Ana Sayfa Bilim Gündemi 2019 yılında andığımız “Bilimin Öncüleri”

2019 yılında andığımız “Bilimin Öncüleri”

4202
0

2019 yılını geride bırakıp 2020 yılına girerken yıl içinde “Bilimin Öncüleri” köşesinde yer verdiğimiz biliminsanlarından bazılarına yer verdiğimiz bir derleme hazırladık. Yeni yılınız Bilim ve Gelecek ile geçsin!

1) Archimedes (Arşimet) (MÖ 287-212)

Seçkin bilim insanları çoğunluk kimi çarpıcı imajlarla hafızalarda yer etmiştir: Engizisyon önünde sorgulanan Galileo; dalından kopan el­manın yere düşmesiyle, ayın dünya çevresinde­ki devinimini birleştiren Newton; gemi üzerinde beş yıl süren doğa incelemesi gezisine çıkan Darwin; Bern patent ofisinde sıradan bir görev­liyken, E = mc denklemini oluşturan Einstein; banyodan kendini sokağa atıp “Buldum, bul­dum!” diyerek sokakta çıplak koşan Archime­des.(Arşimet)

Arşimet neyi bulmuştu? Neyin coşkusu içindeydi?

Devamını okumak için: https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2019/06/16/bilimin-onculeri-archimedes-arsimet-mo-287-212/


2) Euclides (Öklid)

Rönesans sonrası Avrupa’da, Kopernik’le başlayan, Kepler, Galileo ve Newton’la 17. yüzyılda doruğuna ulaşan bilim­sel devrim, kökleri Helenistik Dönem’e uzanan bir olaydır. O dönemin seçkin bilginlerinden Aristarkus, Güneş-merkezli ast­ronomi düşüncesinde Kopernik’i öncelemişti; Arşimet yaklaşık i­ki binyıl sonra gelen Galileo’ya esin kaynağı olmuştu; Öklid çağlar boyu yalnız matematik dünyasının değil, matematikle yakından ilgilenen hemen herkesin gözünde özenilen, yetkin bir örnekti. Öklid, MÖ 300 sıralarında yazdığı 13 ciltlik yapıtıyla ünlüdür. Bu yapıt, geometriyi (dolayısıyla matematiği) ispat bağlamında aksiyomatik bir dizge olarak işleyen, ilk kapsamlı çalışmadır. 19. yüzyıl sonlarına gelinceye kadar alanında tek ders kitabı olarak akademik çevrelerde okunan, okutulan Elementler’in, kimi yeter­sizliklerine karşın, değerini bugün de sürdürdüğü söylenebilir.

Devamını okumak için: https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2019/06/23/bilimin-onculeri-euclides-oklid/


3) Leonardo da Vinci (1452-1519)

Eşsiz ressam, seçkin yontucu ve filozof, yaşa­dığı dönemin en büyük mucit ve deneyci bilim insanı.

… işte insanlığı sanata, bilgiye ve doğaya açan Rönesans’ın simgesi Leonardo da Vinci!

“Mona Lisa” ve “Son Yemek” tablolarının ya­ratıcısı Leonardo’nun sanat dünyasındaki yüce konumu hemen herkesçe bilinen bir gerçek. Ama bilim insanı kimliği için aynı şey söyle­nemez. Bir kez, yüzyılımıza gelinceye dek bu kimlik sanatçı kişiliğinin gölgesinde ya gözden kaçmış, ya da, önemsenmediği için unutulmuş­tur. Sonra, bu unutulmuşlukta Leonardo’nun kendi sıra dışı tutumunun da payı vardır. Bilim­sel çalışmalarını yayımlamaktan özenle kaçındı­ğı gibi, tuttuğu notları düpedüz okumaya elvermeyen kendine özgü bir yöntemle kaleme almış­tı (400 yıl mahzende kalan, çizimleriyle birlikte yaklaşık 5000 sayfa tutan bu notlar sağdan sola doğru yazıldığı için ancak aynada yansıtılarak okunabilmiştir).

Devamını okumak için: https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2019/07/07/bilimin-onculeri-leonardo-da-vinci-1452-1519/


4) Nicolaus Copernicus (Kopernik) (1473 -1543)

Düşünce tarihinde etkisi yönünden Copernicus (Kopernik) devrimiyle boy ölçüşebilecek pek az dönüşüm vardır. Son dörtyüz yılda tanık olduğumuz bilimsel gelişmenin astronomide yer alan bu devrimle başladığı söylenebilir.

Dinsel bağnazlıkla özgür düşünce hemen her dönemde çatışma içinde olmuştur. Ortaçağ dü-şünce geleneğini kıran ilk bilimsel atılımın astronomide ortaya çıkması bir bakıma doğaldı. Birkez, astronomide hiç bir alanda olmayan bir bilgi birikimi vardı. Babilliler’in göksel nesnelerin devinimlerine ilişkin gözlemlerini, kuramsal düzeyde işleyen eski Yunanlıların astronomide büyük ilerleme kaydettikleri bilinmektedir. 17. yüzyıla gelinceye dek egemenliğini sürdüren Ptolemy (Batlamyus) sistemi bu birikimin ürü¬nüdür. Sonra, Rönesans’la birlikte, astronomide ivedi çözüm gerektiren pratik sorunlar ağırlık kazanmıştı. Bu sorunlardan biri denizde boylam hesaplanmasına ilişkindi. Bu ise, öncelikle, güneşin izler göründüğü yolun doğru belirlenmesini gerektiriyordu. Çözümü aranan bir diğer sorun takvime ilişkindi. M.Ö. 46’da oluşturulan yürürlükteki takvim yetersizdi. Örneğin, o takvime göre, bir yıl 365 günden oluşuyordu (Oysa, şimdi bildiğimiz gibi yılın süresi bundan 11 dakika 14 saniye daha kısadır).

Devamını okumak için: https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2019/07/14/bilimin-onculeri-nicolaus-copernicus-kopernik-1473-1543/


5) Francis Bacon (1561 -1626)

Bilime katkıları gözönüne alındığında bilimin öncülerin kabaca üç grupta toplanabilir. “Kaba­ca” diyoruz, çünkü bilim insanlarının en azından bir bölümü için böyle bir sınıflama yapay olmak­tan ileri geçmez.

1) Çalışmaları deneysel ağırlıklı olanlar (Faraday, Marie Curie, Rutherford, vb.);

2) Kuramsal düzeyde devrim niteliğini taşı­yan atılımlarıyla tanınanlar (Newton, Darwin, Maxwell, Einstein, vb.);

3) Çalışmalarında pratik sorunların çözümü­ne ağırlık verenler (Archimedes, Pasteur, vb.).

Katkısı bu üç tür çalışmadan hiç birine girme­yen, ama bilimsel yöntem anlayışını, bilimin uy­gar yaşam için önemini, uygulamaya yönelik bil­ginin güç ve değerini işleyen yapıtları; “kısır” di­ye nitelediği skolastik düşünce geleneğine karşı yüreklice ortaya koyduğu tepkisiyle bilim tarihi­ne yön çizen bir öncü vardır: Francis Bacon.

Devamını okumak için: https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2019/07/21/bilimin-onculeri-francis-bacon-1561-1626/


6) Gelileo Galilei (1564-1642)

Modern bilimin oluşumunda ilk atılımlar astronomide kendini gösterdi; ama daha kapsamlı devrim 17. yüzyılda gerçekleşti. Temeli Galileo’nun dinamik konusundaki çalışmalarıyla atılan bu devrim, Newton mekaniğiyle yetkinliğe ulaştı. Fiziğin “babası” diye anılan Galileo, aynı zamanda, Güneş-merkezli sistem için sürdürdüğü mücadele ile düşünce özgürlüğüne öncülük etmiştir. Onun düşüncemize büyük bir katkısı da, deney sonuçları ile matematiği birleştirmesi, öylece bilimsel yöntemi bugünkü anlamda işlemiş olmasıdır. Şu sözleri ilginçtir:

Felsefe (bilim demek istiyor) gözlerimiz önünde açık duran “evren” dediğimiz o görkemli kitapta yazılıdır. Ancak yazıldığı dili ve alfabesini öğrenmedikçe bu kitabı okuyamayız. Kitabın yazıldığı dil, matematiğin dilidir; harfleri üçgen, daire ve diğer geometrik şekillerdir. Bu dil ve harfler olmaksızın, kitabın bir tek sözcüğünü anlamaya olanak yoktur.

Devamını okumak için: https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2019/07/28/bilimin-onculeri-gelileo-galilei-1564-1642/


7) Johannes Kepler (1571-1630)

Newton,“Daha ileriyi görebildiysem, bunu omuzlarından baktığım devlere borçluyum” demişti. Bu devlerden biri Galileo ise, diğeri Kepler’dir. Kepler’e gelinceye dek Kopernik sistemine dayanaksız bir hipotez ya da işe yarar matematiksel bir araç gözüyle bakılıyordu. Kepler, sistemin kimi düzeltmelerle bilimsel doğruluğunu kanıtlamakla kalmadı, astronomiye mekanik bir kimlik kazandırdı. Gençlik coşkusuyla işe koyulduğunda amacı mistik inancı doğrultusunda, “göksel alemin müzikal uyumunu” geometrik olarak belirlemekti; çalışmasını noktaladığında, astronomi matematiksel düzenlemenin ötesinde fiziksel bir gerçeklik kazanmıştı. Ders kitaplarında daha çok üç yasasıyla bilinen Kepler, uzay fiziğinde sonraki kimi önemli buluşların ipuçlarını da ortaya koymuştu. Bunların başında eylemsizlik ilkesiyle çekim kavramı gösterilebilir.

Devamını okumak için: https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2019/08/04/bilimin-onculeri-johannes-kepler-1571-1630/


8) Isaac Newton (1642-1727)

Bilimin öncülerini tarih sürecinde bir dizi yıldız olarak dü­şünürsek, dizide konum ve parlaklığıyla hepsini bastıran iki yıldız vardır: Newton ve Einstein. Yaklaşık iki yüzyıl arayla ikisi de fiziğin en temel sorunlarını ele aldılar; ikisinin de getirdiği çözümlerin madde ve enerji dünyasına bakışımızı kök­ten değiştirdiği söylenebilir. Newton Galileo ile Kepler’in; Eins­tein, Newton ile Maxwell’in omuzlarında yükselmiştir. Newton çok yanlı bir araştırmacıydı: matematik, mekanik, gravitasyon ve optik alanlarının her birindeki başarısı tek başına bir bilim insanını ölümsüz yapmaya yeterdi. Yüzyılımıza gelinceye dek her alanda bilime model oluşturan fiziksel dünyanın mekanik açıklamasını büyük ölçüde ona borçluyuz.

Isaac Newton İngiltere’de sıradan bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası doğumundan önce ölmüştü. Pre­matüre doğan, cılız ve sağlıksız bebek yaşama umudu vermiyor­du, ama tüm olumsuzluklara karşın büyümekten geri kalmadı. Çocuk daha küçük yaşlarında ağaçtan mekanik modeller yap­maya koyulmuştu; eline geçirdiği testere, çekiç ve benzer araç­larla ağaçtan yel değirmeni, su saati, güneş saati gibi oyuncaklar yapıyordu. El becerisi dikkat çeken bir incelik sergiliyordu.

Devamını okumak için: https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2019/09/01/bilimin-onculeri-isaac-newton-1642-1727/


9) Antoine Laurent Lawoisier (1743-1794)

Lavoisier yaşam döneminde oluşan iki devrimin paylaştığı bir kişidir. Devrimlerden biri, yüzyıllar boyunca “simya” adı altında sürdürülen çalışmaların, bugünkü anlamda, kimya bilimine dönüşmesidir. Lavoisier bu devrimin kahrama­nıdır. İkinci devrim, “1789 Fransız İhtilali” diye bilinir. Lavoisi­er bu devrimin getirdiği terörün kurbanıdır.

Antoine-Laurent Lavoisier, Parisli zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Daha küçük yaşında iken annesini yitiren Lavoisier babasının yakın ilgi ve bakımıyla büyür; başlangıçta belki de onun etkisiyle hukukçu olmaya yönelir. Ancak bu arada uyanan deneysel bilim merakı çok geçmeden bir tutkuya dönü­şür. 21 yaşma yeni bastığında, Paris Sokaklarını Aydınlatma Proje Yarışması’nda birinciliği alır, Fransız Bilim Akademisi’nce altın madalya ile ödüllendirilir. 25 yaşına geldiğinde, özellikle kimya alanındaki çalışmaları göz önüne alınarak Akademi’ye üye seçilir. Bu arada hükümetin özel bir komisyonunda gö­revlendirilen genç bilim adamı, metrik sistemin oluşturulması, Fransa’nın jeolojik haritasının çıkarılması gibi etkinliklerden tarımda verimin yükseltilmesine uzanan pek çok uygulamalı bilim çalışmaları düzenler. Ayrıca o sırada bir tür abluka altında olan ülkesinin savunma ihtiyacı olan barutun üretim sorum­luluğunu üstlenir. Genç bilim adamı bu kadarla da yetinmez; ileride yaşamını yitirmesine yol açan bir işe, ülkenin bozuk vergi sistemini düzeltme işine el atar. Ama tüm bu uğraşlarına karşın Lavoisier kendisini asıl ilgilendiren bilimden kopmamıştır; her fırsatta özel laboratuvarına çekilip deneylerini sürdürmekten geri kalmaz.

Devamını okumak için: https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2019/09/08/bilimin-onculeri-antoine-laurent-lawoisier-1743-1794/


10) John Dalton (1766-1844)

İnsanoğlu maddenin temel parçacık fikrine çok eskiden ulaş­mıştı. Antik Yunan düşünürleri için toprak, hava, su ve ateş tüm diğer maddeleri oluşturan asal nesnelerdi. Aristoteles bunlara “yetkin göksel nesne” dediği bir beşincisini eklemişti. Atom kavramım ilk kez ortaya atan Democritus ise bir parça­cığın belli bir küçüklükle sınırlı kaldığı, daha fazla bölünmeye elvermediği savmdaydı. Ona göre, tüm maddeleri oluşturan a­tomlar tek türden nesnelerdi. Maddelerin görünürdeki farklılığı atomların sadece değişik düzenlenmelerinden ileri gelmekteydi.

19. yüzyıla gelinceye dek bu düşüncede belli bir ilerleme göz­lenmez, ilk kez John Dalton modern atom teorisine yol açan bir atılım içine girer. Atom, molekül, element ve bileşiklere ilişkin kimya alanında günümüze değin süren başlıca gelişmelerin bu atılımdan kaynaklandığı söylenebilir.

Devamını okumak için: https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2019/09/15/bilimin-onculeri-john-dalton-1766-1844/


11) Michael Faraday (1791-1867)

Bilimin öncüleri arasında, modern yaşam koşulları üzerindeki etkisi bakımından, Faraday ile boy ölçüşe­bilecek bir başka ad kolayca gösterilemez. “Deneysel Bilimin Prensi” Faraday, bir ömre sığmayacak sayıda önemli pek çok çalışma ortaya koydu: Kimya, elektrokimya, metalürji alanlarında pratik sonuçlarından bugün de yararlandığımız de­neyler yaptı. Maden ocaklarında kullanılan Davy lambasını ge­liştirmede katkıları oldu. Elektrokimyadaki deneyleriyle kendi adıyla bilinen elektroliz yasalarına ulaştı. Deneysel olarak, bir maddeden geçen belli miktarda elektrik akımının, o maddenin bileşenlerinde belli miktarda bir çözülüme yol açtığını göster­di. Bu sonuç ilk elektrik sayaçlarının üretimine olanak verir. Faraday’ın bir başka önemli katkısı da “amper” denilen akım biriminin kesin tanımını vermiş olmasıdır. Elektrolizde geçen “elektrot”, “anot”, “katot”, “elektrolit”, “iyon” vb. terimleri de ona borçluyuz.

Devamını okumak için: https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2019/09/22/bilimin-onculeri-michael-faraday-1791-1867/


12) Charles Darwin (1809-1882)

Düşünce tarihinde pek az bilim adamı Darwin ölçüsünde tepki çekmiştir. Evrim kuramını içine sindiremeyenler onu hiçbir zaman bağışlamamışlardır. Yaşadığı dönem­de, “Maymunla akrabalık bağın annen tarafından mı, baban tarafından mı?” diye alaya alınmıştı. Günümüzde ise daha ileri giden, onu bir “şarlatan”, dahası bir “şeytan” diye karalamak isteyen çevreler vardır.

Bir biliminsanına gösterilen bu tepkinin nedeni neydi? Dar­win kimdir, ne yapmıştı?

Devamını okumak için: https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2019/09/29/bilimin-onculeri-charles-darwin-1809-1882/


13) Johann Gregor Mendel (1822-1884)

‘Bilim insanı’ deyince çoğumuzun gözünde laboratuvar­da deneylerine gömülmüş, ak önlüklü, gözlüklü biri canlanır. Oysa bilimin öncüleri arasında çalışmasını kum üzerinde (Arşimet), eğik kulede (Galileo), çiftlikte (New­ton), doğa araştırma gemisinde (Darwin), patent bürosunda (Einstein) yapanları biliyoruz. Bilim düşünsel bir etkinliktir; ye­ri laboratuvarla değil, zekâ, imgelem ve istenç gücüyle sınırlıdır. Bunun çarpıcı bir örneğini çalışmalarını aralıksız 20 yıl manastır bahçesinde sürdüren Keşiş Mendel vermiştir.

Genetik biliminin kurucusu Gregor Mendel, Avusturya İmpa­ratorluğu’na dahil Çekoslavakya’da yoksul bir köylü çocuğu ola­rak dünyaya gelir. O zaman kırsal kesimde hâlâ bir tür derebey­lik düzeni egemendi. Topraksız köylüler için boğaz tokluğuna ırgatlık dışında fazla bir seçenek yoktu; tek kurtuluş yolu belki de eğitimdi. Ne var ki, eğitim de çoğunluk ilkokulla sınırlı kal­maktaydı; daha ilerisi için halkın parasal gücü yoktu. Herkes gi­bi Gregor’un da doğuştan alın yazısı babası gibi rençber olmaktı. Ama hayır, bu çocuk düzenin koyduğu engeli aşacak, kendine özgü kararlılık içinde yeteneğini ortaya koyacaktı, ilkokuldaki başarısı göz kamaştırıcıydı. Öğretmenlerinin ısrarı üzerine aile, sonunda çocuğun ortaöğrenimi için izin verir. Gregor, evinden uzakta altı yıl bir yurtta yetersiz bakım ve beslenme koşullarına göğüs gererek okur; ama, acısını uzun yıllar çekeceği yorgun, cılız ve sağlıksız bir bedenle mezun olur.

Devamını okumak için: https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2019/10/06/bilimin-onculeri-johann-gregor-mendel-1822-1884/


14) Louis Pasteur (1822-1895)

Bilim tarihinde pek az bilim adamı Louis Pasteur ölçüsün­de insan yaşamını doğrudan etkileyen buluşlar ortaya koymuştur. Günlük dilimize bile geçen “pastörizasyon” terimi onun buluşlarından yalnızca birini dile getirmektedir. Kristaller üzerindeki kuramsal çalışmalarının yanı sıra kimi hastalıklara bağışıklık sağlama yolundaki çalışmaları, bu arada özellikle “şarbon” (ya da antraks) denilen koyun ve sığırlarda görülen bulaşıcı hastalıkla kuduza karşı geliştirdiği aşı yöntemi ona dünya çapında ün kazandırmıştır. Bugün Fransa’da pek çok bulvar ve alan onun adını taşımaktadır. Kendi kurduğu “Pasteur Enstitüsü” dünyanın önde gelen araştırma merkezlerinden biri­dir. Fransızlar’ın gözünde Pasteur ulusal bir kahramansa, bunun nedeni onun yalnızca büyük bir bilim adamı olması değil, aynı zamanda, yaşamı boyunca ortaya koyduğu özveri ve insanlığa hizmet tutkusuydu.

Louis, Fransız Devrimi’yle özgürlüğüne kavuşan bir kölenin torunuydu. Babası, Napolyon Ordusu’nda üstün atılım gücüyle “Legion de Honour” alan bir astsubaydı. Baba Pasteur’ün, Na­polyan’un düşmesiyle ordudan ayrılmasına karşın Imparator’un anısına beslediği derin bağlılık duygusu, ilerde oğlu Louis’in olağanüstü direnç ve yeteneklerini de yönlendiren katıksız yurt­severliğe dönüşmüştü.

Devamını okumak için: https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2019/10/13/bilimin-onculerilouis-pasteur-1822-1895/


15) Marie Curie (1867-1934)

“Artık dayanamadığım bu aşağılık dünyaya veda etmek istiyorum. Neyse ki yokluğum büyük bir kayıp olmayacak!” Bu sözler genç yaşında sevgilisine kavuşamayan güzel bir kızın mutsuzluk çığlığı. Bu kız 17 yaşında iken ilerde iki kez Nobel Ödülü kazanan tüm zamanların en büyük bilim kadını olacağını nasıl bilebilirdi ki. Hem de doğup büyüdüğü ülkesinde değil, öğrenim için gittiği yabancı bir ülkede!

Manya Sklodowska, Polonya’nın başkenti Varşova’da dünyaya geldi. Köy kökenli ana-babası salt eğitim tutkusuyla genç yaşlarında başkente göçmüşlerdi. Babası lisede fizik ve matematik öğretmeni, annesi usta bir piyanist olmuştu. Manya 10 yaşına geldiğinde, annesinin ölümüyle yaşamının ilk derin acısına gömüldü. O dönemde Polonya, Çarlık Rusya’nın egemenliği altındaydı. Özgürlük arayışlarına olanak tanınmamakta, küçük bir kıpırdama “isyan” diye acımazsızca bastırılmaktaydı. Yabancı boyunduruğunda olmayı içine sindiremeyen toplumun aydın kesiminde yer alan Manya’nın babası çok geçmeden okuldaki görevinden uzaklaştırıldı. Dört çocuklu aile için sıkıntılı günler başlamıştı ama, baba kararlıydı. Çocuklarının eğitimi için hiçbir özveriden geri kalmayacaktı. Manya, liseyi birincilikle bitirdi ve altın madalyayla ödüllendirildi. Kendisinden önce iki kardeşi de aynı ödülü almışlardı. Yükseköğrenim olanağı bulamayan Manya baba ocağı köye gönderildi; ilerde özlemini hep duyduğu, bir yıl süren güzel bir tatil yaşadı. En çok hoşlandığı şey de, gece yarılarına uzanan danslı eğlencelere katılmaktı.

Devamını okumak için: https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2019/11/02/bilimin-onculeri-marie-curie-1867-1934/


16) Max Planck (1858-1947)

Ünlü deneysel fizik bilgini Rutherford, 1923’te İngiliz Bilimler Akademisi’nde ortalığı bastıran gür sesiyle, “Fiziğin şahlandığı bir çağda yaşıyoruz!” diyordu. Bu şahlanışın öncülerinden biri Einstein, biri de Planck’tı kuşku­suz. Einstein, görecelik kuramlarıyla klasik mekaniğin temel ilkelerini aşmış; uzay, zaman ve gravitasyon kavramlarına yeni boyutlar kazandırmıştır. Planck ise enerji ve radyasyon üzerin­deki çalışmalarıyla kuvantum teorisinin temellerini atmıştı.

Max Planck, Almanya’da entelektüel bir aile çevresinde bü­yür. Babası hukuk dalında, seçkin bir profesördü. Ortaöğreni­mini Münih’te Max Millian Jimnazyumu’nda tamamlayan Max, bilime gönül vermiş bir öğretmenin etkisinde fiziğe özel bir il­giyle bağlanır; bir yandan da ailesinin sağladığı olanakla piyano dersleri alır. Fizik öğrenimi için üniversiteye başvurduğunda, dönemin büyük fizikçisi Hermann Helmholtz (1821 – 1894), “Fizikte artık yapılacak fazla bir şey kalmamıştır; ilerlemeye açık başka bir bilim dalını seçsen daha iyi olur” demişti. Ama Max, çocukluk hayalinden kopmamaya kararlıydı. Üstelik, üniversite öğreniminde, Helmholtz ve Kirchof gibi gerçekten seçkin profe­sörlerin öğrencisi olmanın kendisi için kaçırılmaz bir fırsat oldu­ğunu biliyordu. Münih ve Berlin Üniversiteleri’nde öğrenimini sürdüren genç fizikçinin hidrojen çözülümüne ilişkin doktora tezi, tüm meslek yaşamındaki tek deneysel çalışması olarak ka­lacaktı. Asıl ilgi alanı matematiksel fizik olan Planck, olağanüstü yeteneğiyle kısa sürede meslek çevresinin dikkatini çeker; daha 30 yaşında iken Berlin Üniversitesi fizik kürsüsüne atanır.

Devamını okumak için: https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2019/11/10/bilimin-onculeri-max-planck-1858-1947/