Amerika’da, on yılı aşkın bir süredir aranızda yaşayan bir kimse olarak yazıyorum. Şakası olmayan bir sorun üstüne dikkatinizi çekmek niyetindeyim. Birçok okuyucular, “Yalnız bizleri ilgilendiren ve memleketimize yeni gelmiş bir adamın dokunmaması gereken konular üstünde söz söylemeye ne hakkı var?” diye sorabilirler kendi kendilerine.
Böyle bir görüşün haklı olabileceğini sanmıyorum. Belli bir ülkede büyüyen bir kimse birçok şeye olağan gözüyle bakar. Oysa bu ülkeye olgun yaşta gelmiş bir kimse özel ve karakteristik olan şeylere keskin bir gözle bakabilir. Bence, bu kimse görüp duyduklarını serbestçe dile getirmelidir. Çünkü böyle davranmakla yararlı olabilir belki.
Yeni gelen birisinin bu memlekete çarçabuk bağlanması halkta rastlanan demokrasi havasındandır. Ben burada, bu memleketin büyük ölçüde hayranlığımızı hak etmesine rağmen demokrasinin politik yapısından çok, kişiler arasındaki ilişkileri ve bunların birbirlerine karşı tutumlarını düşünüyorum.
Birleşik Amerika’da, herkes kendi kişisel değerine inanmaktadır. Hiç kimse bir başka kişinin ya da sınıfın karşısında küçülmez. Büyük zenginlik farkları, hatta küçük bir azınlığın üstün gücü bile kişilerin kendilerine olan bu gürbüz güvenini ve benzerlerinin onuruna karşı duyduğu tabii saygıyı sarsamaz.
Bununla beraber, Amerikalıların toplumsal görüşünde karanlık bir nokta var. Eşitlik duyguları ve insan onuruna olan saygıları, özel olarak beyaz renkli insanlarla sınırlanmıştır. Bu sonuncuların bazılarına karşı bir takım önyargıları bile var. Bir Yahudi olarak bunların tamamıyla farkındayım. Ama bunlar “beyaz”ların kara renkli kendi yurttaşlarına, özellikle Siyahilere karşı olan tutumları yanında önemsiz kalmaktadır. Kendimi bir Amerikalı saydığım ölçüde bu durum üzüntümü artırıyor. Düşüncemi apaçık söyleyerek suç ortaklığı duygusundan kurtulabilirim ancak.
Birçok temiz yürekli kimseler bana şöyle cevap veriyorlar: “Bizim Siyahilere karşı olan tutumumuz, bu insanlarla aynı memlekette yan yana yaşayarak edindiğimiz bir takım kötü deneylerin sonucudur.”
Şuna kesin olarak inanıyorum ki, böyle düşünen herhangi bir kimse uğursuz ve yanlış bir düşünüşün kurbanı olmaktadır. Atalarınız bu siyah insanları yerlerinden zorla sürükleyip getirmişler buraya; beyaz insan zenginlik ve rahat bir hayat peşinde koşarken, onları gözlerinin yaşına bakmadan ezmiş, sömürmüş, köle durumuna düşürmüştür. Siyahilere karşı bugünün önyargısı, bu yakışıksız durumu sürdürme isteğinin bir sonucudur.
Eski Yunanlıların da köleleri vardı. Bunlar Siyahi değil, savaşta esir edilen beyaz insanlardı. O zamanlar, ırk ayrımı diye bir şey söz konusu olamazdı. Bununla beraber, Yunan filozoflarının en büyüklerinden biri olan Aristoteles, kölelerin aşağı yaratıklar olduğunu, haklı olarak boyunduruk altına alınıp özgürlüklerinden yoksun bırakıldıklarını söylüyor. Onun da geleneksel önyargılar ağına düştüğü, olağanüstü zekâsına rağmen, bu ağdan kurtulamadığı açıkça meydandadır.
Olup bitenlere karşı tutumumuz, büyük ölçüde, daha çocukken çevremizden, bilinçsiz olarak kaptığımız düşünceler ve duygularla koşullanmıştır. Başka deyimle, soydan geçen yetiler ve özellikler yanında bizi biz yapan gelenektir. Bilinçli düşüncemizin, davranışımız ve inançlarımız üzerindeki etkisinin, geleneğin güçlü etkisi yanında, ne denli güçsüz olduğunu binde bir fark ederiz.
Geleneği hor görmek saçma olur elbet, ama insanlar arasındaki ilişkilerin daha iyi olması isteniyorsa, insan aklının ve bilincinin gelişmesiyle birlikte, geleneği kontrol etmeye başlamamız gerekir. Gelenekte hayatımıza ve onurumuza zarar veren şeyleri düzeltmeye ve yaşayışımızı ona göre biçimlendirmeye çalışmalıyız.
Öyle sanıyorum ki, konuyu dürüstçe derinleştiren herhangi bir kimse, Siyahilere karşı beslenen o geleneksel önyargının ne denli yakışıksız ve alçaltıcı olduğunu çarçabuk kabul eder.
Ama iyi niyet sahibi insan bu kökleşmiş önyargıyla savaşmak için ne yapabilir? Sözüyle ve davranışıyla örnek olmak cesaretini göstermeli ve çocuklarının bu ırk ayrımının etkisi altında kalmamalarına dikkat etmelidir.
Bu kökleşmiş hastalığı çarçabuk önlemenin bir yolu olabileceğini sanmıyorum. Ama bu amaca ulaşıncaya kadar, dürüst ve iyi niyetli bir insan için, bütün çabasını iyi bir davanın hizmetine koymasından daha büyük bir mutluluk düşünülemez.
(Kaynak: A. Einstein, Dünyamıza Bakış, Alan Yayıncılık, 2. Baskı, Eylül 1990. Bu bölümün çevirisi: Vedat Günyol)