Geleneksel ve tamamlayıcı tıp (Getat) bataklığı, önce bilimsel tıbbın, sonra akla ve bilgiye dayanan toplumsal düzenlerin zararına olacaktır. Daha ileriye bakıldığında tüm dünyanın sağlık ve bilim anlayış ve uygulamaları konusunda bir kargaşaya sürükleneceği kolayca kestirilebilir. Kurt puslu havayı sever, şarlatanların bu arada fırsatı değerlendirip epeyce hâsılat toplayacağı ortadadır.
Çağcıl (modern) tıp, bilimsel bilgiye dayanır. Bilimsel bilgi, bilimsel yöntemler ile elde edilen bilgidir. Bilimsel yöntem akıl, deney ve gözleme dayalıdır. Bir bilginin bilimsel olmasının ölçütü, yöntemsel olmasıdır. Bilimsel bilgi nesnel, sistemli, tutarlı ve eleştiriye açık bilgidir. Dolayısıyla kişilerden ve ülkelerden bağımsızdır, evrenseldir. Avrupa tıbbı, Amerika tıbbı, Çin tıbbı, alternatif tıp, tamamlayıcı tıp, geleneksel tıp, entegratif tıp, holistik tıp, fonksiyonel tıp gibi yeni tıplar icat etmek, bilimsel yöntemin kendisine alternatiflerin üretilmesine ve bilimsel tıbbın sulandırılmasına neden olur. Zaten alternatif denen tıbba, tamamlayıcı denen tıbba veya geleneksel denen tıbba bakarsanız içerdiği şeylerin tıpatıp aynı olduğunu ve bilimciler tarafından defalarca sınanıp etkisiz olduğu gösterilmiş sağaltma savlarından oluştuğunu görürsünüz.
“Modern tıp deyince yalnızca bilimsel tıbbın anlaşılması doğaldır. Tek bir fizik, tek bir biyoloji olduğu gibi, tek bir tıp vardır, o da bilimsel tıptır. Dolayısıyla bu çerçeve dışına çıkan herkes şarlatan kategorisine girer.” (Hüseyin Batuhan, Bilim ve Şarlatanlık, Bulut Yayınları, 1999, s.320)
Geçmişte karşı çıktığımız alternatif ve tamamlayıcı denen tıp şimdi “geleneksel ve tamamlayıcı tıp” (Getat) olarak karşımıza çıktı. Getat kısaltması, DSÖ’nün bazı raporlarında geçen T&CM (Traditional & Complementary Medicine) kısaltmasının Türkçesidir. Daha bu terime alışamamışken bir de TCI Tıp (Traditional, Complementary and Integrative Medicine = Geleneksel, Tamamlayıcı ve Bütünleştirici Tıp) icat edildi. Bu tanımların ardı arkası kesileceğe benzemiyor.
Ülkemizde Sağlık Bakanlığı’nın sağlık şarlatanlarının oluşturduğu tehlikenin farkında olduğunu, bilim dışı yöntemlerin zararlı sonuçlarından halkımızı korumaya çalıştığını biliyorum. Ancak son yıllarda “kötüye kullanıldığını bildiğimiz yöntemleri önleyemediğimize göre doktorlarımıza yaptıralım, böylece işleri düzenleyelim” görüşünün ağır bastığını ve bu yönde kararlar alındığını üzülerek gözlemliyorum. Bu kararlar iyi niyetle alınmış olsalar da yanlıştır. Bunların bilimsel yöntemin kendisine ve halkımızın sağlığına zarar vereceğini, meslektaşlarımız arasında Frankenstein’lar yaratacağını düşündüğüm için, bu yazıyı kaleme almaya karar verdim.
Çocukken “tıp deyince sus” oyunu oynardık. Şimdi birileri “geleneksel ve tamamlayıcı tıp” diyor, koca koca yetişkinler aynı oyunu oynuyor. Ben bu oyunu bozmaya çalışıyorum. “Tıp” denince susmuyorum.
Getat 2020 kongresi
3. Ulusal Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp (Getat) Kongresi, 2-3 Nisan 2020 tarihleri arasında İstanbul’da T.C. Cumhurbaşkanlığı himayesinde gerçekleştiriliyor. Kongrenin internet giriş sayfasında sırayla T.C. Cumhurbaşkanlığı, Sağlık Bakanlığı, Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı (TÜSEB), Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) logoları görülüyor. Tam ortada duran bir logonun resmi olarak hangi kuruma kayıtlı olduğunu bulamadım ama Getat logosu olduğunu kestiriyorum. T.C. Cumhurbaşkanı eşi Emine Erdoğan’ın kongre başkanı ve T.C. Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca’nın kongre başkan yardımcısı, Dr. Ali Timuçin Atayoğlu’nun kongre genel sekreteri olduğu bildiriliyor. Dr. Ali Ataoğlu’nun internetten Balparmak Arıcılık Akademisi üyesi olduğunu öğreniyoruz. Balparmak bir bal markası ve Altıparmak Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ne ait. Bu kongrenin ana konusunun apiterapi (bal arısının balı ve diğer ürünleriyle tedavi) olacağı duyuruldu (getat2020.saglik.gov.tr). Sosyal medyada çıkan bir habere göre üç günlük Kongre için 7 milyon TL’lik organizasyon ihalesi yapılmış (09.02.2020, birgun.net).
Kongrenin konusu kadar, yapılma biçimi (usulü) de dikkat çekiyor. Ülkemizde hâlâ birçok bilimcinin bilimsel verilere dayanarak onaylamadığı uygulamalarla ilgili bir kongre, alışıldığı gibi ilgili bir meslek derneği tarafından değil, doğrudan Cumhurbaşkanlığı himayesinde ve Sağlık Bakanlığı tarafından düzenleniyor.
Sağlık Bakanı, kongreye davet mektubunda, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) 2014-2023 geleneksel tıp stratejisi kapsamında geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarının modern sağlık uygulamaları içine yerleştirilmesini özendirdiğini belirtiyor. İlerleyen bölümlerde, DSÖ’nün gerçekten dünya ülkelerine böyle bir öneri yapıp yapmadığını, yaptıysa bu önerinin akılcı bir temele dayanıp dayanmadığını anlayacağız.
DSÖ 7 Nisan 1948 yılında bir Birleşmiş Milletler kuruluşu olarak kurulmuştu. Anayasasının temel maddesi her insana ırk, din, politik inanç, sosyal ve ekonomik durumuna bakılmaksızın en yüksek temel sağlık standartlarını ulaştırmayı hedeflemekteydi. Bu ibare bugün de resmi internet sayfasında durmaktadır (www.who.int). Anlaşılan DSÖ ya popülist yalpalama içindedir ya da dünya toplumlarını en yüksek temel sağlık standartlarında değil, ulaşılması daha kolay olan en düşük sağlık standartlarında buluşturmayı hedeflemeye karar vermiştir. Niyeti bu olmasa bile, rapordaki bazı ifadeler bizim yaptığımız gibi ciddiye alınırsa veya yanlış anlaşılırsa, bu sonuca ve bu sona götürecektir.
Birinci Kongrenin temel konusu “Anadolu Tıbbı”, ikinci kongreninki ise “Kronik Hastalıklarda Getat Uygulamaları” idi. Son kongrenin temel konusunun “Apiterapi” olacağını öğreniyoruz. Sağlık Bakanı, “Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Yönetmeliği” ve “Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamalarının Klinik Araştırmaları Hakkında Yönetmelik”in yayımlandığını söylüyor. Getat çalışmalarının üniversitelerde halen çalışan etik kurullarda değil, yeni kurulan Getat etik kurullarında değerlendirileceği duyurulmuştu. İnönü Üniversitesi’nde, T.C. Sağlık Bakanlığı Kayseri Şehir Hastanesi’nde, Düzce Üniversitesi’nde ve İstanbul Medipol Üniversitesi’nde Getat etik kurulları kurulduğunu da biliyoruz. (bkz. getatportal.saglik.gov.tr/TR,58487/getat-etik-kurullari.html)
Anadolu tıbbı nedir?
T.C. Cumhurbaşkanı’nın eşi Emine Erdoğan, 2018 ve 2019 kongrelerinin onursal başkanıydı, şimdi doğrudan kongre başkanıdır (getat2020.saglik.gov.tr). Emine Erdoğan, 2018 Getat Kongresinin giriş konuşmasında, “endüstriyel çarkın, bizi doğal şifa kaynaklarından uzaklaştırdığını, tecrübe yoluyla elde edilen büyük bilgi birikiminin yok sayıldığını” belirtmişti. “Ülkemizde 2011 yılında kurulan Getat Uygulamaları Daire Başkanlığı’nın, medeniyetler beşiği Anadolu’da, tabiatın şifa kaynaklarını yeniden keşfetmek üzere çalışmalara başladığını” söylemişti. (1)
Getat 2020 kongresinin konu başlıkları apiterapi, akupunktur, hirudoterapi, maggot terapi, hipnoz, fitoterapi, kupa, mezoterapi, nöral terapi, manuel terapi olacaktır. Bu yöntemlerin hangisi Anadolu kaynaklıdır? İlk bakışta kupa tedavisinin Anadolu’ya özgü olduğu sanılabilir. Ebers papirüslerinde (MÖ 1550) bu uygulama tarif edilmiştir. Apiterapi, bal, arı poleni, balmumu, propolis ve arı zehiri gibi bal arısı ürünlerinin lokal uygulanması, ağızdan alınması, damar içine enjeksiyonuyla veya doğrudan bal arısının hastayı sokturulmasıyla uygulanmaktadır. Apiterapinin Antik Mısır, Çin, Yunan ve Roma uygarlıklarında uygulanmış olduğunu biliyoruz. Sülük tedavisi (hirudoterapi) ve kurtçuk tedavisi, sanıldığı gibi yalnızca Anadolu’da değil, Antik Mısır, Hindistan, Arap ve Yunan döneminde de kullanılmaktaydı. Bu bilgileri verirken amacım, çağcıl tıp gibi geleneksel tıbbın da evrensel niteliğine dikkat çekmektir.
DSÖ raporuna göre, tüm dünyada en çok yapılan alternatif ve tamamlayıcı uygulamalar akupunktur, ayurveda, kiropraktik, fitoterapi, homeopati, nöral terapi, osteopati geleneksel Çin tıbbı ve Eski Yunan tıbbıdır. Daha az sayıda ülkede yapılan uygulamalar, dua, spritualizm, geleneksel ebelik, terapatik masaj, hipnoterapi, reiki, refleksoloji, elle iyileştirme, hidroterapi, Feldenkrais, biyofeedback, rolfing, nöral terapi, geleneksel Butan tıbbı, Siddha tıbbı, İran tıbbı, kupa ve ozon tedavisidir.
Sağlık Bakanlığı’nın, 24.10.2014 gün ve 29158 sayılı Resmi Gazete’de, geleneksel ve tamamlayıcı tıp yönetmeliğini duyurarak yasallaştırdığı bilimsel olmayan, başka bir deyişle iddia edildikleri alanlarda etkili olmadığı bilinen yöntemler akupunktur, kineziyoterapi, osteopati, fitoterapi, homoepati, hacamat, apiterapi, hipnoz ve sülük, karyopraksi, ozon tedavisidir.
Bugün yerini çağcıl tıbba bırakan yukarıdaki uygulamalar yalnızca bir coğrafya ile sınırlı değildir. Aynı biçimde, çağcıl tıp yalnızca Batı dünyasına ait değildir. MS 391 yıllarında İskenderiye Kütüphanesi’nin yakılmasıyla ve yağmalanmasıyla kaybolan bilgilerin bir kısmının 12. ve 13. yüzyılda tekrar Batı’ya ulaşmasında Arapça çevirilerin ve yorumların büyük katkısı olmuştur. Tüm insanlığın binlerce yıllık bilgi birikimi ve deneyimleri olmasaydı, bilimsel tıp Avrupa’da filizlenemezdi. Kısacası bilimsel tıp tüm dünyanın malıdır. Geçmişten günümüze kadar dünyada bilim ve sanatın öncülüğünü yapan merkezler hep Doğu’dan Batı’ya yer değiştirmiştir. Amerikalı bilimci Jared Diamond ülkemizde de çok okunan iki kalın kitabında bu konuyu işlemiştir ([2], [3]) Avrupa ve Amerika sonsuza dek bilimin öncülüğünü yapamayabilir. Bilime değil bilim öncesi inanç ve uygulamalara sahip çıkarsak çağcıl dünyanın dışına itileceğimiz kesindir. Dolayısıyla “bilimsel tıp” karşısına “yerli ve milli” tıplar çıkarmak doğru değildir. Asıl böyle bir ayrımla, bilimsel tıbba sırt çevirmek, Anadolu halkının ve bilginlerinin emeklerini göz ardı etmek olur.
Dünya Sağlık Örgütü Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Küresel Raporu (2019) içinde ne deniyor?
Her üç kongrenin davet mektuplarında, DSÖ’nün Getat uygulamalarını özendirdiği vurgulanmıştır. 2019 yılında yayımlanan DSÖ Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Küresel Raporu’nu (WHO Global Report on Traditional and Complementary Medicine 2019) birlikte gözden geçirelim.(4)
DSÖ, ilk defa 2005 yılında, sonra 2010-2012 ve son olarak 2016-2018 yıllarında üye ülkelere birer anket göndererek, bu ülkelerdeki Getat uygulamaları hakkında durum saptaması yapmıştır. Bu raporda Getat’ın üye ülkelerde tanınmasını, desteklenmesini haklı gösterecek, doğrudan veya dolaylı hiçbir söz, hiçbir veri bulunmamaktadır.
Raporun önsözünde, 21. yüzyılda hastaların beklentilerinin çok arttığı, temel sağlık hizmetlerinin maliyetinin artık birçok ülkenin bütçesini zorladığı, tüm bu güçlükler nedeniyle Getat’ın yeniden canlanmaya başladığı belirtilmiştir (s.5`de). Ayrıca sağaltıcı hizmetleri koruyucu bakımla dengeleyen, iyi işleyen halk merkezli bir sağlık sisteminde geleneksel tıbbın “ideal bir dünyada” bir seçenek olabileceği belirtilmektedir. Bu tümcedeki “ideal bir dünya” vurgusuna dikkat ediniz. DSÖ, sanki gözden kolayca kaçabilecek bu sözcükle, önerisinin uzun dönem sonuçlarının sorumluluğundan kaçmayı planlamıştır. İleride biri hesap soracak olsa “Biz zaten ideal bir dünyada böyle bir şeyi önerdik, sizin yaşadığınız dünya ideal değilse, bize ne!” diyecek gibidir.
Getat olsa olsa emperyalizme hizmet eder. Batı ülkelerinin teknolojiyi üçüncü dünyaya ihraç ederken, başta silah teknolojisi ve iletişim teknolojisinde liderliği elden bırakmak istemediği bilinmektedir. Sağlık sektöründeki tuzakları niye göremiyoruz? Bizim sağlık sektöründe geri gitmemiz en başta gelişmiş ülkelerdeki yatırımcıların işine yarar. “Siz hastaneyi ne yapacaksınız, bize gelin sizi biz tedavi edelim ya da sizin ülkenize sağlık hizmetini biz satalım, siz yorulmayın” diyebilirler. Bilimsel tıp elden gidince, alternatif tıbbın rantını bile bizim açıkgözlerin değil, o her yerde okuduğunuz komplo kuramlarındaki uluslararası sermayenin toplayacağından hiç kuşkunuz olmasın. Getat yönetmeliklerinin, ülkemizin tarihinde köy enstitülerinin kapatılması kadar vahim sonuçları olacaktır. Bu paragrafta, gelişmiş ülkelerin bize komplo kurduğunu, bizi geriletmeye çalıştığını söylemeye çalışmıyorum. Yalnızca hiçbir ülkenin geleneksel ve tamamlayıcı denen tıbbın bizdeki yıkıcı etkilerini umursamadığını anlatmaya çalışıyorum.
Bilim dışı tıbbın savunucuları, bu yazıda incelediğimiz DSÖ raporundan daha çok Amerika Birleşik Devletleri’ndeki saygın kanser merkezlerinin çoğunda tamamlayıcı yöntemlerin “holistik” veya “entegratif tıp” adı altında uygulandığı bilgisinden güç alırlar. Gerçekten yurt dışındaki bazı merkezlerde akupunktur, yoga, masaj, stres azaltma teknikleri ve diyet düzenlemeleri bilimsel tedavilerin yanı sıra kullanılmaktadır. Hasta müşteri olarak görülmeye başlanırsa, sağlık düzenlemeleri meslek etiği ve bilim etiği çerçevesinde değil serbest piyasanın kurallarına göre düzenlenir. “Müşteri daima haklıdır” ve “nereden para gelir?” çağımızın ana ilkesi (daha doğrusu ana ilkesizliği) olmuştur. “Dünyada ve ülkemizde sağlık sorunun odağında, sağlığın, yerel ve küresel kapitalin büyük kârlar elde edebileceği yönde metalaştırılıp, alınır ve satılır mallar ve hizmetler konumuna düşürülmesi yatmaktadır”. (5) Kâr getirecekse bilimin bile dışına çıkma, bilimi sulandırma tüm dünyanın yeni modasıdır ancak sonuçları her ülkede farklıdır, ülkemiz bu yozlaşmadan daha çok zarar görmektedir. Bu zarar ve hasar katlanarak büyüyecektir. Daha işin başındayken, geleneksel ve tamamlayıcı tıp düzenlemelerine yeni başlamışken bizdeki ve onlardaki uygulamaların birbirinden ne kadar farklı olduğuna dikkat ediniz.
Bizdeki geleneksel tıpçıların güç aldıkları DSÖ anketlerine katılan üye ülke sayısı çok fazla değildir. 194 ülkeden 179’u üç anketten en azından birini yanıtlamıştır. Cezayir, Kabo Verde, Esvatini, Yunanistan, İtalya, Lesoto, Lüksemburg, Mauritus, Saint Kitts ve Nevis, San Marino, Güney Sudan, Türkmenistan, Venezüella ve Zimbabve hiçbir ankete katılmamıştır. Üçüncü anket ilk iki anketin güncellemesi niteliğindedir ve 2005 yılından sonra 2019’a kadar ülkelerin Getat ile ilgili tutumlarındaki değişimi gözlemeyi amaçlamaktadır. Yalnızca 61 ülke son anketi yanıtlamıştır. İlginin artması beklenirken azalması dikkat çekicidir. İlk ankete yalnızca 15 ülke katılmazken son ankete 133 ülke katılmamıştır. Kısacası birçok ülkenin DSÖ’nün Getat anketlerini pek ciddiye almadığı ya da bu girişimden çağcıl tıp adına kaygılandığı anlaşılmaktadır.
Anket sonuçlarına göre, 1999-2018 yılları arasında Getat ile ilgili ulusal politikaları olan ülkelerin sayısı 25’den 98’e çıkmıştır. Bir ülkenin Getat ile ilgili yasal düzenleme yapması bu konuyu desteklediği anlamına gelmez, bu uygulamaları toplumsal bir sağlık sorunu olarak görmeye başladığını ve denetime almak zorunda kaldığını gösteriyor da olabilir. Aynı biçimde 96 ülkenin ankete katılmaması veya anketi olumsuz yanıtlaması, onların Getat’ı onaylamadıkları anlamına gelmez. Dolayısıyla bu rapordan geleneksel tıbbı onaylama veya onaylamama ile ilgili güvenilir sonuçlar çıkarmak olanaksızdır. Özetle, tüm rapor okunduğunda DSÖ’nün Getat lehine bir tutum sergilemediğini, ancak bazı azgelişmiş ülkelerin sosyokültürel ve ekonomik koşullarından dolayı doğrudan Getat’a karşı çıkamadığından, bir bilim kurumu ciddiyetine ters düşecek biçimde, bir bürokrat ağzı ile gönülsüzce, “engelleyemiyoruz bari kontrol altına alarak zararı en azına indirelim” tutumunda olduğu anlaşılmaktadır. Ülkemizde de Getat’ı susarak onaylamış duruma düşen meslektaşlarımın çoğunun aynı biçimde düşündüğünü biliyorum. Bunu, örneğin birçok meslektaşımın akupunkturu, “çağcıl terapiler yanı sıra başvurulması koşuluyla plasebo etkisi yapabilir” yorumundan çıkarıyorum.
Tüm bölgeler içinde 2005-2018 yılları arasında Getat’ı düzenleyen politikalar, yasalar, düzenlemeler ve ulusal programlar oluşturma açısından en olumlu göstergelerin ve en büyük ilerlemenin Afrika ülkelerinde olduğu, Avrupa ve Amerika kıtası ülkelerinde göstergelerin dünya ortalamasının altında kaldığı belirtilmiştir. (Şekil 1)
İkinci ankette (133 ülke), ülkelere eğer Getat için politikası varsa, bunun özerk bir politika mı olduğu, yoksa başka bir politikanın içine mi yerleştirildiği sorulmuştur. Yalnızca 65 ülke bu soruya yanıt vermiştir. 36 ülkenin özerk ulusal bir Getat politikası vardır, 32 ülkede Getat politikası başka bir politika içinde ele alınmaktadır. Örneğin Kanada, Getat’ı lisans politikası içinde ele alırken, Sudan doğrudan birincil sağlık hizmetleri programı içine yerleştirmiştir.
1999-2018 arasında Getat ulusal araştırma enstitüsü kuran ülkelerin sayısı 19’dan 75’e çıkmıştır. Ancak yine artış en çok Afrika ülkelerinde olmuştur. (Şekil 2) Amerika ve Avrupa kıtası ülkelerinin çoğunun Getat ile ilgili özel bir araştırma merkezinin olmadığı görülmektedir. Çünkü çağdaş bir toplumda bilim kurumları zaten geleneksel yöntemlerin etkinliğini ölçen çalışmalar yapmaktadır. Birçok çalışma, alternatif yöntemlerin sirozda, erken evre kanserlerde ve son dönem kanser hastalarında, hastaların yaşam süresini ve yaşam kalitesini azalttığını göstermiştir. ([6], [7], [8], [9]) Bu çalışmaların sonuçlarını bilen bilim dışı sözde tıpçılar, “biz zaten alternatif tıbbı değil tamamlayıcı tıbbı savunuyoruz” diyebilir. Dikkat edin, geleneksel tıp, alternatif tıp, tamamlayıcı tıp, entegratif tıp, holistik tıp adı altında, temcit pilavı gibi hep aynı yöntemler önümüze konmaktadır. Genç ve asi ruhlular için alternatif tıp icat edersiniz, benim yaşımdaki uzlaşmaya açık olanlar için tamamlayıcı tıp dersiniz, yabancı dil bilen kültür düzeyi yüksek biri için entegratif, fonksiyonel veya holistik tıp dersiniz, aynı şeyleri değişik adlarla dayarsınız. En tehlikeli tanım “geleneksel tıp”tır, çünkü buna karşı çıkınca yaşadığınız toplumun değerlerine karşı çıkıyor gibi görünme riskine girersiniz. Görüldüğü gibi bilimsel ortamlarda kaybedilen mücadele, serbest piyasa, bürokrasi ve politika oyunlarıyla, demagojiyle kazanılmaya çalışılmaktadır. Anadolu’da böyle durumlar için “acemi pehlivan yenilgiye doymaz” denir. Bilim ve bilim karşıtlarının bu mücadelesinden herkes zarar görmektedir. Bu ortamdan nemalananlar yalnızca şarlatanlardır.
DSÖ bugüne kadar dünya halklarının sağlığı için olumlu birçok adım atmıştır. Tütün ve ürünlerinin içilmesini ve kız çocuklarının sünnet edilmesini önleme çalışmaları bunlardan birkaçıdır. Oysa başka bir açıdan bakıldığında bu iki uygulama birer gelenektir. Bazı alanlarda geleneklere karşı çıkılırken bazı alanlarda geleneklerin gizliden gizliye desteklendiğini ve özendirildiğini görüyoruz. Aynı sigara yasağının çıkarılmasında, uluslararası tütün şirketlerine verilen mücadele örneğinde olduğu gibi, geleneksel denen tıbbın arkasındaki çıkar odaklarına karşı aklın ve sağduyunun kazanacağını umuyorum.
Kanser ve kanser dışı hastalıklarda geleneksel denen çağdışı ve bilim dışı yöntemlerle hastalara verilen zararı gösteren birçok çalışma vardır ve birkaçını bir önceki paragrafta kaynak olarak vermiştim Alternatif ve tamamlayıcı denen tıbbın uzmanlık alanım olan onkolojide sağlığa zararlarını ortaya koyan birkaç çalışmayı biraz açmak istiyorum. Metastaz yapmamış meme, akciğer, kalın bağırsak ve prostat kanseri olan ve kendilerine önerilen standart bilimsel tedaviyi kabul etmeyip alternatif tedavi kullanan 260 hasta ile hastalık ve hasta özellikleri benzer olan ama standart tedavi kullanan 560 hastanın yaşam süreleri geriye dönük (retrospektif) olarak karşılaştırıldı.([10]) Alternatif denen tıbbı kullananların 5 yıl sonunda % 55’i, bilimsel tıp kullananların % 78’i yaşıyordu. (P <.001) Parantez içindeki değer, erken ölümlerin rastlantıya bağlı olma olasılığının binde birden düşük olduğunu, başka bir deyişle hastaların ölüm nedeninin alternatif denen tıp olduğunu gösterir.
Başka bir çalışmada metastaz yapmamış evrede meme, akciğer, kalın bağırsak ve prostat kanseri olan 1,9 milyon hasta geriye dönük olarak incelendi. Alternatif yöntemleri kullananlarda gerekli ameliyatları, kemoterapiyi, radyoterapiyi ve hormon tedavisini reddetme oranı daha yüksekti ve bu hastalarda ölüm riski alternatif yöntem kullanmayanlardan iki kat daha fazlaydı.[11] Akıllı insanlar başkalarının deneyimlerinden yararlanır. Vicdanlı insanlar inançları uğruna başkalarının yaşamını riske atmaz.
Elini verip kolunu kaptırmak
Aslında birçok bilimci, birçok Sağlık Bakanlığı doktoru ve bürokratı bu gerçeklerin farkındadır. Alternatif denen tıbbın toplumsal sağlık sorunu olduğunu bilmektedir. Ancak bazıları “zaten önleyemediğimiz bu bilim dışı yöntemleri doktor kontrolünde yaparsak can kayıplarını önleriz, zararı en aza indiririz” diye düşünüyor olabilir. Böyle bir tutum daha büyük sorunlar oluşturacaktır. Çünkü yaptıkları şey eskiden alternatif denen yöntemlere geleneksel ve tamamlayıcı adını koymak ve doktorların elinde kalacak olan sulandırılmış bilimle şarlatanlarla baş edebileceklerini ummaktan ibarettir. Şarlatanlara elimizi verirsek kolumuzu kaptırırız. Dünyada rüzgâr ters esiyor, bilim karşıtlığı tüm dünyada yükseliyor olsa bile, biz daha akılcı bir tutum sergileyebiliriz. İş işten geçmiş değildir. Bakanlığımızın alacağı tüm akılcı kararların takipçisi olacak güçlü bilimcileri vardır.
Şarlatanların kurtarılmış alanı (Getat)
Sağlık hukukunda şarlatan, tıp, eczacılık, veterinerlik veya diş hekimliği üzerine herhangi bir eğitim ve lisansı olmadığı halde bu meslekleri icra eden sahtekârlar için kullanılan bir terimdir. Geniş anlamında, bilir geçinen, kendi bilgi ve niteliklerini veya mallarını överek karşısındakini kandıran, dolandıran kimseler için kullanılan bir sıfattır. “Günlük dilde şarlatan denince, bir şey bilmediği halde bildiğini iddia eden, üstelik uzman kişilerin eleştirilerine ve uyarılarına rağmen iddiasında ayak direten, hatta bazen onları bilgisizlik ve dogmacılıkla suçlayan kişi anlaşılır”(12) Bu tanımların ışığında, ben çevremde üç tür şarlatan görüyorum. İlki, sahte diplomalı veya diplomasız sözde sağaltıcılardır (diplomasız şarlatanlar). İkincisi, tıp diploması olan ancak kanıta dayalı olmayan, hatta bilimsel gözlemlerle etkisiz olduğu gösterilmiş yöntemleri bırakmayanlardır (diplomalı göz boyayıcılar). Üçüncüsü, bilimsel tıbbi yöntemleri uygulayan, ancak sanki insanlığın tüm bilimsel bilgi birikimlerini yalnızca kendileri uygulayabilir, yalnızca kendileri hastaları tedavi edebilir gibi davranan, insanlık tarihi boyunca kazanılan deneyimlerin ve bilimsel birikimin başarılarını kendi başarıları gibi görüp ağzı laf yapan hekimlerdir(13) (diplomalı megalomanlar).
Sağlık Bakanlığı’nın şarlatanlara karşı alabildiği tek önlemin onlara sertifika vererek ıslah etmek olması çok üzücüdür. Bu yönetmelikler çıkarılırken Türk Tabipler Birliği’nin, Tabip Odalarının, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırmalar Kurumu’nun (TÜBİTAK), Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) ve diğer sağlık meslek derneklerinin görüşü alınmalıydı. Getat ile ilgili alınan bu kararlar ve yönetmelikler, ne yazık ki ülkemizin tıp ve bilim tarihinde talihsiz bir olay olarak anımsanacaktır.
Getat çalışmalarının ayrı etik kurullarda değerlendirilmesinin yolunu açmak diğer bir hatadır. Getat’ı kabul ettik diyelim, yapılacak çalışma ister hayvanda ister insanda olsun niye var olan etik kurullarda değil de Getat’a özgü kurullarda ve başka kurallarla denetlenmek zorundadır? Eğer Getat Etik Kurulları daha gevşek kurallar uygularsa, ileride bilimsel çalışmaların çoğunun Getat konularında olacağını, gerçek bilimsel çalışmaların duraksayacağını, gerçek doktorların saygınlığını koruyamayacağını, artık bilimsel tıbbın Getat’a alternatif olarak görülmeye başlanıp bilim dışına çekileceğini kestirmek için kâhin olmaya gerek yoktur.
Kuzu postunda kurt (fitoterapi)
Bitkisel (sözde) ilaçların denetimiyle ilgili soruları 90 ülke yanıtlamıştır. Özgün metinde bitkisel ilaç (herbal medicine) terimi kullanılmıştır. Ben “bitkisel sözde ilaç” teriminin kullanılmasını öneriyorum. 1999-2018 yılları arasında bitkisel ürünleri denetime alan ülkelerin sayısının arttığı görülmektedir. (Şekil 3) Ayrıca bitkisel ürünlerin aktif içerik, bitki parçaları, malzemeleri veya karışımları içerebileceği; bazı ülkelerde bitki kaynaklı olmayan hayvansal ürünlerin ve mineral malzemelerin de geleneksel olarak bitkisel ilaç kapsamında değerlendirildiği belirtilmiştir. Görüldüğü gibi, bitkisel sözde ilacın doğru dürüst bir tanımı bile yapılamamaktadır. 27 ülkenin bu ürünleri tıbbi ilaç kategorisinde değerlendirdiği, 35 ülkenin ayrı düzenlemeleri olduğu, 36 ülkenin kısmen ilaç kategorisinde gördüğü anlaşılıyor. Belçika, bitkisel ürünlerin denetimini diğer ilaçlarla birlikte yapmaktadır ki en akılcı tutum budur. Bir şeyin ilaç olduğu iddia ediliyorsa, adam yerine konup ilaç gibi denetlenmesi gerekir.
Şekil 4’de (s.31`de) Avrupa ülkelerinde bitkisel sözde ilaçlarla ilgili düzenlemeleri yapan ülke sayısının daha fazla olduğu görülüyor. Düzenlemeler, bitkisel sözde ilaçların sağlıklı koşullarda üretilip üretilmediğinin, ruhsatta belirtilen durumlar dışında reklâm veya satışın yapılıp yapılmadığının, satıldıktan sonra kullanılmasına bağlı görülen yan etkilerin izlenip izlenmediğinin denetimini kapsamaktadır. Dikkatinizi çekmek istiyorum, ulusal Getat politikaları ve araştırma merkezleri daha az olan Avrupa ülkelerinde bitkisel sözde ilaçlarla ilgili düzenlemeler daha fazladır. Rapordan bu ülkelerde bitkisel ürünlerin nasıl sınıflandırıldığını öğreniyoruz: Reçeteli satılanlar, reçetesiz satılanlar, diyet ekleri, sağlık gıdaları gibi. Bitkisel ürünler, reklâmlarındaki savlara göre de sınıflandırılıyor: Sağaltma savı olanlar, özel bir gıda içeriğini belli bir miktarda içerdiği savında olanlar gibi.
DSÖ’nün bu anketlerde elde ettiği istatistiksel verilere dayanarak fitoterapiyi (bitkilerle sözde tedaviyi) bilimsel bir yöntemmiş gibi görmek ve hastanelere sokmak büyük bir hatadır. Bu veriler, yalnızca, bitkisel ürünlerin düzenleme olmaksızın satılmasının önemli bir halk sorunu olduğuna işaret etmektedir.
Bitkisel ürünlerin güvenlik denetlemelerinin nasıl yapıldığı dört ana başlık altında toplanmıştır: Bitkisel ürünlere özgü ayrı güvenlik gereklilikleri, geleneksel kullanımında zararlı etkisinin görülmemiş olması, benzer ürünlerin güvenli olduğunu gösteren bilimsel verilerin yeterli kabul edilmesi ve diğer güvenlik gereklilikleri. (Şekil 5)
Bazı ülkeler bitkisel sözde ilaçları, özel bir kategoride kayıt altına alırken bazıları ulusal temel ilaç listesi içine almıştır (Şekil 6). Bu ikinci yaklaşım yüzlerce yıldır bitkilerden ilaç geliştirmeye çalışan firmaların ve sağlık emekçilerinin hakkına tecavüzdür. Neyse ki birçok Avrupa ülkesi ve Türkiye, bitkisel ürünleri ulusal temel ilaç listesine almamıştır. Şekil 6’da görülen dağılım, gerçek ilaçlar ve toplum sağlığı adına mutluluk vericidir.
DSÖ raporunda (s.45`de) tüm dünya ülkelerinin % 80’inde bitkisel sözde ilaç kullanıldığı bildirilmektedir. Bu bile çok havada bir ifadedir. Toplumun ne kadarı bu yöntemleri kullanmaktadır, bunlar doktorları tarafından mı önerilmiştir, yoksa doktorlarına karşın mı kullanılmıştır? Bir ülkede bazıları tedavi için ot kullandığında “tüm ülke otla tedaviyi kabul ediyor” çıkarımı yapmak ne kadar doğrudur? DSÖ, bu veriler ışığında bitkisel ürünlerin güvenliğini denetleyen yasal düzenlemelerin yapılması gerektiğini, bitkisel ürün uygulama ve uygulayıcılarının sağlık sistemlerine alınmasını önermektedir. DSÖ önerisinin, bitkisel sözde ilaçların denetlenmesi gerektiği kısmı doğrudur ve yararlıdır ama fitoterapicilerin sağlık sistemine alınması gerektiği kısmı yanlıştır ve zararlıdır.
Kurt puslu havayı sever
2012 yılında 37 ülke, 2018 yılında 45 ülke alternatif ve tamamlayıcı denen tıp uygulamalarını sağlık sigortası kapsamına almıştır. Butan ve Küba’da tam ödeme yapılmaktadır. Ülkemizden kanser tedavisi için Küba’ya gidenlerin dramına üzülmemek elde değildir. Çünkü bu insanlar orada bizde uygulanamayan bilimsel tedavilere değil, oranın geleneksel tıbbına para ödüyor olabilir. Sonuçta hem zamanlarını hem paralarını hem de sağlıklarını kaybediyorlar. Alternatif tıbba tam ödeme yapan bir ülkenin bilimsel düzeyinin ülkemizden hasta toplayacak kadar yüksek olması beklenebilir mi? İsviçre yalnızca ana akım tıbbı içinde kabul gören ve sertifikalı hekimlerce uygulanan yöntemleri ödemektedir. Ülkemizde uygulama İsviçre örneğine benzemektedir. Ancak oradaki ana akım uygulamalarla bizdekiler çok farklıdır. Daha karmaşık bir kültürel yapısı olan ülkemizde, geleneksel tıbba yeşil ışık yakıldığında bilimsel tedavilerin daha fazla aksayacağını, daha fazla hastanın şarlatanların kucağına düşeceğini kestirmek zor değildir.
DSÖ raporunda Getat konusundaki güçlükler şöyle sıralanmıştır: Araştırma verisi eksikliği, çalışmalara parasal desteğin olmaması, uygulamaların güvenliğini ölçen mekanizmaların olmaması, uygulayıcılarının eğitim ve öğretim eksikliği, ulusal sağlık otoritelerinde ve kontrol ajanslarında uzmanlığın yetersiz olması, ürünleri denetleyen ve düzenleyen mekanizmaların olmaması, ulusal sağlık otoriteleri arasında işbirliği kanallarının olmaması, ürünlerini güvenliğini izleyecek mekanizmaların olmaması, Getat reklâmlarını ve savlarını kontrol eden ve düzenleyen mekanizmaların olmaması… Bu kadar sorun içeren bir şeyi bilimsel tıp içine alarak insanları sağaltmaya çalışmak akılcı değildir. Amaç insanların sağlığını değil, geleneksel tıbbı düzeltmekse, bu hiç olacak şey değildir. Sonunda elimizde ne geleneksel tıp ne de bilimsel tıp kalacaktır. Getat bataklığı, önce bilimsel tıbbın, sonra akla ve bilgiye dayanan toplumsal düzenlerin zararına olacaktır. Daha ileriye bakıldığında tüm dünyanın sağlık ve bilim anlayış ve uygulamaları konusunda bir kargaşaya (kaosa) sürükleneceği kolayca kestirilebilir. Kurt puslu havayı sever, şarlatanların bu arada fırsatı değerlendirip epeyce hâsılat toplayacağı ortadadır.
Türkiye’de Getat bataklığı
Sağlık Bakanlığı 2013-2017 stratejik planında, kanıta dayalı Getat uygulamalarına yasal düzenlemeler getirmiştir, uygulamaları, uygulayıcıları ve kuralları tanımlamıştır, uygulayıcıların sertifikalandırılmasına karar vermiş, uygulama merkezlerinin ve ünitelerinin gözetim mekanizmalarını geliştireceğini bildirmiştir. “Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Yönetmeliği” ve “Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamalarının Klinik Araştırmaları Hakkında Yönetmelik” yürürlüğe girmiştir. Akupunktur, kineziyoterapi, osteopati, fitoterapi, homoepati, hacamat, apiterapi, hipnoz ve sülük, karyopraksi, ozon tedavisi için kamu sağlık hizmetleri satış tarifesinde kodlar ve Sağlık Bakanlığı hastaneleri ve üniversite hastaneleri için fiyatlar belirlenmiştir (Kamu Sağlık hizmetleri Satış Tarifesi, Ek-2). Önceki paragraflarda sayılan uygulamaların geleneksel olmadığını biraz önce görmüştük. Bunlar tüm dünyada bilimsel çalışmalarda etkisizliği gösterilmiş ve bir kenara atılmış eski uygulamaların kaba bir seçkisidir.
Şili ile Türkiye’yi (ya da sap ile samanı) karıştırmak
DSÖ raporunda, Şili Sağlık Bakanlığı’nın, yerli halkların kültürlerine uygun tedavileri alma haklarını sağlamak için yasal düzenlemeler yaptığı ve bu düzenlemelerin yerlilerin atalarından kalma dinsel, kültürel ve tinsel uygulamalarını tanıdığı, koruyup kolladığı ve bunlara saygı duyduğu bildirilmektedir. Ana kıtaya binlerce mil uzaktaki adalarda, henüz kendi köyü veya kabilesinden başka insan topluluklarıyla karşılaşmamış, yabancıların kendilerine uygar yaşam, eğitim ve sağlık hizmetleri getirmesini bile içine sindiremeyen halkları olan bir ülkede, yerlilerin geleneksel tıbbını çağcıl tıp içine yerleştirip bu halkları kazanmak akıllıca bir politika olabilir. Ancak Türkiye’nin bu örneğe benzediğini düşünmek kendimize haksızlık yapmak olur. Ülkemizde “ölürüz de hastaneye gitmeyiz, biz kurtçuk, sülük, hacamat ve ot istiyoruz” diyen geniş tabanlı bir toplumsal kesim mi vardır?
Sudan, Şili gibi mi, Avrupa gibi mi olacağız?
DSÖ’nün raporunda Getat’ın toplum sağlığına genelde yararlı olduğunu gösteren hiçbir veri ve kanıt yoktur. Anketlerin verileri şöyle değerlendirilmelidir. Türkiye, Getat politikaları konusunda, bir Avrupa ve Amerika ülkesi gibi mi Sudan veya Şili gibi mi davranacağına karar verme arifesindedir. Bitkisel sözde ilaçlar, eğer sağalttığı iddia ediliyorsa, bir ilaç gibi denetlenmelidir. Dolayısıyla bunların ruhsatlandırılması, şimdi olduğu gibi Tarım Bakanlığı değil, Sağlık Bakanlığı tarafından yapılmalıdır. Sağaltma iddiası olmayan, yalnızca bir maddeyi belli bir miktarda içerdiğini iddia edenler bile (bu kutudaki her kapsülde 2 mg C vitamini vardır örneğindeki gibi) bile Sağlık Bakanlığı tarafından ruhsatlandırılmalıdır. Çünkü açıkgöz bitkisel sözde ilaç satıcılarının çoğu bir ürünü gıda takviyesi gibi Tarım ve Orman Bakanlığı ruhsatı ile piyasaya sürdükten sonra ilaç gibi tanıtımını yapmakta ve ilaç gibi satmaktadır. Ya da bazı halk sağlığı düşmanları Tarım ve Orman Bakanlığı ruhsatı ile sattıkları ürünlerin içine etkin ilaçlar koymaktadır. Böylece zararsız gıda eki veya bitkisel sözde ilaç kullanan insanların sağlığı tehlikeye atılmaktadır. Örneğin cinsel gücü artırdığı öne sürülerek telefonla ve internette satılan gergedan boynuzu ürünlerinde sildenafil (Viagra) bulunmuştu ve satıcılar hakkında suç duyurusu yapılmıştı. (gazetevatan.com, 13.7.2013 ve hürriyet.com.tr, 27.7.2012) Tarım ve Orman Bakanlığı ruhsatlı hiçbir ürün ilaç gibi kullanılmamalıdır, ilaç gibi reklâmı yapılmamalıdır.
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın yasaklı ürünler listesinde başka bir gıdanın taklidi olduğu, içine başka bir şey karıştırıldığı (tağşiş) veya içine ilaç etken maddesi eklendiği gerekçesiyle yasaklanan 229 firmaya ait toplam 386 ürün bulunmaktadır. Kırk kadar, yiyecek, içecek ve bitkisel çay, sibutramin, sildenafil, taldanafil gibi ilaç etken maddesi içerdiği için yasaklanmıştır. Hatta gelecek Getat Kongresi’nde birçok derde deva olacağını duyacağınız balın 28 markası, içeriğindeki uygunsuzluklar nedeniyle yasaklanmıştır. (Bkz. Gıdada Taklit ve Tağşiş Yapan Firmalar, 2019 Yılı Listesi, T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı; https://bit.ly/2RdzW5g)
Gıda olarak bile kalite standardı yakalanamayan ve yasaklanabilen baharat, bal, bitkisel çay gibi şeylerden ilaç olamayacağını anlamak için bilimci olmaya gerek yoktur. Hıfzıssıhha kanununda gerekli düzenlemeler hemen yapılmalıdır, var olan ilerici yasalar işler kılınmalıdır ve gıda eklerinin içerik ve miktarları denetlenmelidir. Acil halk sağlığı sorunları kapımıza gelip dayanmıştır.
Ulusal ve uluslararası sermayenin fitoterapinin arkasına sığınma pervasızlığına dur denilmelidir. Bitkiyle tedaviyi bilim sanan bir sağlık sisteminde bu mücadele nasıl yapılabilir? Fitoterapiye sıcak bakanların bir savı “Ne yapsak engel olamıyoruz, bari biz kontrol altına alalım” avuntusu bilim etiğine, bilimsel ilaç firmalarına ve çalışanlarına zarar vermektedir. Bitkisel sözde ilaçlar kontrol edileceği yerde, bu sistemde yetişen, farmakoloji nosyonunu kavrayamamış hekimler bile bilimsel tıbbın uluslararası sermayenin tuzağı olduğuna, bu nedenle zararlı olduğuna, bitkisel sözde ilaçların ise etkili ve yan etkisiz olduğuna inanabilmektedir. Yan etkisi olmayan bir madde ilaç olamaz. Yapay maddelerin zararlı, doğal olanların zararsız olduğu inancı toptan yanlıştır. Mantar zehirlenmesi ve mantar zehirlenmesine bağlı ölüm haberlerini gazetelerde okuyorsunuz. Mantar doğal bir bitki değil midir? Kırlardan toplanan otların üzerinden kaç sürünün geçtiğini, aralarında hangi böcek ve bakterinin yaşadığını kim bilebilir? Kaldı ki bitkisel zararsız ürün diye satılan şeylerin içine neler katılabildiğini yukarıda okudunuz.
Bir yanda otla tedavi, bir yanda yerli ve milli kanser ilaçları
Bilimsel çalışmalarda etkisiz olduğu gösterilmiş veya etkili olduğu gösterilememiş tüm yöntemler içinde, tıp etiği ve toplum sağlığı açısından en tehlikelisi fitoterapidir. Çünkü doğrudan bilimsel yöntemin kendisine saldırır. Farmakoloji doğal ürünlerden ilaç elde etmek için önce o bitki içindeki etken maddeyi bulur, sonra onun hücre kültürlerinde etkisini araştırır, son olarak hayvan deneylerinde sınar. Hayvan deneyi aşamasını geçen maddeler için başlanan insan çalışmaları 3 fazdan oluşur. Bu süreçlerde ilacın bedende nerelere hangi yoğunlukta ulaştığı, zararlı ve ölümcül dozun ne kadar olduğu, bedenden hangi yollarla ne kadar sürede atıldığı, etkisini nasıl oluşturduğu araştırılır. Tüm bu emekler yıllarca sürer. Japonya’da halkın birçok derde deva olduğunu düşündüğü porsuk ağacı yapraklarından, paklitaksel molekülünün saflaştırılması ve kanser ilacı olarak kullanılması bu konuya güzel bir örnektir. Amerikan Ulusal Kanser Enstitüsü’nün (NCI) 1951 yılında porsuk ağacı yaprağının şifalı olduğu söylentilerini sınayıp paklitakseli eczanelere vermesi 41 yıl almıştır. Porsuk ağacı, 1941 yılında NCI tarafından araştırmaya başlanan 35.000 bitkiden yalnızca biridir.
Tufts Üniversitesi tarafından 2016 yılında yayımlanan bir makalede, ilaç geliştirmek için çalışılan 100.000 molekülden yalnızca 100 tanesinin insanlarda sınanma aşamasına gelebildiği ve bunların ancak 10 tanesinin ilaç olarak pazara ulaştığı belirtilmiştir. Bu bile zafer anlamına gelmemektedir. İlaçların % 80’i pazarlama sonrası takiplerde beklenen etkinin görülmemesi, beklenmeyen yan etkileri veya diğer ilaçlarla rekabet edememesi nedeniyle piyasadan geri çekilmektedir. Sonuçta 100.000 molekülden yalnızca 2 tanesi ilaç olabilmektedir. Tüm bu süreç ortalama 10-20 yıl sürmektedir. Bir ilacın piyasaya sürülmesinin ortalama tutarı 2,8 milyar dolardır.(14) İlaç firmalarıyla ilgili komplo kuramlarının doğruluğunu sınarken verdiğim bilgiler akıldan çıkarılmamalıdır. Bu bilgi, bugünlerde Türkiye’nin her yerinden yükselen “kanserin yerli ve milli ilacı bulundu” haberlerinin doğruluğunu sınarken de işinize yarayacaktır. Demek ki fısıltı gazetelerinde müjdesi verilen ilaçların, eğer haber toptan yalan değilse, ileride gerçekten ilaç olarak günlük kullanıma girebilme şansı yüz binde ikidir.
İnsanlığın çağcıl, bilimsel tıbba varan, ottan ilaç üreten bilgi birikimini ve deneyimini karalamak emek düşmanlığıdır, insanlık düşmanlığıdır. Bitkileri bütün yiyerek ilaç gibi kullanabiliyorsak bunca emeğe yani bilimsel tıbba, farmakolojiye ne gerek var? Fitoterapinin diğer bir tehlikesi, arkasında çok büyük bir sanayinin ve ticaret rantının olmasıdır. Gerekli önlemler alınmazsa bu sanayi daha da büyüyecektir. Son söylediğimden toptan sanayi ve sermaye karşıtı olduğum sanılmasın. İnsan sağlığı ile oynayan, bilim ve insan düşmanı olan sermayeye ve sanayiye karşıyım. Düşünün ki bunca kontrol sistemine karşın, ilaç sanayisi ile ilgili ne kadar korkunç komplo kuramları oluşturuluyor. Bu sanayi, bu kontrol sistemlerinden kaçırılırsa, insanlık için büyük bir felaket olacaktır. Dürüst kalmaya çalışan firmalar, “beceriksiz” suçlamasına açık duruma düşecektir. Bir ilacı üretmek için niye bunca çaba harcasın? Hadi ilacı üretti diyelim, ruhsat almak için niye onlarca bürokratik engelle uğraşsın? İlaç yerine, ot ilaç yapar, otun içine ilaç katar, hızla piyasaya sürer, ruhsat derdinden ve satış sonrası oluşabilecek yan etkilerin sorumluluğundan kurtulur.
Bilimsel tıp içine sokulan bir truva atı (Getat)
DSÖ raporunun yönetimsel özet bölümünde, “DSÖ üyesi 170 ülke (tüm üye ülkelerinin % 88’i) ülkelerinde Getat’ın kullanıldığını kabul etmiştir” denilmektedir (s.10`da). Bu aslında tam bir kabul veya onay değil, olsa olsa bir itiraftır. Kısacası raporda geleneksel denen tıbbı açıkça destekleyen bir ifade yoktur. Bizdeki geleneksel ve tamamlayıcı denen tıbbın destekçileri, yukarıdaki belirsiz ifadeyi, bilimsel ve yasal bir destekmiş gibi kullanmaktadır.
Tamamlayıcı ve geleneksel denen tıbbı destekleme adına atılan her adım, sağlık mesleğinin yükseldiği koca ağacın ana dallarını kesmektir, bir bakıma kendi ayağına ateş etmektir. Tamamlayıcı ve geleneksel denen tıp, bilimsel tıbbı tamamlamaz eksiltir, sakatlar. Geleneksel sözde tıpçıların hastanelere girmesi hastanelerde bin bir güçlükle kurulabilen iş barışını ortadan kaldıracaktır. Bir kardiyoloğun mide ve akciğer rahatsızlıklarına bakması hoş karşılanmaz, hatta yasaktır. Ama bir fitoterapici onlarca branşın hastasına bakabilecektir. Bir akupunkturcu, bugün yalnızca ağrıyla sınırlı kalacakmış gibi görünse de, geleneksel Çin tıbbında akupunkturun kullanılmadığı hastalık yok gibidir. Yarın bizde de benzer durumların yaşanmayacağını hiç kimse garanti edemez. Geçen aylarda bir üniversitemizde düzenlenen Getat sempozyumunda “infertilitede akupunktur” başlıklı bir konuşmanın olduğunu hatırlıyorum.
Gerçek bir öykü
2019 yılında yurtdışından gelen bir hastamın ve yakınlarının başına gelenleri size anlatmak istiyorum. İstanbul’da gittikleri bir onkoloğun kendisine bir kemoterapi ve bazı otlar verdiğini ve üç aylık tedavi için 100.000 dolar aldığını bana anlattı. Bu onkoloğun daha önceki sınıflandırmamdaki diplomalı göz boyayıcılardan biri olduğunu düşünüyorum. Hastam kandırıldığını anlamıştı. “Biz kardeş ülke diye Türkiye’ye geldik, oldu mu şimdi?” dediğini anımsıyorum. Can derdinde bizden yardım istemeye gelen, dil bilmeyen, yol bilmeyen bu insan İstanbul’da kurtların önüne atılmış durumdaydı ve kandırılmıştı, parasından olmuştu, bir süre sonra canından da oldu. Ardında bıraktıkları ülkemiz hakkında ne düşünüyor olabilir? Peki, her gün böyle olaylara tanık olan binlerce sağlıkçı ne düşünüyor? Denize düşenlerin sarıldıkları yılan mı olacağız yoksa tuttukları el mi? Bazen kendime soruyorum: Bunları görmeye daha ne kadar dayanabileceğim?
Yanlışlıkları, hataları kanıksadık ve Getat’ı yasallaştırmaya çalışıyoruz. Getat Yönetmeliği’nde akupunktur, fitoterapi, hacamat, kupa, kurtçuk, vs. tedavisi uygulayacak kişilerin Tıp veya Diş Hekimliği mezunu olması gerektiği belirtiliyor. İlk bakışta bu bazılarına ilerici bir düzenleme gibi gelebilir. Ancak bilimsel çalışmalarda defalarca etkisiz olduğu gösterilen yöntemlerin hekimlere dayatılması asla kabul edilemez. Yukarıdaki barbarlığı yapanları meslektaş olarak kabul etmemizi kimse bekleyemez. Ayrıca bunun “getirisi hatırına” yararına inanmasa da birçok doktoru baştan çıkarıcı etkisinin olabileceği de unutulmamalıdır. Yönetmelikteki geleneksel tıbbı uygulayabilmek için doktor olma gerekliliğinin ileride başka bir yönetmelik ile kaldırılma olasılığı yüksektir. Doktorlar ekmek teknelerini kaybetmek üzere olduklarının farkına varmalıdır. Şimdi bile geleneksel yöntemlere devletin ödediği para bilimsel tıbba ödediğinden daha yüksektir. Örneğin bir hekim poliklinikte hasta muayene edip reçete yazdığında 50 TL ödenmekte, fitoterapi sertifikalı bir hekim bitkisel karışım reçete ettiğinde 75 TL ödenmektedir. Kemoterapi uygulaması 116 TL, sülük uygulaması 100 TL’dir. Kamu sağlık hizmetleri satış tarifesinin birinci ekinde fitoterapi için bir fiyat belirlenmiştir, ancak kemoterapi planlaması için bir fiyat bile belirlenmemiştir. (Bkz. Kamu Sağlık Hizmetleri Satış Tarifesi, Ek-2)
Yukarıda sayılan, geleneksel ve tamamlayıcı denen yöntemler uzman hekimler tarafından zaten değerlendirilmektedir. Bir plastik cerrah, bilimsel literatür verilerine, başka meslektaşların deneyimlerine dayanarak yara bakımında kurtçuk veya larva kullanmak istediğinde kimse buna karşı çıkmamaktadır. Alternatif ve tamamlayıcı denen tıp olgusu, hastanelerde, üniversitelerde, meslek örgütlerinde değerlendirilmesi gereken bilimsel ve etik bir konudur. Politika malzemesi değildir. Konunun insan özgürlüğü ile ilgili bir yanı yoktur. Siz hastayı müşteri olarak görme hatasına düşseniz ve hastanız da kendisine zarar verebilecek bir uygulamayı talep etse bile, ona kendisine zarar verecek bir şeyi öneremezsiniz, satamazsınız.
Sağlığımız kimlere emanet?
Bu yanlış gidişten dönülmezse şöyle olacak, böyle olacak demeyeceğim. Yaşanmış başka bir olayı anlatarak bu konuda düşünmeyi okurlara bırakacağım: 14.2.2019’da Ankara İlçe Müftüleri Toplantısında, Kocatepe Konferans Salonunda, Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi Getat Sorumlusu Uzm. Dr. İlker Solmaz, proloterapi yöntemi (ağrılı eklem ve dokulara çoğunlukla şeker çözeltisi enjeksiyonu) hakkında bir sunum gerçekleştirdi. Proloterapi yönteminde ilaç kullanılmadığını belirten Solmaz şöyle devam etti. “Şifa kendi bedenimizde. İlaç olarak neyi kullanıyorsunuz sorusu sorulduğunda ben Allah’ın eczanesini kullanıyorum diyorum”. (https://www.mynet.com/oturarak-namaza-proloterapi-tedavi-yontemi-180104302334)
Akla hemen şu soru geliyor. Dünyada geleneksel tedavi yöntemleri arasında dua, spritualizm ve dinsel tedaviler de var. Bunlar kapımızı ne zaman çalacak? Yoksa bazı hastanelere ataması yapılan manevi destek uzmanları ve din psikologlarıyla kapımız çoktan çalındı mı? (Bkz. birgun.net, 10.3.2018)
Bu yazdıklarımı okuyan uzak yakın çevremden “Sana ne? Kendini kurtarmışsın daha ne istiyorsun? Birilerinin hatalarını eleştirip birilerinin tekerine çomak sokarak eline ne geçecek?” diyenler çıkacaktır. Elime ne mi geçecek? Anlatayım: Babam her gün fazla mesaiye kalırdı ve eve gelir gelmez yatağına yığılır, uyuyakalırdı. Şimdi anlıyorum ki geçmişte çalıştığı yapay gübre fabrikasında maruz kaldığı zehirli gazlardan dolayı evde bayılırdı. Birçok bayram ve hafta sonunda mesaiye kaldığından onu göremezdik. Bunca çalışmayla kazandığı bize yetmezdi ki annemle birlikte örgü örerlerdi, ek gelir elde ederlerdi. Tüm paralarını oğullarının okuması ve iyi bir meslek sahibi olması için harcadılar. Kardeşim ve ağabeyim öğretmen oldu. Anne ve babam, beni ancak askeri tıbbiyede okutabileceklerini söyledi. Parasız yatılı okulda okudum ve doktor oldum. Benim ailem, çocuklarını bin bir özveriyle okutmuş milyonlarca aileye yalnızca bir örnektir. Anne ve babalarımıza borcumuz var; bizi okutan devletimize ve halkımıza borcumuz var. Yanlış şeyler oluyorsa susamayız. Bazen söylediklerimizden değil söylemediklerimizden sorumlu oluruz. Biz çok susmuşuz. İşler bu duruma getirilmiş. Artık susmamalıyız.
KAYNAKLAR
[1) Uluslararası Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Kongresi, 19-22 Nisan 2018, Bildiri Kitabı, s.13.
2) Jared Diamond, Tüfek Mikrop ve Çelik. Pegasus Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, Nisan 2018.
3) Jared Diamond, Çöküş, Pegasus Yayınları. Birinci Baskı, İstanbul, Şubat 2019.
4) World Health Organziation, WHO Global Report on Traditional and Complementary Medicine 2019, who.int.
5) Alaeddin Şenel, ‘Kara Kutu’ içinde ne var? ‘Çağımızın vebası’ olarak suçlanan ‘modern tıp’ eleştirisi kime yarar kime zarar?, Bilim ve Gelecek, Ocak 2020, Sayı: 191, s.8.
6) Yun YH, Lee MK, Park SM, ve ark., Effect of complementary and alternative medicine on the survival and health-related quality of life among terminally ill cancer patients: a prospective cohort study, Ann Oncol. 2013 Feb;24(2):489-494.
7) Skyler B. Johnson, Henry S. Park, Cary P. Gross, James B. Yu., Complementary Medicine, Refusal of Conventional Cancer Therapy, and Survival Among Patients With Curable Cancers. JAMA Oncology, 2018.
8) Philips CA, Paramaguru R, Augustine P, Rajesh S, Ahamed R, George T, Padsalgi G. A., Single-Center Experience on Outcomes of Complementary and Alternative Medicine Use Among Patients With Cirrhosis, Hepatol Commun. 2019 Apr 12;3(7):1001-1012.
9) Boström H(1), Rössner S., Quality of alternative medicine–complications and avoidable deaths, Qual Assur Health Care. 1990;2(2):111-7.
10) Johnson SB, Park HS, Gross CP, Yu JB., Use of alternative medicine for cancer and its impact on survival. JNCI J Natl Cancer Inst. 2018;110(1):121-12.
11) Johnson SB, Park HS, Gross CP, Yu JB., Complementary medicine, refusal of conventional cancer therapy, and survival among patients with curable cancers, JAMA Oncol, 2018;4(10):1375-1381.
12) Hüseyin Batuhan, Bilim ve Şarlatanlık, Bulut Yayınları, 1999, s.25.
13) Okan Kuzhan, Şarlatanlığın Dayanılmaz Hafifliği, Bilim ve Gelecek, Ocak 2020, Sayı: 191, s.15-16.
14) DiMasi JA, Grabowski HG, Hansen RW., Innovation in the pharmaceutical industry: New estimates of R&D costs J Health Econ, 2016 May;47:20-33.