Ünlü Amerikan biyograf ve felsefe tarihçisi Steven Nadler’ın 2013’te yayımlanan Filozof, Rahip ve Ressam: Descartes’ın Bir Portresi(The Philosopher, The Priest and the Painter)
kitabı, Eylül 2017’de Türkçe’ye çevrildi. Descartes, Spinoza ve Leibniz ağırlıklı olmak üzere 17. yüzyıl felsefesi üzerine çalışmalarını yoğunlaştıran Nadler’ın bu kitabı, Descartes hakkında bir biyografiden daha fazlası. Eser, Descartes’ın karakteristik portresinin bilinenin aksine Hollandalı ressam Frans Hals’e ait olmayıp, onun yaptığı portrenin bir kopyası oluşunun ortaya çıkması üzerine, bir araştırma ve fikir yürütme çalışması. Bu ilginç ve zor konusuyla, özel bir ilginin sonucu olduğu anlaşılıyor.
Konu: Felsefenin yeni miladı
Felsefe üzerine yapılan konuşmalarda başlangıç, Sokrates ya da daha öncesine gidilerek Thales veya Pythagoras ile Antik Yunan olarak alınabiliyor. Bazı perspektiflere göre bu, Eski Mısır’daki matematik ve astronomi çalışmalarını gösterge kabul ederek daha da geçmişe gidiyor; son yıllarda ise ilgi daha çok Antik Hint ve Çin bölgesindeki “bilgelik” usulüne kaydı. En az 2500 yıllık bir tarihi ele alırken bu farklılıklar normal kabul edilebilir; fakat tartışma götürmeyen bir şey, bugünkü anlamıyla felsefenin, yani modern felsefenin başlangıcının Descartes, 17. yüzyıl olduğudur. Bu bakımdan, bugünün felsefesi için Descartes’ın “paltosundan” çıkmıştır demek fazla olmaz. En azından felsefenin içinden çıktığı paltoların sahiplerinden bir tanesinin Descartes olduğu kesin. Neticede “Hepimiz Gogol’ün paltosundan çıktık” sözünün sahibi Dostoyevski de, bunu söylerken, realist Rus edebiyatı için teknik ve konu bakımından Gogol’ün Palto adlı uzun öyküsünü kastediyordu. 17. yüzyıl, filozoflar, sanatçılar, tarihçiler ve doğabilimcileri/gözlemcileri ile dolu bir çağ olması sebebiyle modern dünya için bir milat arz eder. Dolayısıyla kitap, bu büyük alana bakmasıyla önemini kendiliğinden kabul ettiriyor.
Yazar, giriş bölümünde kitabının amacını ilan ediyor: “Hals’in portresinin orijinalliğinin ve parıltısının hakkının teslimi”. Bunun yanında konuya açıklık da getiriyor: “Descartes’ın hayatının büyük bir bölümü burada anlatılan hikâyenin kapsamı dışında kalıyor”. Fakat özellikle de kitabın en çok renk çaldığı alanın modern Avrupa’nın tarihi olması sebebiyle okur merak içinde kalıyor ve yeni okumalara ihtiyaç duyuyor. Dönemin Hollanda’sının özgür ortamı ve filozofun kimi “özel konuları” da bu merakı iyice artırıyor.
Özellikle “Filozof” bölümünde anlatılan Descartes’ın 1618’den itibaren başlayan Avrupa turu ve “Rahip” bölümünde açıklanan idari tarz, Hollanda’nın Avrupa tarihindeki şahsına münhasır yerini anlamak için dikkat çekici anekdotlar. Resim üzerine kuvvetli bilgiler içeren “Ressam” bölümünde ise, bir sanat tarihi etüdüne girişilmiş oluyor. Bunun yanında “Hayatta Bir Kere” bölümünden itibaren kitapta bilgi, “ben”, Tanrı, cisim, uzam, hareket gibi konularla Descartes’ın felsefesine de oldukça irdeleyici biçimde yer verilmiş olması, yine okura kendini özel hissettiren bir ayrıntı. Bu yönleriyle, düşünceleri, hatta felsefesi bilinmek istenen bir filozofun yaşadığı dönemi bilmek gerektiği gibi, onun bir şahıs olarak ne yaşadığını da bilmenin zaruriliğini akla getiren bir çalışma ile karşı karşıyayız. Kitabı okuduktan sonra gündeme gelen bir başka şey ise şu oluyor: Bir tabloya aşina olmak mümkündür, örneğin bir portreye, fakat o portredeki kişi ve resmeden ayrıntılı bilinmeden bu aşinalığın yüzeysel kalmadığı nasıl iddia edilebilir?
Bir son not olarak, bu farklı odak noktalarıyla kitabın eklektik bir yapıya sahip olduğu hissi uyanıyor; fakat bu, güzel ve değerli bir okuma oluşundan da bir şey eksiltmiyor. O halde Descartes’ın felsefesine atıfla ve dilin kendine özgü tahrif hakkından alınmış bir payla sorabiliriz; “Descartes’ın paltosu gerçek mi?”
– Steven Nadler, Filozof, Rahip ve Ressam: Descartes’ın Bir Portresi, Alfa Yayınları, 2017, 272 s.