Bir dönem Amerikan filmlerinde çok sık gördüğümüz bir sahne vardır: Düzlükte göz alabildiğine uzanan bir yol, kim bilir belki kilometrelerce, etrafında da sonsuzluğu çağrıştıran çöl. Nadiren rastlanan benzin istasyonları ve moteller dışında hayatın esamesi okunmayan bu yollarda, hareket eden bir araba ve içinde kendisiyle hesaplaşan insan, ya da insanlar. Yolculuk halinin bizi kişisel hesaplaşmalara götürmesinin sebebi sadece bu öğrenilmiş roller olmasa gerek. Bir yerden başka bir yere gitmenin,ilk insanlara uzanan bir göç / yol hikâyesinin genetik kodlarımıza işlenmiş bir başka yolculuk haliyle eşleşmesi de bir sebeptir belki. ValeriaLuiselli’nin Kayıp Çocuk Arşivi aynı anda hem bir göç hikâyesini, hem kişisel hesaplaşmaları, hem de bunlarla beraber gelen pek çok başka şeyi anlatıyor.
Ses kaydı yaparak, kayıt toplayarak, düzenleyerek belgecilik / belgeselcilik yapan bir çiftin ve her birinin geride bıraktıkları hayatlarından getirdikleri çocuklarının kayıp bir geçmişin, kaybolacak bir geleceğin peşine düştükleri otomobil yolculuğunu anlatıyor roman. Bütüne bakınca kabaca söylenecek olan bu. Fakat yolculuğun içinde ilerledikçe zamanın ve mekânların yarattığı bir birlikteliğin zamanla dönüştüğünü, çiftin evliliğinin de baktıkları yönlerin değiştiği gibi değişip çözülmeye, dağılmaya başladığını fark ediyoruz. Bu arada biri 10 diğeri 5 yaşında olan iki çocuğun kardeşliğini, kaybolan Apaçi kabilelerini ve sınırı aşarak başka bir hayata kavuşmaya çalışan çocuk mültecileri, çölün büyüklüğünü katman katman önümüze yaymasıyla sadece bir yolculuk hikâyesi anlatmadığını anlıyoruz. Başlangıçta kadının gözünden anlatılan roman yetişkin gözüyle adaletsizliği, vazgeçmeyi, ilişkileri, mutluluğu, geçmişi ve kaçınılmaz olarak geleceği sorguluyor. “Mutsuzluk yavaş yavaş filizlenir. İçinizde bekler sessizce, sinsice. Onu beslersiniz, her gün karnını doyurursunuz kırıntılarınızla – arka bahçenizde bağlı duran ve izin verdiğiniz takdirde elinizi ısıracak köpektir o. Mutsuzluk vakit ister ama önünde sonunda sizi bütünüyle zapt eder.”diyerek bizi kendi ruh haline yaklaştıran kadın, eşiyle farklı yönlere gitmeye başlayan hayatlarının ipleri içinde boğuluyor. Bu sırada onunla birlikte biz de o kördüğümün içinde dönenip duruyoruz. Çocuklara bakışı, bütün o bunalımının içinde onlara doğru davranabilmeyi düşünmesi, sanki bir yandan ebeveyn olmanın zorluklarını anlatırken, anlatıcı 10 yaşındaki erkek çocuğu olunca, hikâye bambaşka bir boyut kazanıyor. Çocuk anne babasının arasındaki gerginliğin de, yolculuğun başının ve sonunun da kendince farkında ama kız kardeşiyle ilişkisi sanki onu daha çok ilgilendiriyor. İlk bölümde annesinin anlattığı yolculuğun büyük bölümünü; tabii kendi gördükleriyle, fark ettikleriyle ve anladıklarıyla yeniden anlatıyor. Romanın bu bölümündeki değişim çok net. Bazı detaylarda üzüntüyü ve acıyı yine de görmek mümkün ama Luiselli bir kadının gözünden bir çocuğun gözüne çarçabuk uyumlanarak yolculuğun yükünü annenin sırtında bırakıyor. Bize sevimli bir çocuğun yolculuk, kaçış, kendini bulma, ailesini kaybetme ve hayal kurma hikâyesini aktarıyor.
Aile açısından bakınca anlatılanlar bir yana, bir de hikâyenin fonunda yer alan mülteciler, artık isimleri sadece ilgililerince bilinen Apaçiler ve onların efsanevi liderleri Geronimo var.Onların yok oluş süreçlerine dair okuduklarımız, bin yıllardır insanoğlunun yaptıklarının hiç değişmediğini hatırlatıyor. Meksika sınırından çölleri aşarak Amerikan rüyasına koşan iki kaçak çocuğun yolculuğuna dair kimi olaylara tanıklık eden anne, belki kendisinin de bir göç hikâyesi olduğu için, belki de işin içinde çocuklar olduğundan bu işin peşine düşüyor. Sıkı sıkıya konunun izinde olmasa da aklı hep etrafında dönüp duruyor ve bundan ister istemez etkilenen çocuklar, merak ediyorlar: “Ya o çocuklar biz olsaydık?” Böyle bir göç yolculuğuna dair bir kitap okuyor kadın. Aynı kitabı sonra çocuğun elinde görüyoruz: Kayıp Çocuklar İçin Ağıtlar. Aralara bu hayali kitaptan serpiştirilen bölümler, anlatıcının değişmesi, ara ara bahsedilen belge ve doküman kitabın akışını bozuyor, okuru duraklamaya zorluyor. Ancak bir yerden sonra metin, yer yer Tutunamayanlar’ın o noktalama işaretleri kullanılmadan yazılmış bölümü gibi, sanki bir kalemden – bir ağızdan dökülerek hikâyenin ivmesini değiştiriyor. Anlatıcının değişmesi hangi anlatıcıyı sevdiyseniz onu yitirmenize neden olduğu için okumanın sürekliliğini zedeleyebilir. Belki olayları yeni bir bakış açısından görmenin cazibesi sizi kendine çeker. Belki de bazı noktalarda fantastik bir dünyaya dönüşen ortam da kafanızı karıştırabilir. Metinde ilerledikçe kimi zaman uzaklaştığımız yol haritası, bizi bir şekilde tekrar rotaya sokmayı başarıyor. Sonra, tıpkı yazarın dediği gibi fark ediyoruz ki “Yolculuğun sonuna başlangıç noktasına olduğumuzdan daha yakınız.”
Yer yer zorlayıcı, yer yer birbirinden bağımsız öykülerle dağılan ama bütününde temeline aldığı konulara dair okurda durup düşünme isteği yaratan bir roman Kayıp Çocuk Arşivi. Üstelikaynı olaya farklı açılardan bakmayı sevenlere, kimi zaman eksikler olsa da iyi bir fırsat sunuyor.
Kayıp Çocuk Arşivi, Valeria Luiselli, Çev. Seda Ersavcı, Siren Yayınları, 2019, 437 s.