Musa Çelebi ve Bedreddin yeni bir düzen arayışındaydılar. Belki yaptıkları bir devrim sayılmazdı ancak o zamana göre yadsınamayacak kadar sarsıcıydı. Rumeli’nin halkı onunlaydı. Ancak feodal beyler ve Bizans sarayı bu sarsıntıyı kabul etmeyip dur dediler. Musa Çelebi tarih sahnesinden çekilirken yerine Bedreddin, Börklüce ve Torlak Kemal geçiyordu.
Hilmi Yavuz Bedreddîn Üzerine Şiirler’de Musa Çelebi’yi şu dizelerle anlatır.
“Devlet solgundu
güya ki yaprağın biri
düşmüş de, ağaç
kökünden sarsılmış gibi
elmalar akikti, üzümler canfes
ve ölümü bir hasbahçe belleyip
musa çelebi
nicedir sürmeli bir düşü
boynuna dolamış”
Musa Çelebi, Yıldırım Bayezid’in Ankara Savaşı’nı kaybetmesinden sonra onunla birlikte Timur’a esir düşen oğludur. Bu savaş sonunda Timur ve ordusundan geriye, kasıp kavrulmuş, talandan geçirilmiş bir Anadolu kalmıştı. Sadece Anadolu değil, Osmanlı da parçalanmıştı. Bayezid’in çocukları arasında hükümranlık yarışı başlamış ve herkes bir bölgeye çekilip, stratejik hesaplar yapmaya başlamıştı. Tarihin garip cilvesidir. Üç yıla yakın Rumeli’de padişahlık yapmış Musa Çelebi yok sayılmış ve onun hakkındaki bilgiler de bu bağlamda satır arasında kalmıştır. Şiir bu zor yılların ve Musa Çelebi’nin tanıklığını yapar.
Tarihçilerin ortak kanısıdır. Sadece Osmanlı Devleti’nin değil, Anadolu toprağının en huzursuz, en karışık, en yoksul, en belirsiz dönemi “Fetret Devri” olarak kayıtlara düşülen dönemdir. Gerçi huzursuzluk sürekli vardır, ancak bu dönemde yoksul halk için daha da katmerleşmiştir. Oluşan hükümet boşluğundan devlet otoritesinin yeniden kurulmasına kadar geçen sıkıntılı dönem olarak tanımlanır Fetret.
Bu sancılı dönemde yanına Bedreddin’i almıştır Musa Çelebi. O Bedreddîn ki, fıkıh sahibi ve ulemadır. Ahlati’nin dergâhında pişmiş ve yüzünü doğduğu topraklara dönmüştür. Edirne’ye ailesini görmeye gelen Bedreddîn’le buluşur Musa Çelebi ve onunla nasıl bir ülke istediğini konuşur. Bir düşün peşindedir Musa. Düş onun mudur, Bedreddin’in midir ya da onları bir araya getiren ortak bir düş müdür? Aslında sorulması gereken soru şöyle olmalıdır: Üç yıla yakın Rumeli’de padişah olarak icraatlarda bulunmuş, adına para bastırmış, hutbe okutmuş, İstanbul surlarına dayanmış ve kazaskeri kendisinden sonra, kardeşi Mehmet Çelebi’yi yıpratan bir isyanın önderliğini yapmış bir kişiden neden hiç söz edilmemektedir? Bedreddîn, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal bir üçgenin köşeleri gibi anlatılmaktadır. Oysa Musa Çelebi’yle bir karenin köşeleri olmaları gerekmektedir bu insanların. Bedreddîn’i kareye davet eden Musa Çelebi’dir. Börklüce’yi Bedreddin, Torlak’ı ise Börklüce çağırmıştır.
Yeniden Hilmi Yavuz’un şiiri üstünden dönemi anlamaya çalışalım. Musa Çelebi’nin Şeyh Bedreddin’i kazasker/ kadıasker olarak atamasının en büyük nedenlerinden biri kafalarındaki yönetim şeklinin bir anlamda çakışmasıdır. Anlatılan, Musa Çelebi’nin Osmanlının geleceği için hukuki normlar koymaya çalışan, toprak sisteminin daha adil olması için Bedreddin’le kafa kafaya verip, düşlerindeki devleti kurmaya çalışan bir reformist olduğudur. İşinin ne denli zor olduğunu bilmektedir. Düşü boynundaki yağlı ilmektir.
Musa Çelebi, Bedreddin gibi bir düşünce adamı ile yürümektedir. Kurmak istedikleri sistemde Osmanlının geleceğini görerek, almaları gereken tedbirleri düşünmüş ve nasıl daha adil, daha eşitlikçi bir yaşam kuracaklarının temellerini atmaya çalışmışlardır birlikte. Dönemin en iyi kadrolarını oluşturmuştur Musa Çelebi. Kuşkusuz bu yaşamın kuramcısı da Bedreddin’dir. Bedreddin, öncelikle Kadıların verdiği yanlı, yanlış kararları sorgulamıştır. Değiştirilemez olan, katılaşan kuralları masaya yatırmış ve toprak dağılımının halka doğru olması gerektiğini düşünmüş, bunu uygulamaya dönüştürmüştür. Akılcı, özgür, bağımsız, kimseden emir almayan bir yargının olmasını savunmuştur. Musa Çelebi de bu düşüncelere sahiptir. Onları yan yana getiren bu yozlaşmayı çok önceden görmeleri ve önlemleri hayata geçirmeye çalışmalarıdır.
Bedreddin üzerine derli toplu çalışma yapan bütün araştırmacılar da bu görüştedir. Toprak rejimi bozulmuş, adeta bir miras kurumuna dönüşmüş ve aynı aile bireyleri arasında paylaşılmaktadır. Bununla beraber kurumlar çökmüş ve her tarafta yozlaşma başlamıştır. İşte Musa Çelebi ve Bedreddîn bu gerçekleri zamanında görmüş ve önlemlerini almaya çalışmışlardır. Onların bu çabalarına karşı çıkan güçler, zamanla duruma hakim olacak ve onları başarısız kılacaklardır. Aslında kilit cümle burasıdır. Bundan rahatsız olan feodal beyler, saf değiştirerek kendi konumlarını garantileyen tarafı destekleyeceklerdir.
Mehmet Çelebi’ye karşı kazanan Musa Çelebi, babasının Timur karşısında yaşadığı ihaneti yaşayacaktır sonradan. Yıldırım Bayezid’ın yanında savaşan beyler, savaşın başlarında kendi bayraklarını açarak Timur’un saflarına katılırlar. Buna öfkelenen Bayezid, savaş esnasındaki konumunu bırakarak bu beylere karşı hamle yapar ve kendi askerlerinden daha önde olduğu için esir düşer. Dönemin kayıtlarından oluşan Anonim Tevarih’te Bayezîd’in esirliğiyle ilgili şunlar yazılmıştır: “Alaydan çıkdı, ya’ni kaçanları leşkerden döğe döğe gine alaya getüre. Bir zamandan sonra gördik kim tutmuşlar, karşımıza getürdüler. Naçar biz dahi muti olduk. Eğer aramızdan çıkmaza ümid vardı kim belki ele girmeyeydi. Zira biz onbin yeniçeri idik, ma’lum değildi kim Timur leşkeri bizi tagıdaydı.” Bayezîd’in kendine ihanet edenlere öfkelenmesi ve onları cezalandırmak istemesi ile arkalarından at sürmesi esirliğinin nedeni olarak anlatılmıştır. İşte bu esaretin ve yenilginin asıl nedeni, beylerin Yıldırım Bayezid’i ortada bırakmalarından kaynaklanmaktadır. Musa Çelebi’yi de böyle bir ihanet bitirecektir.
“Sedirde al yeşil, dal dal Bursa ipeklisi,
duvarda mavi bir bahçe gibi Kütahyalı çiniler;
gümüş ibriklerde şarap,
bakır lengerlerde kızarmış kuzular nar idi.
Öz kardeşi Musa’yı ok kirişiyle boğup
Yani bir altın leğende kardeş kanıyla aptest alarak
Çelebi Sultan Memet tahta çıkmış hünkâr idi.
Çelebi hünkâr idi amma
Âl-i Osman ülkesinde esen
bir kısırlık çığlığı, bir ölüm türküsü rüzgâr idi.”
Nazım, ünlü şiiri Şeyh Bedreddîn Destanı’nda Musa’nın yaşadığı trajik sonu anlatır. Öz kardeşi tarafından ok kirişiyle boğulmuş bir yenilikçinin sonuna gönderme yapar. Yenen ise hep huzursuz ve hep tavizler içinde olacaktır. Yalçın Küçük’e göre “Bayezîd düzensiz bir büyük eylemci, Musa ise çağına göre bir büyük düzenci idi. Çelebi Mehmet Bizans’ın hayaletine tâbi olmayı savunduğu için kazanmıştı.” Musa’nın kurmak istediği düzende Bizans’ın olmaması gerekiyordu ve İstanbul’a zor anlar yaşatıyordu Musa’nın ordusu. Bunun üstüne Bizans İmparatoru Manuel, Mehmet Çelebi’nin Rumeli’ye geçişini sağlar. Geçişte arabulucu olan ise Musa’nın Bizans’tan vergi almak için gönderdiği adamı Çandarlı İbrahim Paşa’dır.
Musa Çelebi Rumeli’nin özgül yaşam biçiminden ilham alıyordu. İktidarı, Hıristiyan, Müslüman halka dayanıyor ve derebeyleri ile kendisine biat eden beylere güven duymuyordu. Çünkü kurmak istediği yönetim biçiminde Hıristiyan, Müslüman yoksul halk kitleleri vardı ve bu onun devrimci ruhundan kaynaklıydı. Yenilgiye giden adım böylece başlamış oluyordu. Beylerin ve Bizans’ın çıkarlarına uymayan bu adam yok olmalıydı. Öyle de oldu. Musa, Mehmet Çelebi ile girdiği son savaşta yenildi ve kaçarken yakalanıp ok kirişi ile boğuldu.
Musa Çelebi ve Bedreddin yeni bir düzen arayışındaydılar. Belki yaptıkları bir devrim sayılmazdı ancak o zamana göre yadsınamayacak kadar sarsıcıydı. Rumeli’nin halkı onunlaydı. Ancak Rumeli’nin, Anadolu’nun feodal beyleri ve Bizans sarayı bu sarsıntıyı kabul etmeyip dur dediler. Musa Çelebi tarih sahnesinden çekilirken yerine Bedreddin, Börklüce ve Torlak Kemal geçiyordu.
KAYNAKLAR
– Bedreddin Üzerine Şiirler, Hilmi Yavuz, Bağlam Yayınları, İstanbul, 1988.
– Velâyet’ten Siyâset’e Şeyh Bedreddin, Ahmed Güner Sayar, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2018.
– Bütün Yönleriyle Bedreddîn, Necdet Kurdakul, Döler Reklam Yayınları, İstanbul, 1977.
– Yenilginin Sorumlusu Timur’un Filleri m?, Seza Sinanlar, Popüler Tarih, Sayı:6, İst. 2000.
– 21 Yaşında Fatih, Yalçın Küçük, Elips Kitap, Ankara, 2005.
– Şeyh Bedreddin Destanı, Nazım Hikmet, Ortam Yayınları, İstanbul, 1978.