Çin’den dünya geneline yayılım gösteren SARS-CoV-2 koronavirüsü kökenli pandeminin hem ülkeler bazında hem de küresel ölçekte etkilediği alanlardan bir diğeri de ekonomi olarak karşımıza çıkıyor. Ülkelerin aldığı karantina, bazı mekânların ve işletmelerin kapatılması gibi tedbirler ekonomik kayba ve işçiler açısından hak kayıplarına neden olabiliyor. Ülkemizde ise tanımlanmış 18 vaka bulunuyor. Benzer önlemlerin Türkiye ekonomisine etkilerini ve dünya genelindeki ekonomik durumu Prof. Dr. İzzettin Önder ile konuştuk.
Prof. Dr. İzzettin Önder koronavirüs salgınının kriz etkisine değinerek “Aslında bu da bir kriz, biyolojik bir kriz. Biyolojik bir krizin ekonomiye yansımasını konuşuyoruz aslında. 2008’de başlayan ve hâlâ içerisinden geçtiğimiz ekonomik krize çok benzer yanları var. Bu kriz, biyolojik kriz, tüm dünyaya yayılma potansiyeli taşımakta ve daha çok gelişmekte olan bölgelerin etkilendiği söylenebilir. Bunun çok tipik bir örneği olan İtalya’ya baktığımızda, bu salgın ilk olarak İtalya’nın ekonomik olarak gelişmiş bir bölgesi olan kuzey bölgesinde etkili oldu. İlk olarak kuzey bölgesi karantinaya alındı. Daha geri kalmış bölgelerindeki etkileri daha sonra ortaya çıktı. Şimdi ise ülke geneline yayılmış durumda. Koronavirüs bütün Avrupa’ya hızla yayıldı. Bizim ülkemize de daha geç bir dönemde geldi. Daha kentsel alanların daha hızlı bir biçimde etkilendiğini görüyoruz. Kırsal alanlar ise daha yavaş etkileniyor. Toplumlar sanayileştikçe iletişimin ve sosyalleşmenin önem kazandığını biliyoruz. Aslında bu durum sanayileşmenin bir sonucudur. Böyle olunca da, yani iletişim ve sosyalleşme önem kazanınca da, salgınlarda yayılım çok daha güçlü oluyor” açıklamalarında bulundu.
“Ekonomiler çok canlı olsaydı, yani henüz 2008’e gelinmemiş olsaydı, ekonomilerin durumu 2000’lerin başındaki gibi olsaydı, virüs kaynaklı kriz ortaya çıktığında bunun etkilerini çok net hissederdik” diyen Önder, “Ekonomiler bu krizden çok büyük oranda etkilenirdi. Ancak günümüzde ekonomiler zaten durağan halde. Dolayısıyla bu kriz ile birlikte durağanlığın üzerine eklenen bir başka durağanlaştırma etkisi ortaya çıktı. Belirli kurumlar faizlerin düşürülmesine ilişkin karar aldı ancak faiz düşüşlerinin ekonomiye bir faydası olmuyor. ‘Likidite krizi’ denen şey ortaya çıkıyor. Yani düşen faizler ekonomileri canlandıramıyor, faiz düşüşlerinin insanların tüketim eğilimlerini artırmayacağı bir durum ortaya çıkıyor” diyerek ekonomik tedbirlerin yetersizliğine dikkat çekti.
“Bu kriz, sistemle ilgili düşüncemizi değiştirebilir mi?”
Prof. Dr. İzzettin Önder, koronavirüs salgını kaynaklı krizin toplumsal olarak bakış açısı değişikliğine zemin hazırlayabileceğine dikkat çekerek şu açıklamalarda bulundu:
“Üretim yavaş yavaş çok temel maddelere kayacak. Bu kriz devam ettiği sürece söz konusu durumun etkilerini göreceğiz. Krizden en az etkilenen sektörler gıda ve makyaj malzemeleri sektörü oluyor. Belki bu krizde de böylesi bir durum gerçekleşebilir. Buzdolabı, çamaşır makinesi gibi dayanıklı tüketim malları gibi sürekli yenilenmeyen ürünlerin oluşturduğu sektörlerde bir daralma olabilir. Ancak bazı ilaç firmaları koronavirüs kaynaklı kriz sırasında öne çıkabilir. Almanya’da, Amerika’da ve ilaç sektörünün geliştiği diğer ülkelerde firmaların ekonomik olarak etkilenmediği süreçler yaşanabilir. Şimdilerde bu firmalar çok sayıda çalışma ve araştırmaya dahil oluyorlar. Bu krize karşı bulunacak ilacın piyasada müthiş bir değişim değeri olacaktır. Bu ilacı veya aşıyı herkes kullanmak isteyecektir. Devlet bunu parasız vermese bile insanlar bunu parasını vererek kullanacaklardır. Bu krize konu olan virüs çok etkili de olabiliyor, çok çabuk ölüme de götürebiliyor. O nedenle ilaç sektörü bu krizden olumlu yönde etkilenecektir. Bu konuda devletlerin öne çıkması lazım ancak ben böyle bir eğilim olduğunu görmüyorum.”
“Devletlerin ilaç çalışmalarına yatırım yapması ve bulunacak ilacı halka ulaştırması lazım. Çünkü gelir dağılımı her ülkede ayrı ayrı dengesizliklere sahip. Bu ilaç ortaya çıktığında ilaca ulaşabilenler ulaşamayanları etkileyecektir. İlaca ve aşıya ulaşabilenler kendilerini önce aşı ile sonrasında hastalık başladığında ilaçlar ile koruyabileceklerdir belki ama ilaca ve aşıya ulaşamayanlar olduğu sürece virüsün yayılımı durmayacaktır. Bu konuda şu soru akıllara geliyor: Bu kriz, sistemle ilgili düşüncemizi değiştirebilir mi?”
“1971 yılında İstanbul’da kolera salgını görülmüştü. Kolera çok tehlikeli bir hastalıktır. Çok bulaşıcı bir hastalıktır. Hepimiz çok korkmuştuk. Gaziosmanpaşa’da ortaya çıkmıştı. O bölgede lağımlar vardı o dönemde, altyapı oluşturulmamıştı. Salgının başladığı dönemde devlet ve yerel yönetim hızla altyapı çalışmalarına başladı. Çünkü hastalık çıktığı bölgede durmuyordu, yayılıyordu. Koronavirüs kaynaklı krizde de böyle bir etki oluşabilir. Küresel kamusal mal olarak anılıyor bunlar.”
Geçmiş dönemlerde yaşanan ekonomik krizlerden bahseden İzzettin Önder, “Ekonomik krizlerde daha yüksek bir gelire sahip olanlar, kriz sırasında perişan olanları pek fazla umursamadı. Hatta bu fırsattan yararlanarak insanları işten çıkardılar. Devletler ve sermaye ekonomik krizlerde etkilenen kesim ile pek ilgilenmedi. Ancak ‘Bu krizde farklı bir şey ortaya çıkabilir mi?’ diye düşünüyoruz. Kriz bizim bilincimizi sarsabilir mi? Doğada hiçbir şeyin tek başına özgürlüğü yoktur. Her şey karşıtıyla var olur ve yaşar. Bu diyalektiktir. Kapitalizmde olan bireyselcilik düşüncesi, kapitalizmin ilk evrelerinde bu etkiyi yapmıyordu. Ancak bugün sermaye çok güçlü, gelir dağlımı çok bozulmuş durumda. Halk sermayeyi yönetmiyor, sermaye halkı yönetiyor. Sermaye gelir dağılımını kendi yandaşları lehine çeviriyor. Dolayısıyla ‘Bu krizde farklı bir şey ortaya çıkabilir mi?’ düşüncesi biraz daha ayağa kalkarak ve devleti zorlayarak öne çıkabilir” açıklamalarında bulundu.
“Kapitalist sistem tedavi edici sağlık hizmetlerini öne çıkarıyor, çünkü bu hizmetlerin piyasa değeri var”
Prof. Dr. İzzettin Önder, “Kapitalist sisteme baktığımızda kimse küresel krizden çıkmak için bir şey düşünmüyor. Ancak kriz kapitalist sistem üzerinde öyle bir etkili oldu ki, Keynesyen sisteme geçilmesi gerektiği ifade edildi. Keynesyen sisteme geçmek, yani refah devleti politikalarına geçmek, belirli bir gelir düzeyini gerektiriyor. Zaten o gelir düzeyi şu anda yok. Aslında bir bekleme hali içerisindeyiz” dedi ve şöyle devam etti:
“Koronavirüs kaynaklı krize baktığımızda, varsıllar da fedakarlık yapabilirler. Çünkü bu durum onları da etkileyecek. Artık yöneticiler, krallar ve kraliçeler de etkileniyorlar virüsten. Ekonomik olaylarda olduğu gibi, etrafı surlarla çeviremiyorsunuz. Dolayısıyla etrafı çevirmek yerine bu gelen olumsuzluğu önleyecek tedbirler gerekiyor. Bu durum da toplumları gelir dağılımı yükseltmeye itebilir. Peki devletler gelir dağılımını nasıl düzenleyecek? Devletler sosyal devlet anlayışı kazanmaya ve altyapıya önem vermeye başlayacaklar. Tedavi edici sağlık yerine koruyucu sağlığı öne çıkarmaya önem verecekler. İtalya örneği mesela, hastane kapasitelerinin dolduğu söyleniyor. Aslında bu şu demektir. Temel sağlık hizmetlerini yerine getirmediğimiz zaman tedavi edici sağlık hizmetlerinde yükselme yaşanıyor. Aslında koruyucu sağlık hizmetleri, tedavi edici sağlık hizmetlerinin öncülüdür. Koruyucu sağlık hizmetleri öne çıkmalı ki, tedaviye gerek kalmasın. Fakat kapitalist sistem tedavi edici sağlık hizmetlerini öne çıkarıyor. Çünkü bu hizmetlerin piyasa değeri var. Gelir dağılımının yükseltilmesi ve koruyucu sağlık hizmetlerinin öne çıkarılması gibi değişimler yaşanabilir. Umarım kriz, böyle sonuçlara yol açar.”
Virüsün Türkiye ekonomisine etkisi: “Bizlere bir bilinç gerekiyor”
Küresel ölçekli krizin Türkiye’ye yansımalarını değerlendiren İzzettin Önder, “Türkiye zaten krizde olan bir ülke. Avantaj mıdır, dezavantaj mıdır şimdiden bilemiyoruz ama Türkiye henüz kentsel bir ekonomi değil. Kentsel yoksul olarak nitelendirilen, kırsaldan kente gelmiş kesimin baskın olduğu bir ekonomi var. Türkiye henüz kırsal kentsel bir ekonomi. Koronavirüsün Türkiye’deki yayılımına bakıldığında, muhtemelen kentsel bölgelerde daha hızlı bir yayılım olacak. Fakat kırsal alanlarda daha yavaş yayılım görebiliriz. Çünkü bu bölgelerdeki temas, kentsel alanlarda yaşayanlardan daha az. Virüsün yayılımı aslında bilincimizle de ilgili bir şey. CHP Kadın Kolları toplantı yaptı, cuma namazları bir süre kaldırılmadı. Buralarda insanlar toplanıyor, bir araya geliyorlar. İnsanlar çocuklarını alıp AVM’lere gidebiliyor, sanki yaz tatili varmış gibi. Bizlere bir bilinç gerekiyor. Aslında önlemlerin, uyarıların medya aracılığıyla da duyurulması lazım. Bu olması gerektiği oranda yapılmıyor, bu beni rahatsız ediyor” diyerek tartışmaların odağında olan noktalara dikkat çekti.
Prof. Dr. İzzettin Önder, açıklamalarına şöyle devam etti:
“Ekonomik açıdan baktığımızda ise özellikle kırsal alanda bulunan kişiler etkilenecekler. İhtiyaç halinde olmayacak ürünlerin üretildiği sektörlerde daralma olacak. Gıda sektöründe ve eczacılık sektöründe çok fazla etkisi olmayacaktır. Dönemin zaruretleri bağlamında bazı sektörlerde etkilenme olmayacak. Diğer sektörlerde daralma meydana gelecektir. Türkiye’nin kalkınma oranı zaten düşüktür. Salgının ne kadar süreceğine bağlı olarak kalkınma yüzde 2,5 oranında olsa bile iyidir. Daha düşük olması bile beklenebilir. Şimdiden tahmin etmek çok zor. Dolar yükselebilir, fiyat artışları nedeniyle paranın değerinde meydana gelecek azalmadan kaynaklı olarak parasının değerini korumak isteyenler dolar almaya yönelebilir. Bunu yapabilecekler de zengin insanlar. Çünkü zaten fakir olanın günlük harcamaları için bile parası yok. Gelir dağılımı daha da bozulma yönünde olacaktır. Devletin daha aktif bir biçimde harekete geçmesi lazım.”
“Türkiye, dünyadan daha farklı etkilenmeyecek bu krizden, kalkınmamız da düşecek, işsizlik daha da artacaktır. Bu süreçte bazı işyerlerinin ücretli izin vermesi lazım, vergi ve benzeri bazı kamusal ödemelerin durdurulması lazım. Bir başka ciddi konu da kiralar, bu konu oldukça önemlidir. Bir alanı kiraya veren bir insan, enflasyonun etkisini de gözeterek kira zammı yapıyor. Ancak içerisinde olacağımız kriz durumunda ve belki de şimdi, pek çok iş yeri doğru düzgün iş yapamayacak. Kiralar kazançla ödenemeyecektir. Bu nedenle devlet şöyle bir karar alabilir, özellikle iş yerlerinden bir ay kira alınmaması gibi durum söz konusu olabilir. AVM’lerin belki de bir ay kapatılması lazım. AVM’ler açısından büyük bir sıkıntı olmasa bile küçük esnaf ve daha küçük iş alanları bu durumdan etkilenecek. Evler için ise ev sahiplerinin bir miktar da anlayışlı olması gerekebilir. Bu da toplumsal paylaşımımızın etkisiyle alakalı.”
“Dış ticaret de bu krizden etkilenecek”
“Sadece ülke içindeki ekonomik durum değil, dış ticaret de bu krizden etkilenecek. İthalatta da bir etkilenme olacak. Diğer ülkeler Çin’den ürün ithalatından çekindikleri için, Çin de ürün ihraç ederken sıkıntı yaşamıştı. Biz de benzer bir süreç yaşayacağız. Biz de ihracat yapamayan bir noktaya gelebiliriz ve bu durum da ithalatı etkiler. Cari açıkta bir azalma olabilir. İç talep kısılacağı için ithalatta bir azalma yaşanacak. İhracatta da bir azalma yaşanacağı için cari açıkta büyük etkiler olmayabilir ama azalma yaşanabilir” açıklamalarında bulunan Önder, bu noktada Avrupa’daki durumun belirleyici olacağını ifade etti ve ekledi:
“Biz ihracatın büyük bir kısmını Avrupa’ya yapıyoruz. Dünya genelinde birkaç ay içerisinde ithalat ve ihracat dengesinde çok büyük bozulmalar yaşanacak, deyim yerindeyse bıçak gibi kesilecek. Bu durum bizim ekonomimizi ve milli gelirimizi olumsuz etkileyecek. İşçi çıkartmalar, eleman çıkartmalar gündeme gelebilir. Emekçi mücadeleleri, sendikal mücadele bu durumdan olumsuz etkilenebilir. Bu mücadele alanlarında gerileme yaşanabilir. Ekonomik gerileme ücretlere de baskı yapmaya başlayacak. İşten çıkarmalar veya ücret artışlarının engellenmesi bizleri bekliyor gibi görünüyor.”
Devletin acil önlem masası kurması ve sıkı tedbirler alması gerektiğinin altını çizen Prof. Dr. İzzettin Önder, açıklamalarını şöyle sonlandırdı:
“İtalya örneğinden çok ders çıkarmamız lazım. Keşke bu örneği görsek ve buradan öğrensek. İtalya’da toplumun ulaştığı şuur düzeyine ulaşabilsek keşke. İtalya başlangıçta yanlış yaptı ancak sonrasında çeşitli önlemler alındı. Bizde de keşke devlet yönetimi bu tedbirleri yaygınlaştırmak için çalışma yapsa. AVM’lere zorunlu olmadıkça gitmemek, toplantıları ertelemek, vs. bu uygulamaların sürdürülmesi lazım. AVM’lerin kapatılması da gerekiyor. Bu noktada şok tedbirlerinin alınması gerekiyor. Şu anda bilançoyu bilmiyoruz. O nedenle tedbirlerin nerelerde ne ölçüde alınması gerektiği belirsiz. Tedbirlerin bu durumu gözeterek alınması lazım. Devletin ulaşım araçlarına hâkim olması lazım. Seyahatlerin durdurulması lazım. Devletin acil önlem masası kurması gerekiyor.”