Pierre Bayard’ın kitabını hatırlatacağımı tahmin edenler olmuştur: Okumadığımız Kitaplar Hakkında Nasıl Konuşuruz? Bazı kitapların adlarının içeriğini aştığını düşünürüm. Öyle ki metnin içindekilerin toplamı bile başlığın iddiası veya gündeme getirdiği sorudan daha açıklayıcı değildir. Bu kitapları okurken genellikle sıkıldığımı da itiraf etmeliyim. Sonradan kitap haline getirilmiş akademik araştırmaların bir kısmına maalesef böyle başlık atılıyor. Kitaplığımda örneği çoktur. Onlara ihtiyaç halinde başvurulacaktır. Başım sıkıştığında yardımıma koşacaklarından şüphem yok. İçlerinde ne bulacağımı, sorularını, yanıtlarını bilirim ama durup dururken kanıtlarını çok merak etmem. Okumadığımız Kitaplar Hakkında Nasıl Konuşuruz? da Everest’in deneme serisinde çıkan başka iyi kitapların arasına karışmasaydı yukarıda bahsettiğim raflardaki yerini almaya adaydı. Yalnızca başlığına bakılacak olursa okumadığım yüzbinlerce iyi kitap hakkında bir kitap tek başına ne söyleyebilir ki? Önüme gerçekten okumadığım bir kitap hakkında konuşma ödevi düşmedikçe onun yerine okumadıklarımdan birini eksiltmeyi yeğlerim.
Adıyla ilk karşılaştığımda hınzırca gülümsediğimi anımsıyorum. Kitaba dair açık katılımlı bir tartışma yapılacağı duyuruluyordu da “toplantıya okumadan katılıp kitap hakkında konuşsam kitabın ruhuna daha uygun düşebilir” diye geçirmiştim içimden. Zira okumadığım kitaplar hakkında nutuk atmayı değil ama konuşmayı da dinlemeyi de severim. TRT2’de Okudukça’yı, Karalama Defteri’ni izleyerek büyümüş, pek çok yazarın ismiyle, bazen cismiyle ve sesiyle bu programlar sayesinde karşılaşmış taşralı bir televizyon çocuğuyum aynı zamanda. Kitapları olduğu kadar onlar üzerine yazılanları da okuma hevesim böyle gelişti sanırım. Bu yazılar, yani başka okurların deneyimi henüz çıkmadığım yollar konusunda bana kılavuzluk ediyor. Onların yargıları benim önyargılarımı etkiliyor. Kimini yıkıyor, kimini inşa ediyor. Sıradan okurun bunca sınırlanmış vakit ve nakit kıskacında ne okuyacağını seçmesi kolay değil. Ciddi bir karar problemidir bu. Bir kitabı seçerek başka yüzlercesini de en azından bir süre, belki ilelebet okumamayı seçmiş oluruz. Öte yandan okumadıklarımın çoğu hakkında da kanaat edinmişimdir bu kısa araştırma sürecinde. Karar vermişsem, kenara itebilmişsem, ileri bir vakte erteleyebilmişsem okumadığım o kitabı tanıyorumdur artık. Onu da okuduklarımla okumadıklarımın bir arada bulunduğu zihnimin büyük kütüphanesinin raflarında uygun bir yere yerleştirmişimdir.
Ya eleğin üstünde kalanlar? Yani okuduklarımız. Fıkra niyetine anlatılan espriyi bilirsiniz: “Savaş ve Barış’ı hızlı okuma tekniğiyle okudum; olay Rusya’da geçiyordu”. Bir seferliğine değip geçtiğimiz çoğu kitap için de durum benzer değil midir? Gregor Samsa böceğe dönüşür ama kimine göre hamam böceği değildir, Raskolnikov ihtiyar tefeci kadını öldürür, Jean Valjean ekmek çaldığı için yıllarca hapse mahkûm edilir ve hepsinin başına türlü talihsiz olaylar gelir. Gelir gelmesine de bu olaylar bölük pörçük sahneler, çoğu zaman eksik veya yanlış anımsanan cümle parçacıkları olarak kalır bizim aklımızda. Okuduklarınızdan, izlediklerinizden ne kadarını hatırladığınız konusunda kendinizi sınava çektiğiniz oluyor mu? Birinin elinde bildiğim bir kitap gördüğümde sayfalar arasında onun gözünden ne olup bittiğini merak ederim. Okumamışım gibi ne olup bittiğini sorduğumda genelde aldığım yanıtlar şuna benzer: “Genç bir adamla bir kadın çok etkilendikleri bir kitap sayesinde tanışıyor, her şeyi bırakıp birlikte bitmeyen otobüs yolculuklarına çıkıyor, ilginç insanlarla tanışıyorlar” Kitabın en dışında görüneni, adeta kabuğunu hatırlıyoruz. Yazarın bunları niye anlattığına takılmadan kaptırıp gidebiliyorsak okuduğumuz sırada bile bizde yer etmiyor daha fazlası. Ciddi bir sorgulama karşısında sözde hayran kaldığımız çoğu kitabın konusunu, olay örgüsünü bile aslında doğru düzgün takip edememiş olduğumuzun farkına varırız. Bu bir metni okumak değil de deyim yerindeyse seyretmektir.
Öte yandan, tekrar tekrar da okusak da hepsinin sonunda eksikler kalacaktır. O eksiklerin farklılığı kitabı da farklılaştırır ve biricikleştirir her birimiz için. “Yıllar evvel okuduğum bir kitabı yeniden elime aldım, genel hatları ve bazı çarpıcı kısımları dışında sanki yeni bir kitap okuyormuş gibi hissediyorum” deriz. Hâlbuki yıllara gerek yok. Aynı kitabı birkaç ay veya birkaç hafta sonra tekrar okumayı da deneyebilirsiniz cesaretiniz varsa. Hiçbir şey hatırlamadığımızı veya anlamadığımızı ileri sürecek halim yok ama hatırladığımız genellikle bir his veya hisler yumağıdır. Yani üzerimizde bıraktığı etkidir. O etkiden veya hislerden söz etmeye kalktığımızdaysa metnin konusundan, karakterlerinden, onların arasında geçen olaylardan uzaklaştığımızı görürüz. Çünkü etki sandığımız his doğrudan anlatılanlarla ilgili değil, aksine büyük ölçüde bize aittir. Metinle karşılaşana kadar yaşadığımız ve biriktirebildiğimiz her şeyin toplamıyla o metinde anlatılanlar arasında oluşan bağdır. Metnin de o birikime katılmasıdır.
Okumadığımız Kitaplar Hakkında Nasıl Konuşuruz? hakkında yazmak kolay değildi. Sanırım kitabı da anlamadım. Bayard’ın yolunu tutacaksam kitabı anlamadığıma dair duyduğum şüphe onun hakkında konuşma isteğime engel olmamalıydı. Belki başka okurlarıyla karşılaşıp konuştukça eksiklerimi tamamlar, yanlışlarımı düzeltirim. Yanılmak pahasına da olsa ancak konuşarak yapabilirim bunu.