Ana Sayfa Dergi Sayıları 205. Sayı Oğul Hasan Âli

Oğul Hasan Âli

531
0

Unutmamayı, önemli figürleri unutmamayı, bir medeni vazife olarak görüyor Hasan Âli Yücel. Kitapta, bu ifadeleri Nakiye Elgün için sarf ettiğini ve kendi biyografisi içerisinde çeşitli anlamlara geldiğini görsek de, bu “entelektüel biyografi” kendisini hatırlamanın ve hakkında çalışmanın eşsiz bir vesilesi. Galiba en başta bunu söylemek gerekiyor. Ardından da bu oylumlu eseri tanıtmak için bölümler arası hızlı geçişleri değil, biyografide ağırlık merkezi olduğunu düşündüğüm bir yere odaklanmayı, “Oğul Hasan Âli”den bahsetmeyi tercih edeceğimi söylemek isterim.
Tanıl Bora, Mete Kaan Kaynar ile kitap hakkında yaptığı söyleşide, Yücel’in Türkçe ibadet ile ilişkisine dair soruya binaen şöyle diyor: “Yücel’in dinle ilişkisi de dindarlığı da çok karmaşık ve çok katmanlı bir konu… Sahici bir dindar. Din onun hayatında epey yer kaplıyor. Mevlevi meşrep olduğu bilinen, bu da özellikle Ahmed Güner Sayar’ın çalışmalarıyla ilk olarak vurgulanan husustu, ama bu çok açık görünüyor. Zaten bana ilginç, gelen Yücel’i ele alan birçok biyografik çalışmada bu yanının hiç görülmemiş olması ve çok geçiştirilmiş olması. Oysa onun hayatında baya yer kaplayan bir şey. Buradan dinle ilişkisini tamamen milliyetçilikle bağlantılı olduğunu söyleyemeyiz. Dini milli din olarak kurmayı çok önemsiyor ve bütün dini kaynakların Türkçeleştirilmesi, hayati bir yer tutuyor (Bora, 2021).”
Cevapta Yücel’in yaşamının olmazsa olmazlarından biri olan Mevlevilik göze çarpıyor. Tanıl Bora, Mevlevilik konusunda Yücel’in asıl rehberinin annesi olduğunu söylüyor. Gerginliklerle dolu ilişkisinin yanında babası da, sazıyla ninni eyliyor, Yücel’e ney çalıyor. Bu bağlamda babasını şöyle aktarıyor: “Dervişti, Mevlevi’ydi, geçmişti her şeyinden; / Mevlana seslenirdi üflediği neyden.” Alıntının öncesine, annesinin asıl rehber olduğu kısma geri dönelim. Niyeyse, bu biyografide asıl şaşırtıcı olanın, Yücel’in annesiyle ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Biyografinin çok yönlülüğünü ve çetrefil oluşunu da göz önüne alırsak, metinde bu hattan ilerlemek hem Yücel’i Yücel yapan büyük bir damarı tarif etmeye hem de “Benim adım Hıdır, elimden gelen budur.” demeyi içerecek.
Tanıl Bora, annesinin Yücel doğduğunda verdiği sözleri aktarıyor ve “Aşkî bir tasfir” olarak niteliyor. Hasan Âli Yücel’in annesini anlatışı da şöyle: “Bu altmış yıl içinde, şimdi ihtiyar olmuş bir çilekeş kadından daha çok ünsiyet ettiğim kimse bilmiyorum. Yanında ve uzakta, fakat daima onunla beraber…” Bu anlatı dili sürüyor. Dinle Benden’deki sözlerini aktarıyor Tanıl Bora: “Çocukluk görünmede bir tatlı düş uzaktan, / Kim ister inmeyi yere sıcak kucaktan?”
Belki acemilik ediyorum ve İskender Savaşır’ın deyişiyle dünyayı kendi kavramlarıma sığdırmaya çalışıyorum ama Tanıl Bora’nın da kamusal bir figür olarak adlandırdığı Yücel, aynı zamanda bir kahramansa, bir kahramanın mevcut dizgeye böylesine bağlılığı hayret uyandırıyor. Kordonun cümlelerde gezdiği bir başka örnek: Karnında dokuz ay on gün yatmışım. Herkes gibi. Haberim yok. Yine herkes gibi. Ama altmış senedir kucağında, göğsünde ve gönlündeyim. İşte, burası herkes gibi değil… Evlâdın anaya bağlılığı ne karışık şeymiş? İçinde minnet var, muhabbet var, merhamet var, her şey var. (…) Benim ona karşı beslediğim duyguya gelince, sanki ondan hiç ayrılmamışım, hatta doğmamışım. Hep, karnında gibiyim. O kadar onunla sarılıyım, o kadar onun içindeyim, ondayım.”
Biyografiyi çalışan tanıtım ve eleştirilerde Yücel’in annesiyle ilişkisine dair bir cümle bile yok. Mevlevilik konusunun da aynı şekilde ıskalandığını düşünüyorum. Bu sebeple bu iki hattan ilerlemeyi sürdürüyorum. Üstelik Yücel’in ilk yayınlarından birinin de Mevlana’nın Rubaileri olduğunu söylüyor Tanıl Bora. Kendi öz yaşam öyküsünü yazdığı Dinle Benden’nin adında da Mesnevi’nin ilk sözü olan “bişnev” yani, “dinle”nin var olduğu detayını ekliyor.
Kitabın Bir yıl “söylememe perhizi” adlı ara bölümü, Hasan Âli’nin bir çocukluk travmasını aktarıyor. Annesinin üvey büyük annesinin (Can Yücel’in aktardığına göre ona “cicianne” dermiş ve sevgisi büyükmüş) vefatının ardından, evdeki hengâme içerisinde bir kadın “kim bu oğlan?” diye soruyor, kendisi “Ali Rıza Bey’in oğluyum” diye cevap verince, kadın da “bu yaşta ne güzel konuşuyor” diye övgülerini aktarıyor. O akşam, babasına bir şey söylemek isterken Yücel’in tek bir kelime bile söyleyemediğini, bu söyleyemeyişinin de bir sene sürdüğü aktarılıyor. Mevleviliğin bağlısı olan annesi Nayire Hanım, oğlunun kitlenen dili için çare arayarak onu tekkeye götürüyor. İstanbul’da Yenikapı Mevlevihane’sinin kudümzenbaşı olan Ahmed Hüsameddin Dede bir kandil gecesinde suda erittiği bir tozu içirip okuyor üflüyor, bir yıllık bu perhiz sona eriyor. Yücel 1910’lardan sonra da bu Mevlevihane’nin müdavimi oluyor. Mevlânâ’yı bir inkılâpçı olarak görüyor, Tanıl Bora’nın aktardığı şekliyle, modern ve seküler yaşama uygun buluyor. Bora kendisiyle yapılan bir röportajda Yücel’in yaşam zevki, yaşama adabı, arkadaşlık, muhabbet, nezaket anlamında da tekkelerden önemli şeyler edindiğini paylaşıyor (Bora, 2021). Dolayısıyla bu mesele, kitabın çoğu kısmında bir altyazı gibi okunabilecek bir rabıta.
Tanıl Bora kitabın Yücel’in yazdıkları ve düşündüklerini ince eleyip sık dokumak konusunda bir iddiası olduğunu paylaşıyor. Galiba her bölümde de göze çarpan bu. Yücel’in hayatına dair canlılık ve renk, heyecan ve merak sürüyor. Okuduğum kadarıyla, sıradaki çalışması da Süleyman Demirel biyografisi olacakmış, ne mutlu. Yazdıklarından hem Hasan Âli Yücel’i hem de böylesine bir figürü anlatma sorumluluğunun nasıl alındığı açıkça görünüyor.
Tanıl Bora (2021, 1 Şubat). Mete Kaan Kaynar ile Kitaba Dair – Tanıl Bora [Video dosyası]. https://www.youtube.com/watch?v=2hhXrzfNEKs

Hasan Âli Yücel, Tanıl Bora, İletişim Yayınları, 2021, 532 s.