Ana Sayfa Bilim Gündemi Irk kavramının sorgulanması ve Yeni Fiziki Antropoloji akımı

Irk kavramının sorgulanması ve Yeni Fiziki Antropoloji akımı

2064
0

19. yüzyıl boyunca ve 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar fiziki antropolojinin temel ilgi alanı ırkların tanımlanması ve tasnifiydi. Günümüzde ise fiziki antropologlar türümüzün sahip olduğu klinal çeşitlilikleri ve adaptasyonları incelemekteler. Irk kavramı gerek fiziki antropologlar gerekse evrimsel genetikçiler tarağından terk edilmiştir.

Sunuş

Okuyacağınız makale Barış Özener’in Evrensel Basım Yayın’dan çıkan İnsan Çeşitliliği adlı kitabından alınmıştır. Bu kısa ama çarpıcı bölümü, Özener ile yaptığımız söyleşiyi tamamlayıcı niteliği dolayısıyla okurlarımıza sunmak istedik.

20. yüzyılın ikinci yarısına kadar Amerika merkezli kalıtsalcı zekâ kuramı üzerinde çalışan psikologlar, ırkların zekâ farklılıklarını ortaya koyma telaşındayken, fiziki antropologlar kan grupları ve morfometrik ölçümler kullanarak ırk tasnifleri yapmaya devam ediyordu. Ancak az sayıda biyolog ve antropolog, insanları ırklara ayırmanın üretken bir çaba olmadığını ve insan çeşitliliğini açıklamak adına artık işlevini yitirdiğini savunmaya başladı.

Evrimsel biyolog Julian Huxley (1887-1975), insanı zoolojik bir tür gibi alt türlere ayırarak incelemenin anlamsızlığını vurguladı.

Yeni Darwinizm’in önde gelen savunucularından, evrimsel biyolog Julian Huxley, 1939’da kaleme aldığı Avrupa’da Irk adlı eserinde, 19. yüzyıldan kalma Aryan Irkı mitolojisiyle adeta dalga geçerek, insanı zoolojik bir tür gibi alt türlere ayırarak incelemenin anlamsızlığını vurguladı (Huxley, 1939).

Huxley’in izinden giden Ashley Montagu, insan toplumlarını sınıflara ayırmak için kullanılan ırk kavramına ilk kez yüksek sesle karşı çıkan antropolog oldu. Montagu, 1945’de kaleme aldığı “Antropolojide Etnik Grup Teriminin Kullanımı” adlı makalesinde ırk kavramının karmaşık insan çeşitliliğini açıklamakta yetersiz kaldığını iddia ederek, ırk yerine etnik grup teriminin kullanılmasını önerdi. Montagu etnik grubu; coğrafi ve sosyal engeller gibi ayrıştırıcı mekanizmalar nedeniyle fiziki ve kültürel farklılıklar taşıyan topluluk olarak tanımladı. Bu tarihten itibaren çok fazla biyolojik anlam içermeyen etnik grup terimi antropologların ırk kavramı yerine yaygın olarak kullanacağı kavram olacaktı (Montagu, 1945).

Montagu, insan grupları arasında var olan biyolojik farklıkları reddetmedi; ancak gözlenen çeşitlilik dâhilinde keskin sınırların olmadığını vurguladı. Örneğin, deri rengi çeşitliliği arada boşluk olmaksızın o kadar devamlıdır ki, bu devamlılık popülasyonları ayırmayı imkânsız hale getirir. Antropologlar göç, mutasyon, seçilim, izolasyon ve genetik sürüklenme gibi kavramları kullanarak dinamik bir “genetik ırk” kuramı geliştirmek zorundaydı. American Anthropologist dergisinde 1942’de yayımlanan makalesinde Montagu, ırkları belirli bir coğrafi bölge kapsamında bir popülasyonda meydana gelen genetik değişim sürecinin bir sonucu olarak tanımladı. Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi ırk, 19. yüzyılın tipolojik yaklaşımının aksine statik değil dinamik bir kavramdı (Montagu, 1942). İnsan çeşitliği üzerinde çalışan antropologların amacının sınıflandırmak değil, çeşitliliği meydana getiren evrimsel etmenleri araştırmak olmalıdır diye ekleyen Montagu, fiziki antropolojide 1950’lerle beraber ortaya çıkacak dönüşümün ilk habercisi oldu.

Ashley Montagu (1905-1999), insan toplumlarını sınıflara ayırmak için kullanılan ırk kavramına ilk kez yüksek sesle karşı çıkan antropolog oldu.

Amerika’daki göçmenler ve ırklar arasındaki ilişkiler üzerinde çalışmalarını yürüten sosyolog Henry Fairchild ırk kavramının anlamsızlığı üzerinde Montagu ile aynı görüşleri paylaşan bir diğer bilimciydi. Fairchild 1944 yılında Harper’s Magazine adlı dergide ırk farklılıklarının önemsiz olduğunu iddia ederken, iddiasını kanıtlamaya yönelik yedi argüman sıraladı. Fairchild’ın aşağıda sıralanan argümanlarının insanın kökeni ve çeşitliliği üzerindeki dönemin tartışmalarına ışık tuttuğunu görüyoruz (aktaran Mielke ve ark., 2010).

1) Tüm insanlar aynı kökenden gelmektedir.

2) Tüm ırklara mensup insanlar farklı oluşlarından ziyade, benzerdirler.

3) Popülasyona dahil uç örnekler arasındaki farklılık, farklı ırkların ortalamaları arasındaki farklılıktan daha yüksektir.

4) Farklı ırkların uç özellikleri örtüşebildiğinden dolayı, belirli bir ırkın bireylerinin sahip olduğu bir takım özel nitelikler, bir diğer ırkın karakteristiği olması beklenen özelliklerden daha gelişmiş ve gözle görülür halde olabilir.

5) Günümüzde saf ırk yoktur.

6) Tüm ırklardan insanlar birbirleriyle çiftleşip çoğalabilirler ve bu yolla oluşan melezleşmenin herhangi bir zararı yoktur.

7) Zekâ testleri bir milletin zekâ ve becerilerini yansıtmaz. Zekâ ve beceri eğitim ve diğer çevresel etmenler ile şekillenir.

Bir taraftan antropologlar arasında ırk tasniflerine ilişkin süren tartışmalar devam ederken, Ukrayna kökenli ünlü genetikçi Theodosius Dobzhansky 1944’de ırkın genetik olarak tanımını yapan ilk bilimci oldu. Dobzhansky, ırkları, bazı gen ya da genlerin frekansları yönünden farklılık gösteren popülasyonlar olarak tanımlıyor, karşılıklı geçiş potansiyeli olan genlerin sınırlarının ırkları ayırdığını vurgulamayı da ihmal etmiyordu. Bu tanıma göre ırklar aktif birimlerdi ve değişmeye müsaitti. Dobzhansky, başta Ashley Montagu olmak üzere bir dizi antropoloğun ırksal sınıflandırma karşıtı görüşlerine katılmıyordu. Ona göre insanların mevcut çeşitliliğini sınıflandırmak, hayvanlardaki çeşitliliği alt türler kapsamında sınıflandırmak kadar doğaldı (Dobzhansky, 1963).

Irklar ve evrim konusunda süren tartışmalar, 1950 yılında Cold Spring Harbor laboratuvarlarında gerçekleştirilen “İnsanın Evrimi ve Kökeni” isimli, birçok ünlü antropoloğun yanı sıra, Dobzhansky, Haldane, Mayr gibi ünlü evrimsel biyologların da katılımıyla gerçekleştirilen toplantıyla yeni bir boyut kazandı. Bu sempozyumdaki ana tartışma konusu, Darwin’in evrim kuramının Mendel genetiği ile birleştirilmesi sonucunda ortaya çıkan sentetik teorinin insan evrimine uyarlanmasıydı. Toplantı sonunda, insan evrimi kapsamında tanımlanmış çok sayıda cins ve türün “Homo” olarak isimlendirilen tek bir cins altında toplanmasına karar verildi. Diğer taraftan paleoantropologların basit morfometrik ölçümlere dayalı tür tanımlama yöntemleri (morfotür) taksonomistler tarafından etraflıca eleştirildi. Sempozyumun sonuç bildirgesinde, modern evrimsel sentezin, biyolojik tür kavramının ve taksonomik isimlendirme kurallarının fiziki antropolojide kullanılması yönünde ortak bir görüş birliği oluştu. Bu toplantının ardından fiziki antropolojide modern sentezin etkileri açıkça görülmeye başlandı.

ABD’li sosyolog Henry Fairchild (1880-1956) ırk farklılıklarının önemsiz olduğunu iddia ederken, iddiasını kanıtlamaya yönelik yedi argüman sıralamıştı.

1951 yılında Sherwood Washburn’un “Yeni Fiziki Antropoloji” isimli makalesi, söz konusu değişimin en önemli mihenk taşı oldu. Washburn makalesinde fiziki antropologların bakış açılarını ve yaklaşımlarını değiştirmelerinin vaktinin geldiğini vurgulayarak, yeni sentez öncesi ve sonrasında fiziki antropolojinin çalışma prensiplerini basit biçimde aktardı. Eski yaklaşım farklılıkların basit tanımına ve çeşitliliğin hiyerarşik biçimde tasnifine dayalıydı. Adaptif olmadığına inanılan çok sayıda vücut özelliği ırkları sınıflandırmak için kullanılıyordu. Washburn’a göre yeni fiziki antropoloji evrimsel süreçlerin mekanizmaları üzerinde odaklanmalı ve dinamik bir bakış açısı benimsemeliydi. Sınıflandırma arka planda kalmalı, süreçler ve buna bağlı varyasyonların nedenleri ve sonuçları ön plana çıkmalıydı. Aynı zamanda yeni fiziki antropolojik yaklaşım hipotezlerin oluşturulmasında bilimsel kanıtların önemi üzerinde yoğunlaşmalıydı (aktaran, Fuentes, 2010).

Yeni yaklaşımının bilimadamları arasında kabul görmesi için zamana ihtiyaç vardı. Sadece antropologlar değil, ünlü taksonomistler (örn. Ernst Mayr) ve genetikçilerin (örn. Theodosius Dobzhansky) büyük kısmı insanın politipik bir tür olduğuna ve alt gruplarının ırklara ayrılarak sınıflandırılması gerektiğine inanıyordu. 1955 yılında bu yaklaşımın devamı olarak Stanley Garn ve Charlton Coon yeni bir sınıflandırma yöntemi önerdiler. İki antropolog ırkları, coğrafi ırklar, yerel ırklar ve mikro ırklar olarak üç grupta topladı. Coğrafi ırklar ana kıtalarda ve büyük adalarda yaşayan popülasyonlara karşılık geliyordu. Buna göre altı ya da yedi coğrafi ırkın var olduğunu iddia ettiler. Mikro ırklar kendi aralarında üreyip çoğalan küçük gruplarken, yerel ırklar kıtasal ırklar dâhilindeki alt gruplardı (Garn ve Coon, 1955). Coon 1962’de yayınladığı Irkların Kökeni (The Origin of Races) adlı kitabında Kafkazoid, Mongoloid, Avustraloid, Kongoid ve Kapoid olmak üzere coğrafi ırkların sayısını beşe indirdi. Kitabında, Orta Pleistosen döneme ait fosil kayıtlarda bu beş ırkın varlığına ilişkin kanıtların bulunduğunu iddia ediyordu. Bu beş ırkın atası Homo erectus’tu ve bu tür beş farklı evrimsel dala ayrılarak farklı dönemlerde Homo sapiens’lere evrimleşmişti. Beş ırkın Homo sapiens olması Coon’a göre eş zamanlı olmadı; en önce sapiens olan ırk Kafkazoidler, yani Beyazlardı. Kongoid ve Kapoidler ise en son sapiens’e evrimleşen gruptu (Coon, 1962). Dobzhansky de insan ırklarının Homo erectus’lardan birbirinden bağımsız biçimde 5 farklı koldan evrimleştiğini düşünüyordu (Dobzhansky, 1963). Coon’un bu yaklaşımı başta Ashley Montagu olmak üzere bazı antropologlar tarafından yüksek sesle eleştirildi. Bu itirazlar antropolojik araştırmaların yönünün ırk sınıflandırmalarından, insanın biyolojik çeşitliliğinin ve adaptasyonunun araştırılmasına doğru dönüşmesinde önemli bir unsur oldu (Marks, 1995).

Amerikalı antropolog Frank Livingstone (1928-2005) 1962’de “İnsan Irklarının Var Olmayışı Üzerine” adlı makalesinde ırk kavramına alternatif olarak klin kavramını önerdi.

Günümüzde antropolojinin ırk kavramına yaklaşımı

20. yüzyılın ortasına gelindiğinde antropologlar popülasyonların sabit kalmayıp değiştiğini ve çok sayıda etmenin bu değişime neden olduğunu biliyordu. Araştırmalarını Afrika toplumlarında sıkça görülen orak hücreli anemi üzerinde sürdüren Amerikalı antropolog Frank Livingstone 1962’de “İnsan Irklarının Var Olmayışı Üzerine” adını taşıyan bir makale kaleme aldı. Livingstone, Darwinci doğal seçilimle şekillenen dinamik popülasyon anlayışının, 19. yüzyıldan kalma durağan ve tipolojik ırk anlayışının yerini alması gerektiğini savundu. Yaşayan popülasyonlar arasında tabi ki farklılıklar vardı, ancak bu farklılıklar “ırklar” olarak adlandırılan küçük paketlere sığdırılamazdı. Makalesinde ırk kavramına alternatif olarak klin kavramını önerdi. Klin, belirli bir coğrafi hat boyunca kademeli olarak değişen biyolojik değişkenlerden her biriydi. Livingstone, kısaca ırkın var olmadığını, klinal çeşitliliğin var olduğunu söylüyordu. Örneğin, deri rengi klinal bir özelliktir. Ekvator kuşağından kuzey enlemlerine doğru gidildikçe deri renginde kademeli bir açılma söz konusudur; bu değişim yavaş ve boşluksuzdur, dolayısıyla renk geçişleri belirsizdir (Larsen, 2010). Bu yaklaşım insan çeşitliliği çalışmalarına yeni bir bakış açısı kazandırdı ve popülasyonlar bir bütün olarak değil, klinal özellikler açısından incelenmeye başlandı. Böylelikle 1970’lerden sonra ırk kavramı fiziki antropolojide gözden düşen bir kavram haline geldi.

Mielke ve arkadaşları (2010) antropolojide “ırk” anlayışının neden terk edildiğine ilişkin sebepleri birkaç madde halinde sıralamıştır. Sayılan gerekçeler ırk tasniflerinin neden anlamsız bir uğraş olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir.

  • İnsan grupları morfolojik yönden homojen değildir.
  • Çok sayıda poligenik özelliğin doğru bir şekilde ölçümü zordur.
  • Sınıflamada kullanılan özellikler arasına keskin sınırlar çizmek zordur, hatta imkânsızdır.
  • Sınıflamalarda kullanılan özelliklerin evrimsel değişim hızları farklı olabilir.
  • Kullanılan özellikler çoğu zaman birbirleriyle bağlantılı değildir
  • Sınıflamada kaç özelliğin kullanılması gerektiği belirsizdir
  • Gruplar arasında var olduğu iddia edilen farklılıkların genetik temelleri bilinmemektedir
  • Herkes bir kategoriye yerleştirilemez. Bireyler çoğu zaman hiçbir kategoriye uymaz.
  • Grup içinde yer alan genetik farklılık, ana coğrafi gruplar arasında görülen farklılıktan daha fazladır.

Michigan Üniversitesi’nden Leonard Lieberman ve arkadaşları dünyanın en prestijli fiziki antropoloji dergilerinden birisi olan American Journal of Physical Anthropology’de 1918-2002 yılları arasında yayımlanan ırk odaklı makalelerin sayısını incelemiştir. Bu incelemeye göre, 1918-1943 yılları arasında % 61, 1945-1973 arasında % 42, 1975-2001 arasında ise yayımlanan makalelerin % 21’inde ırk kavramı klasik anlamıyla kullanılmıştır. 2001’de ise bu oran sadece % 4’tür. Söz konusu tarih aralığında ırk kavramının kademeli biçimde antropoloji literatüründen nasıl silindiğini Şekil’e bakarak da görebiliriz. Diğer taraftan, Lieberman ve arkadaşlarının aktardığına göre, 1969 yılına kadar antropolojiye giriş niteliğinde yazılmış yirmi başvuru kitabından sadece üçünde kitabın yazarı ırk kavramına karşı çıkmıştır. Bu üç kitabın da yazarı Ashley Montagu’dur. 1970’lerde ise yazılmış on kitaptan beşinde ırk kavramı sorgulanırken, 1990’lara gelindiğinde on kitabın sadece birinde ırk kavramının varlığı kabul görmüştür (Lieberman ve ark., 2002).

Şekil. Fiziki antropolojinin en prestijli dergilerinden olan American Journal of Physical Anthropology’de 1918-2001 yılları arasında yayımlanan ırk odaklı makale sayısındaki belirgin düşüş (Lieberman ve ark., 2002).

Ünlü genetikçi Richard Lewontin insan türünün ırklar bağlamında tasnifinin anlamsız olduğunu genetik açıdan da gösterdi.

Evrimsel genetikçiler de ırk kavramını terk etti

İnsan türünün ırklar bağlamında tasnifinin anlamsız olduğu gerçeği sadece antropologlar değil, bazı evrimsel genetikçiler tarafından da dile getirilmiştir. Ünlü genetikçi Richard Lewontin 1972’de kaleme aldığı “İnsan Çeşitliliğinin Bileşenlerine Ayrılması” isimli makalesinde, Avrupalı, Afrikalı, Uzak Doğulu, Güney Asyalı, Kızılderili, Okyanusyalı ve Avustralyalı bireylerden oluşan geniş bir popülasyon üzerinde 16 genetik özelliğe ait protein polimorfizmlerini incelemiştir. Ortaya çıkan ilginç sonuçlara göre, 16 genetik özellik açısından yedi “ırk” grubu arasındaki varyasyon oranı sadece % 6,3 iken, her bir popülasyonun kendi içinde sergilediği varyasyon % 85,4’tür. Bu oranlar memeli türlerinde oldukça farklıdır. Afrika’nın doğu ve güney bölgelerinde yaşayan Afrika fillerinde gruplar arası varyasyon % 40 iken, Kuzey Amerika’da yaşayan gri kurtlarda % 75’dir. Biyoçeşitlilik üzerinde çalışan biyologların büyük kısmı bir türün ırklara ya da alt türlere ayrılabilmesi için gruplar arası genetik farklılığın en az % 25-30 olması gerektiğini kabul ederler. Türümüz için elde edilen gruplar arası varyasyon oranı, incelenen ana popülasyonlar arasında gözlenen genetik çeşitliliğin insan türünü ırklara ayırmaya yetecek düzeyde olmadığı anlamına gelmektedir. Genler bize, tür içi çeşitliliğimizin büyük kısmının popülasyonlar arasında değil popülasyonlar içinde ortaya çıktığını söylemektedir (Lewontin, 1972).

Fiziki antropolojinin en prestijli dergilerinden olan American Journal of Physical Anthropology’de, 1918-2001 yılları arasında yayımlanan ırk odaklı makale sayısındaki belirgin düşüş (Lieberman ve ark., 2002).

19. yüzyıl boyunca ve 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar fiziki antropolojinin temel ilgi alanı ırkların tanımlanması ve tasnifiydi. Günümüzde ise fiziki antropologlar türümüzün sahip olduğu klinal çeşitlilikleri ve adaptasyonları incelemekteler. Ancak bu dönüşüme rağmen Türkiye’de basılmış antropolojik eserlerde ne yazık ki arka planda varlığını sürdüren gizli bir ırk anlayışına tanık oluyoruz. Bazı yazarlar kitaplarında ırkçılık karşıtı argümanlar sunsalar da, bu sözde ırkları birbirinden ayıran fiziksel özellikleri ayrıntılı biçimde ele almanın, ırkçılık yapmadan ırkları sınıflandırmanın doğru bir yol olduğu konusunda hâlâ ısrarcılar. Günümüzde insan çeşitliliği üzerine yazılmış hiçbir kitapta geçmişte yapılmış ırksal sınıflandırma örnekleri kullanılmazken, ülkemizde antropologların bu örnekleri hâlâ kullanıyor olması antropoloji adına şaşırtıcıdır. Diğer taraftan, ırk steryotipine sadece bu alanda yazılmış kitaplarda değil, akademik makalelerde de rastlamak mümkündür. Ülkemizdeki üniversitelerinde görev yapan antropologlar Anadolu’dan ele geçen iskelet buluntuları üzerindeki çalışmalarında, kafatası indeksi gibi 19. yüzyıldan kalma tipolojik yöntemleri kullanarak geçmişte yaşamış toplulukların hâlâ ırksal kökenlerini belirlemeye çalışmaktadır. Bu örnekler, ne yazık ki Türkiye antropolojisinin güncel tartışmaların oldukça gerisinde olduğunu göstermektedir.

Kaynaklar

– Coon CS. (1962) The Origin of Races. New York: Alfred A. Knopf.

– Dobzhansky T (1963) Possibility that Homo sapiens evolved independently 5 times is vishingly small. Current Anthropology, 4:360, 364-367.

– Fuentes A. (2010) The New Biological Anthropology: Bringing Washburn’s New Physical Anthropology Into 2010 and Beyond—The 2008 AAPA Luncheon Lecture. Yearbook of Physical Anthropology, 53:2–12.

– Garn SM, Coon CS (1955) On the number of races of mankind. American Anthropologist 57:996-1001.

– Huxley J. (1939) “Race” in Europe. Oxford: Calerendon Press.

– Larsen, CS. (2010) Essentials of Physical Anthropology: Discovering Our Origins. W. W. Norton & Company: New York.

– Levontin R. (1972) The Apportionment of Human Diversity. Evolutionary Biology,6:381–398.

– Lieberman L, Kirk RC, Corcoran M. (2002). The decline of race in American physical anthropology. Anthropological Review, 66:3-21.

– Marks J. (1995) Human Biodiversity: Genes, Race, and History. New York: Aldine de Gruyter.

– Mielke, James H., Lyle W. Konigsberg and John H. Relethford. (2010) Human Biological Variation, Second Edition. New York: Oxford University Press.

– Montagu A (1942) The genetical theory of race, and anthropological method. American Anthropologist, 44:369-375.

Kaynak: Bilim ve Gelecek, Sayı:145, Mart 2016, S.14-17