Ana Sayfa Dergi Sayıları 198. Sayı Okuyunca ne oluyor?

Okuyunca ne oluyor?

662
0

Soruyu yanıtlamak zor değil mi? Okudum da ne oldu? Karnım doydu, boyum uzadı, kilo verdim, terfi ettim. Pat diye karşıma çıkan bu mütecaviz soruya böyle kısa ve somut yanıtlar bekleniyorsa kendimi savunmak adına söyleyecek tek sözüm yok. Okuyanların okumayanlara karşı bu konuda anlamlı cümleler kurabileceğinden emin değilim, henüz tanığı da olmadım. Uzatmamak için belki en iyisi, hiçbir şey olmuyor, deyip geçmek.
Sanki yalnızca okumakla mümkünmüş gibi nöronlarımızın nasıl geliştiğiyle, mutluluğumuzun nasıl arttığıyla ilgili uçuk iddialar bir yana,okuyunca okumuş olmaktan başka bir şey geçmezele. Yalnızca okurun kendisi için ve başka okuyanlararasında anlamı vardır okurluğun. Bu anlamı da aslında çok az kişi merak eder. Okurluğa yine okurlar kıymet verir. Yoksunu olan için değeri de yoktur böyle bir özelliğin. Herhalde bu nedenle, karşılaştıklarında kısa sürede tanışabilen, üyeleri yeryüzüne dağılmış bir okurlar cemaatinden bahseder Enis Batur.
Popüler psikolojinin, kendine yardım kitaplarının, kişisel gelişim çok satarlarının kitapçı raflarındaki yeri giderek genişliyor. Sevmediğimi herkes bilir; maalesef “kişisel gelişim”ini lk iki türe dair okuma tarzlarınıda hayli olumsuz biçimde etkisi altına aldığını düşünüyorum. Eğlenmenin, hoş vakit geçirmenin dışında, okuyunca “bir şey olmasını” isteyenler daha çok bu kitaplara yöneliyor. Hiç kuşkusuz pek çok pratik faydasının yanında kılavuz kitapların ve hâkim kıldıkları okuma kültürününsebep olduğu bir büyük yanılgı var. Doğru yaşam kılavuzlarını ele geçirdiklerini sananların kendi okurluklarının çerçevesinive bu çerçeve içinde kalarak elde ettikleri bilgiyi yeterli sanmaları.
Bu tip okurgenellikle faydalı ve pratik olanı arıyor kitapların içinde. Kendini çevreleyen hayatı ve dünyayı pek çok yönüyle,istisnaların bozamadığı tüm kaideleriyle verili, hatta değiştirilemez kabul ediyor. Bu peşin kabullenişle başlayan okuma ödevi labirentin çıkışında peynire kavuşturacağından şüpheduyulmayan bir define haritası arayışına dönüşüyor giderek. Açıkçası böyle kitapların çoğu ortalamanın ortalaması bir yaşamı sürdürebilmek için nesnesi de öznesi de okurunun kendisi olan bakım ve onarım talimatnameleri gibi görünüyor bana. Sanki çarklararasındaki yolculuğumuza duraksamadan devam edebilmemiz için neremizi nasıl yağlayacağımızın, hangi cıvatalarımızı nasıl sıkacağımızın tarif edildiğini görüyorum baktıkça.
Kişisel tecrübe çok değerlidir. Montaigne gençliğin yaşlılık karşısındaki bütün avantajlarını dengeleyen, giderilemez yoksulluğu olduğunu söyler tecrübe eksikliğinin. Bu eksikliği nasihat dinleyerek ortadan kaldıracağımızı umarız veya bunu ummamız beklenir. Oysa dikkatle dinlemek de ancak ihtiyaçtan doğan merakla mümkün olabilir. Söyleyeceğinizi merak etmeyene neredeyse hiçbir şey anlatamazsınız. Belki de bu nedenle, genel geçer yargılarını merak etmediklerimin bir eliyle omzumdan tutup kenara çekmesi, diğer elinin işaret parmağını da burnuma doğrultarak sallamaya başlaması başta sıkar, uzarsa da ürkütür beni. Genellikle kılavuz kitapların yazarları da benzer duygulara neden oluyor. Dünyaya dair birkaç sırrı ve sınırı keşfettiğini sananlar kaleminin ucunu sivriltip başlıyor hayatın, insanın, aşkın, dostluğun, mutluluğun, servetin, zamanın “aslında” ne olduğunu anlatmaya.
Tuhaf ve bir ölçüde komik olansa kılavuzluk iddiası güden kitaplarda anlamı pek sorgulanmadan bolca tekrar edilen kavramların çoğunun felsefe ve bilim cephesindeki tartışmalarda kesinliklerden çok uzakta görünmeleridir. Ömrünü bu konuların araştırılmasına vakfetmiş olanlara kulak verdiğimizde onların bir takım tartışmalardan, iddialardan, kuramlardan bahsetmeyi tercih ettiklerini anlarız. Kılavuzların yapmaya çalıştığının tam tersini yaparlar. Biraz daha ileri gidip sanatın, edebiyatın bahçesine girdiğimizdeyse felsefenin ve bilimin ihtiyatlı varsayımlarına karşı da hayli uyanık bir dikkatle, kolay teslim alınamayacak şüphelerle karşılaşırız. Yeraltından Notlar benzer şüphelerin sonuçlarından biri değil midir? Camus,Yabancı ile edebiyatın sahasından ciddi hamleler yapmış olmaz mı varsayımların, kuramların tarafına doğru? Onlar bilimin savlarını, kuramlarını değil, hayatın ve insanın o sınırlara sığmayan yanlarını göstermek isterler. Baştaki soruyu tekrar edersek, kılavuz kitaplardan başka kitaplara, romana, öyküye, şiire, denemeye doğru açıldığımızda “çözülemeyen sorunların farkına varmayı göze almış oluyoruz” yeterli bir cevap sayılabilir mi? Bu bile iddialı oldu galiba. Öyleyse son denememi yapayım: Okuyunca ne oluyor? Sandığım kadar basit değilmiş, demeyi öğreniyorum.