlikle yoktur.”

KaynakScience Mag
Önceki İçerikYüzyıldır erkek olduğu düşünülen Viking savaşçısı kadın çıktı!
Sonraki İçerikİnsan göçünde tarihin anahtarı kadınlar mı?