Yaradılışçıların şöyle bir mantıkları var: “Evrim Kuramı’nın açıklayamadığı olgular varsa Yaradılış görüşü doğrudur”. Bu düşünüş biçimi, aslında onların bilimsel çalışma tarzından ne kadar uzakta olduklarını gösterir. Bilimsel düşünüş ile dinsel düşünüş biçimleri arasındaki fark bu noktada ortaya çıkar.
Yaradılışçıların mantığı
Yaradılış görüşü “kutsal ve mutlak doğrular” dünyasından kalma. Bilimsel Devrim öncesinin dinsel ve büyüsel düşünüş ikliminde üretilmiş. Bu dönemde kutsallık atfedilen önermeler, sorgulanmadan, usa vurulmadan, kanıtlanmaya gerek duyulmadan doğru kabul edilirdi. Böyle bir mantıkla ve düşünüş tarzıyla bilim alanına giren Yaradılış savunucuları, doğal olarak bilimden de bir kutsal kitap istiyorlar.
Onların mantıklarına göre, bilim de her şeyi en ince ayrıntısına kadar açıkladığı bir mutlak doğrular bütünü ortaya koymalıdır; bunu yapamaz ise o zaman dinsel düşünce ve Yaradılış doğrudur. Bilimin henüz açıklayamadığı olguları sayıp dökerler ve bunların kendi görüşlerinin kanıtları olduğunu varsayarlar.
Bilimin “bir bileni” yok
Böyle bir mantık bilime yabancıdır. Bilimin bir kutsal kitabı yoktur. Bilim her şeyi açıkladığı iddiasında değildir; böyle bir iddiada bulunursa kendini reddetmiş ve bir tür dine dönüşmüş olur. Bilim her şeyi bildiğini değil, her şeyin “bilinebileceğini” söyler ve bu sonsuz bir yolculuktur. Bilim, bilinenler dünyası ile bilinmeyenler dünyasının sınırında yapılır. Bilimcilerin uğraşı, bilinmeyenler dünyasından parçalar kopararak bilinenler dünyasına eklemektir.
Bilimciler, mevcut kuramla açıklayamadıkları yeni olgular ve yeni verilerle karşılaştıklarında heyecanlanırlar ve sevinirler. Bu, yeni olguları da açıklayacak daha kapsamlı bir bilimsel kuramın kapıda olduğunun göstergesidir. Bilim böyle gelişir. Bilimci mevcut kuramdan şüpheye düştüğü zaman eskiye dönmez, daha gelişkin bir kuramın peşine düşer.
Bilimde geriye dönüş yok, aşmak vardır
Örneğin, 20. yüzyılda insanın ufku pratik olarak da en küçükler ve en büyükler dünyasına ulaştığında Newton yasalarının sınırlılıkları ve yetersizlikleri görüldü. Atom altı parçacıklar ve ışık hızına yakın hızlar söz konusu olduğunda Newton’un kuramıyla açıklanamayan bazı olgular birikmeye başladı. Bu durumda bilimciler Batlamyus’un kutsal evren modeline geri dönmediler. Bu yeni olguları da açıklayabilecek yasaların peşine düştüler ve ortaya Görelilik ve Kuantum kuramları çıktı.
Görelilik ve Kuantum Newton’u çöpe atmadı; onun açtığı yolda daha da ilerledi. Bu anlamda Görelilik ve Kuantum, Newton yasalarının daha da kapsamlı bir kanıtını sunmuş oldu. Darwin’in Evrim Kuramı’nın da yetersiz kaldığı, açıklayamadığı bazı olgular ortaya çıkarsa, herhalde Yaradılış görüşüne geri dönülmeyecektir; o dönem aşılmıştır artık. Darwin’in açtığı yoldan ilerlenecek ve daha kapsamlı kuramlara ulaşılacaktır. Mendel’le başlayan ve genetik devrim ile büyük ivme kazanan gelişmelerle böyle bir yola çoktan girilmiştir zaten.
Kısacası, Kopernik, Bacon, Descartes, Galilei, Kepler, Newton ve Darwin’le simgelenen Bilimsel Devrim ile birlikte, insanlık artık kutsal ve mutlak modelleri aşmıştır. Bu yoldan geri dönüş yok; ancak ilerlenebilir.
Ancak bilimsel yöntemi ve düşünüş biçimini sindirememiş, Bilimsel Devrimin gerisinde kalmış olanlar, “Newton’un açıklayamadığı olgular var, o zaman Batlamyus doğrudur” veya “Darwin’in açıklayamadığı olgular var, o zaman Yaradılış doğrudur” türünden savlar ileri sürebilirler.