
Sanayileşmiş ülkelerin, özellikle de Batı Avrupa’nın yaşam kalitesi ölçeklerindeki liderliğine alıştık. Ancak görünen o ki bu sanayileşmenin, en azından izlenen yol ölçüsünde, çok ağır bir bedeli var: Doğurganlık kaybı. Andrology dergisinin Mayıs 2019 sayısında yayımlanan ulusal ölçekli bir çalışmayla uyarı sinyalini veren ülke ise, Avrupa’nın rehaf düzeyi en yüksek seviyelerdeki gözbebeklerinden İsviçre. Cenevre Üniversitesi araştırmacılarının yaşları 18-22 arasında değişen 2.523 erkek birey üzerinde yürüttüğü sperm kalitesi analizinin sonuçları orta vadede nüfus artışını dahi etkileyecek düzeyde bir gerilemenin söz konusu olduğunu gösteriyor. Ülkenin farklı eyaletlerinden gelip askerlik görevi için başvuran gençlerden araştırmaya katılmaya gönüllü olanlar üzerinde gerçekleştirilen çalışma, İsviçre’nin sperm kalitesi anlamında Avrupa’nın en geri ülkesi olduğunu ortaya koyuyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2010 yılında sperm sayısı, hareketliliği ve şekline getirdiği normal sınırlar temel alındığında mililitrede 47 ila 128 milyon spermlik aralığın en gerisinde kalanlar, İsviçre’den sonra Almanya, Danimarka ve Norveç. Skalanın sağlıklı ucunda ise Finlandiya, Estonya, Latviya, Litvanya ve İspanya yer alıyor. Peki sanayileşmiş ülkelerde ortalama sperm sayısını elli yılda 99 milyon/mL’den 47 milyon/mL’ye, yani neredeyse yarı seviyesine düşüren temel etken ne? Genetik mi? Hayır. Yaşam koşulları mı? Bir ölçüde…
Aslında sperm kalitesindeki düşüşü gösteren ilk çalışmalar doksanlarda yayımlanmaya başlandı. Ancak tüp bebek ve benzeri yöntemlerdeki başarı oranını çok yukarılara taşıyan gelişmeler meselenin rafa kaldırılmasına sebep oldu. Oysa doğurganlıktaki sorun olduğu yerde kalıp büyümeye devam etti. Öyle ki bugün erkek doğurganlığı pek çok ülkede esaslı bir sosyal kriz noktasına ulaşmış durumda. 12 ay boyunca korumasız cinsel ilişkinin döllenmeyle sonuçlanmaması olarak tanımlanan kısırlık, sperm sayısının mililitrede 15 milyonun altına düşmesiyle başlıyor, ancak 40 milyon ve altı, doğurganlığın azaldığı riskli bölge olarak görülüyor. İsviçre çalışmasının sonuçları genç İsviçreli erkeklerin ortalama 47 milyon/mL ile bu sınıra çok yaklaştığını gösteriyor. Biraz daha detaya inildiğinde 15 milyon/mL’lik sınırı geçemeyenlerin oranı %15; sperm formu bozukluğuna sahip olanlarınki %43, sperm hareketliliğinde sorun yaşayanlarınki ise %25. Sonuçta gençlerin %60’ında analize tabi tutulan üç parametreden biri bozuk. Katılımcıların aile öykülerinin de incelendiği çalışmada bu düşüşe neyin sebep olduğuna dair bazı ipuçları verilmiş. Örneğin düşük sperm yoğunluğunun istatistiksel açıdan anlamlı düzeyde artış gösterdiği temel etken, hamilelikte annenin sigara kullanımı olarak tanımlanmış. Tüketilen gıdalarla, özellikle et ürünleriyle vücuda alınan östradiol; plastik eşyalardaki bisfenoller; ya da sperm üretiminin gerçekleştiği 34 derecelik ortam sıcaklığını bozan dar pantolonlar… Bunların hepsi sperm üretimini sekteye uğratan irili ufaklı sebepler. Fakat öylesine yaygın ve sistematik bir etken var ki kaçmak pek de mümkün gözükmüyor: Tarımda kullanılan pestisitler yani böcek ilaçları.
Cenevre Üniversitesi’nin çalışmasında bölgesel farklılıklar ortaya konmamış; bu anlamda kırsal alanla şehirler arasındaki fark sonuç düzeyinde kendini göstermiyor. Ancak bu farkın açıkça ortaya konduğu başka pek çok çalışma var. Missouri Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin 2003’te gerçekleştirdiği karşılaştırmalı analiz bunlardan en bilineni. Buna göre ABD’nin şehirleşme düzeyi bakımından farklılık gösteren dört bölgesinde, Missouri, California, Minnesota ve New York’ta yürütülen çalışmada en yüksek sperm sayısı, hiç tarım alanı bulunmayan New York şehri sakinlerine ait çıkmış. Fransa’da tüp bebek merkezlerine başvuran, doğurgan olmayan kadınların eşleri üzerinde yürütülmüş 2014 tarihli bir çalışmada da benzer sonuçlara ulaşılmış: Tarım alanı bakımından zengin bölgelerin sakinlerinde sperm sayısının daha az olduğu belirlenmiş.
Nüfusun düşük seyrettiği on binlerce yıllık avcı-toplayıcı yaşamdan sonra modern insanın nüfusundaki ilk katlanma tarıma geçişle olmuş, ikinci büyüme ise sanayileşmeyle yaşanmıştı. Görünen o ki sanayileşmiş tarım, gıda miktarını katlayarak sağkalımı artırmak gibi dolaylı etkilere sahip olmakla birlikte, evrimin ve doğal seçilimin kalbinde yatan doğurganlık başarısını hiç de olumlu etkilemiyor. Çocuk sahibi olma yaşının kadının da doğurganlığının azaldığı ileri yaşlara hızla çekildiği günümüz koşullarında erkek doğurganlığının girdiği darboğaz nüfus yapısını etkileyecek önemli bir sosyal sorun olmaya aday. Bu sorun tüp bebek merkezleriyle ne kadar aşılır ve -kendi açımızdan bakacak olursak- pestisitlerden pek de uzak durmayan bir tarım ülkesi olan Türkiye bu sorunun neresinde, merak konusu.
Kaynak
Rahban R. ve ark., “Semen quality of young men in Switzerland: a nationwide cross‐sectional population‐based study”, Andrology, 21 Mayıs 2019.