Hindistan ile Svalbard arasında neredeyse 13 bin km var. Fakat artık mesafeler önemsiz, üstelik sadece insanlar için değil, çok daha küçük organizmalar, mesela virüsler, bakteriler ve hatta birtakım genler için bile… Peki ya mesafelere direnen bu genler aynı zamanda en zayıfından en güçlüsüne, bilinen tüm antibiyotiklere de direnen kimi gen varyantlarıysa? Environment International dergisinin 28 Ocak günü yayımladığı bir makale bu genlerin, özellikle de içlerinden blaNDM-1 isimli olanının Yeni Delhi’den Kuzey Buz Denizi’ndeki Svalbard’a uzanan öyküsünü anlatıyor.
Svalbard, Avrupa’nın idari bakımdan en kuzey noktasında yer alan, Norveç’e bağlı takımadalara verilen isim. ABD’deki Newcastle, York ve Kansas Üniversiteleri ile Çin’deki Xiamen Bilim Akademisi’nin ortaklaşa yürüttüğü çalışma bu takımadalardan birinde, 100 kadar insanın ve küçük çaplı bir yaban hayatın hüküm sürdüğü Kongsfjordan isimli adada gerçekleştirilmiş. Sıcaklığın, DNA’nın 12 ay bozulmadan saklı kalabileceği kadar düşük seyrettiği, fakat toprağın, kesintisiz devam eden sıcak su akıntıları sayesinde donmadığı özel bir alan Kongsfjordan. Bir yandan da insan etkisini kısıtlar biçimde diğer karasal alanlardan yeterince uzak. Bu anlamda küresel bir sağlık krizi olmaya aday antibiyotik direnci meselesinin nerelere uzandığını anlamak açısından biçilmiş kaftan. Nitekim araştırmacıların 2013 yazında, adanın farklı noktalarından topladıkları toprak örnekleri DNA ve jeokimyasal içerik bakımından incelendiğinde hem çalışma sahası seçiminin doğruluğu hem de antibiyotik direnci meselesinin ciddiyeti doğrulanmış oldu. Zira sonuçlar gentamisin ve sisomisinden karbapeneme kadar 9 büyük antibiyotik sınıfına dirençle ilişkili toplam 131 antibiyotik direnç geninin saptandığını gösteriyor. Bunlardan tüm gruplarda saptanan 39’unun otokton, yani insan dışı, doğal faktörlerden kaynaklanan diziler olduğu düşünülüyor; mesela pncA geni. Bu gen çoklu ilaç direnci gösteren tüberkülozun tedavisinde kullanılan pirazinamide direnç sağlıyor. Kısa süre önce bu sebeple Dünya Sağlık Örgütü’nün kara listesine giren bu genin kutup dairesindeki varlığı, doğal çevre kaynaklı olduğuna işaret ediyor. Fakat kalanlar için aynı şeyi söylemek mümkün değil: Özellikle de ilk defa 2010’da, Kongsfjordan’ın 13 bin km ötesinde, Yeni Delhi’de saptanan blaNDM-1 geni söz konusu olduğunda…
blaNDM-1 geni, NDM-1 isimli bir protein kodluyor. Bu protein sayesinde bir dizi bakteri, pek çok hastalık durumunda son çare olarak başvurulan karbapenemlere dirençli hale geliyor. Bu genin yeni varyantları Yeni Delhi’den sonra 100’ü aşkın ülkede saptandı. Fakat bu kadar kısa süre içinde, dünyanın diğer ucundaki, antibiyotik-öncesi dönemi yansıtacak kadar el değmemiş bir adada görülmesi, araştırmacıların “Antibiyotik Direnci Kirliliği” olarak nitelendirdiği sorunun göstergesi. Peki bu durumun sorumlusu kim, ya da ne?
Zincirin bir ucunda söz konusu gen varyantlarını adaya taşıyan göçmen kuşlar yer alıyor. Diğer ucunda ise bu kuşların çıkış noktasında yaşayan ve aşırı/gereksiz antibiyotik kullanımından vazgeçmeyen insanlar yer alıyor. Antibiyotiklerin küresel düzeyde aşırı kullanımı bakteri genomunun direnç kazanma yönündeki evrimini hızlandırıyor ve ortaya yeni peyda olmuş, antibiyotiklere dirençli süpermikroplar çıkıyor. Bu bakterilerin bulaştığı sular ise insandan hayvana geçişin köprüsünü oluşturuyor. Bu şer zinciri nasıl mı kırılmalı? Cevabı çalışmanın başyazarı, Newcastle Üniversitesi’nden Clare McCann versin: “Antibiyotiklerin tıp ve zıraatteki kullanımının idaresi elbette önemli, fakat su ve toprak aracılığıyla direnç aktarımının nasıl gerçekleştiğini anlamamız gerekiyor. Bu anlamda atık yönetimi ve su kalitesinin küresel ölçekte iyileştirilmesi en temel adım olacaktır.”
Kaynaklar:
1) McCann ve ark., “Understanding drivers of antibiotic resistance genes in High Arctic soil ecosystems”, Environment International, 28 Ocak 2019.
2) Newcastle University Press Office, “‘Superbug gene’ found in one of the most remote places on earth”, 28 Ocak 2019; https://www.ncl.ac.uk/press/