Kapital’de Marx, İngiltere’de İşçi sınıfının Durumu ve Doğanın Diyalektiği adlı kitaplarında ise Engels kapitalizmin gelişme döneminde ortaya çıkan çevre sorununa değinirken, gelecek felaketlerin de haberini veriyorlardı. Kapitalizmin gelişme hızı, çizilen tablonun içselleştirilmesine neden olacak kadar yabancılaştırıcı potansiyel bir tehlikeyi de içeriyordu. Yaşamın her alanında insansızlaştırma ile güçlenen kapitalizm için “çevre” önemsiz bir ayrıntıydı. Tıpkı insana-insanlığa ait olan diğer tüm değerler gibi. “Diğer” olmanın sınırı yoktu ve bu sınırsızlık kapitalizmin olası saldırı alanlarını da tanımlıyordu. 150 yıl önceki saptamalar dikkate alınmamış ve kapitalizmin yaşamın her alanına her anına sinmiş, kirlilikleri yaşamımızın doğal olmayan ancak bu haliyle gerçek olan bir parçası haline gelmiştir. İdeolojik eksenden uzak bakışlardan ya da insan karşıtı ideoloji sözcülerinden duyulan homurdanmalara karşı sorulan soru hep aynıdır: “Ne yani gelişmişlikten, kalkınmadan ve teknolojinin ya da kapitalizmin insanlara/insanlığa sunduğu nimetlerinden vaz mı geçilecekti?”
Sorun kapitalizmin “değerlerinin” fetişe edilmesiydi, adı “kapitalist olmayan” birçok sistem de onun yarattığı, üretim, çalışma, tüketme vb. değerleri fetişe ettiği için, insana ait olan kavramları kapitalizmin dilini kullanarak sözde yeniden tanımlıyormuş gibi göründüğü için insana ait olanla kimi zamanlarda çatışıyordu ve soruya verilen yanıt doğal olarak “vazgeçilmezliğini” vurguluyordu. Kalkınma ile uyumlu bir çevre retoriği böylesine kapitalist ve devamında sosyalist bir retorik olarak kendini üretirken, “homurdanmanın ve homurdananların” bir kısmının bu ikili sistem içinde yeni adı da “yeşil” oldu.
Böylesine bir konjonktürde ortaya çıkan “sivil toplum” eksenli hareket geniş sol grupların katılımı sonucunda onların -sol ideolojilerin- etkisi altında kalıyor gibi görünse de, “alternatif bir örgütlenme” önerisi ve böylesine bir örgütlenmenin hayata geçirilme çabaları bu etkinin -kuşkusuz sistem için oldukça olumsuz olan bu etkinin- kırılması için zorunlu bir müdahaleyi de içeriyordu. Bu müdahalenin en önemli aşamasını ise, sisteme karşı geliştirilen bu “alternatif” hareket ve örgütlenmesinden, komünistlerin ve anarşistlerin uzaklaştırılması ya da etkilenme alanı dışında uzak durulmasının sağlanması oluşturacaktı.
Geride kalan ise sistemi sorgulamak ya da ona karşı başkaldırmak yerine onun yarattıklarının düzeltilmesi için “savaşan”, ya da teslimiyetin veya korkaklığın ideolojisiyle uğraşan geniş yığınlardı. Ve bir “potansiyel” heba ediliyordu! Nükleer vahşetin nedenini sorgulamadan ona karşı çıkanlar, orman katliamlarının kapitalizme sermaye akışına yaptığı katliamı yok sayıp arka bahçelerindeki ağaçların budanmasına karşı mücadele verenlerin vb.nin gözü eylemlerin kolaycılığı ile boyanırken diğer taraftan da -sözde- demokratik ancak işlevsiz örgütlenme modellerinin cesaret ve özveri gerektirmeyen çekiciliği ile bu ideolojik deformasyonun dozu artırılıyordu.
Güncel siyaset anlamında temel sorun ise gerçeklikten uzaklaşarak oluşturulan çevreci ideolojik argümanların kapitalizmle olan ilişkisidir. Burada ilişkinin temel belirleyeni ise bu bağlamda bilim fetişizasyonudur. Burada bir diğer soru/sorun sosyalist yapılanmalarla kapitalizmin çevreci dili arasındaki mesafenin “yeşil” yapılanmalardan/siyasi partilerden farklı olup olmadığıdır.
Yaşanan ya da yaşanması olası olan çevre felaketinin/felaketlerinin başlıca sorumlusunun kapitalizm olduğu iddiası genel olarak kabul görmektedir. Tabii ki kapitalizmden hiç de bağımsız olmayan bir anımsatma bu türden yazılarda ya da sunularda “vicdan muhasebesi” yapılmasına da aracılık eder; reel sosyalizm ve benzeri “farklı adlandırmalarla” yaşanan sosyalist deneyimi tanımlayarak yasak savanlar Çernobil’e değinmeden edemezler. Ancak çoklukla Aral’ı unuturlar. Dünyanın en büyük göllerinden birisini sosyalizm kurutmuştur. Burada konu dışı bir soruna değinerek bir öneri, naçizane bir öneri yapmak istiyorum: Aral’ı kurutanın ya da son on yıldır değil neredeyse elli yıldan bu yana çocukları boyalarla zehirleyenlerin (Çin?) sosyalist olduğuna ya da olmadığına açık sözlülükle karar verilmesi gerekmektedir. Lafazan kıvırtmalar ancak müritler için ikna edici olabilir, her neyse…
Kapitalizme yarışarak sosyalist olunmaz, kapitalizmle yarışan sosyalist değildir. Burada söz konusu olan bu bağlamda ütopya zafiyetidir. Kapitalizmsiz kendini tanımlamak, üretmek, kapitalizmin göreceliklerine bağlanmak, nüansları ölçü kabul etmek -ya da bu göreceli karşılaştırmalara mahkûm olmak- sürekli gerilemenin temel nedenlerinden birisini oluşturmaktadır.
“Peki sen ne diyorsun” diyebilirsiniz ki, haklı bir soru; “çevre sorunu” hakkındaki birkaç öngörümü/vizyonumu ya da bunları niteleyen naçizane görüşlerimi paylaşacağım:
1) Genel kabule sırtımızı yaslayalım: “kapitalizm çevre sorunlarının başlıca nedenidir.” Aslında bu “kabul” büyük bir sorunun kapısını açıyor; o halde kapitalizm aşılmadan -değil çünkü görünen o ki onu aşabilecek bilgi ve bilgi/deneyiminden yoksun insanlık-, yok edilmeden -değil çünkü görünen o ki onu yok edebilecek bilgi ve bilgi/gücünden yoksun insanlık- yok olmadan çevre sorunu artarak var olmaya devam edecektir. Bir anımsatma; şu an için kapitalizm vardır!
2) Kapitalizmin kendi kendini yok edeceğine ikna olsak ya da olmuş gibi görünsek bile ya da “insanlık adına böyle bir umudumuz olsa bile” görünen o ki (yukarıdaki 3 “görünen”=tarih, deneyim) kapitalizm, yaşanan/yaşattığı kriz ve felaketleri aşmakta sosyalistlere göre daha becerikli ve daha bilgilidir! Pandemi sürecinde de bunu yaşıyoruz. En “muhalifler” bile bu süreçte mücadele örgütlemek yerine piyasanın sloganlarına yaslandılar.
3) Şu an için görünen o ki -ve insanlık adına “ne yazık ki”- kapitalizmin yok oluşunun, kapitalizmin yerel/küresel yok oluşunun ancak onun bizatihi neden olduğu olacağı küresel büyük yıkımla gerçekleşeceğini söyleyebiliriz; en azından en güçlü olasılık ne yazık ki bu gibi gözüküyor. Bu had safhada karamsar bir öngörümdür. (Burada “kıyametçi” olarak anlaşılmak istemem. Şu anda görünen o ki -ve ne yazık ki- büyük bir yıkımın iyi bir ateşleyici olacağını düşünüyorum.) Bu yıkımın olası nedenleri hakkında birçok görüşe sahibiz ve yenilerini de üretebiliriz ve hiç kuşku yok ki bunların hiçbiri artık bilimkurgu olmayacaktır: büyük bir salgın, nükleeri içeren bir savaş, kontrolden çıkmış genetik müdahale vs… belki de en önemlisi doğanın kendini yenilemesi ve kendi bulması; doğanın otorestorasyonu!
4) Bu bağlamda yapılması gerekenin bu büyük yıkım ya da sonla ilgili olasılık ve öngörü geliştirip hazırlık yapılması olduğunu söyleyebiliriz. (Pandemi sürecinde yapılamayan!) Sosyalistlerin böyle bir vizyonu var mı bilmiyorum; çünkü onlar hâlâ yıkım öncesi devrimci kurtuluşa inanacak kadar iyimser. Kendi adıma iyimserliklerini ve körlüklerini paylaşmak isterdim! Ancak bu “körlük” kapitalizmin varlığının algılanması ile ilgili kimi sorunların ortaya çıkmasına neden olur, doğal olarak! Söz ettiğimiz bağlamda insanlığın kurtuluşunun bu yıkımdan geçtiğini düşündüğümü tekrarlamak istiyorum. Sorunun da bu yıkımın tanımlanıp sonrasına ait bilgi üretmekte olduğunu -ya da yapılamadığını- söylüyorum. Pandemi sürecinden “en azından” bu bağlamda da bir ders çıkarılmalı. Bu distopya yeni bir dünyada kurtuluşa ait ütopyalara kapı açabilir ancak! Buna, bu distopyaya sahip miyiz, yanıtlanması gereken soru bu, bence çevreyi/ekolojiyi kapitalizmle görecelilik üzerinden dert edinmiş sosyalistler de bu perspektifle ilgilenmeliler. Vakit geçirmeden, güncele takılıp bu güvenli sularda fazla oyalanmadan, debelenmeden ilgi alanlarını genişletmeliler.
5) Kapitalizmin ve var olan ve var olma olasılığı olan “ardıllarının” ve “eşdeğer izleyicilerinin” süre giden varlığının bir gerçek olduğu ile yüzleşilmesi gerekiyor. Ekolojinin irdelenmesi belki de bu yüzleşme için fırsat olabilir. Küçük olasılıkla ancak… Yüzleşilmesi gereken temel sorunlardan biride var olan durum. Var olan durumun kanıksanması gerekiyor. Nüfusun kanıksanması gerekiyor, şehirlerin kanıksanması gerekiyor, teknolojinin kanıksanması gerekiyor… vesaire ve vesaire ile bu bağlamda tanışmak yüzleşmek gerekiyor. Hepsi var olan durumu, bugünü tanımlıyor. Bunlar kapitalizme ne kadar bağımlı ise aynı ölçüde kapitalizmden bağımsızlaşmış sorunlar; kalıcı sorunlar. Ne yazık ki bunları haklı reddediş bir çözüm üretmiyor. Bu haklı reddediş ancak ‘son’la ilgili görmezliği, göremezliği öteliyor. Reddetmek ayrı bir mevzuu… Sahip olduğumuz bilgi “insansız dünya” da doğanın kendini aslına uygun olarak üreteceği. Bunun olma olasılığının şartları peki…
6) Yüzleşmeye kafanın fazlaca takıldığı, zihinsel mesainin gereğinden fazla yapıldığı güncel olanla başlanılabilir. Bir iki örnek önerimi paylaşmak isterim; bugün fetişe edilen kır hayatından başlayalım ya da doğal hayattan. Bireysel kurtuluşumuz ve ruh sağlığımız için idealmiş gibi görünebilir; tabii “oraların” çevre/kapitalizm sorunlarından uzak olduğunu sanmak gibi bir saflık hakkımızı koruyalım. Benim burada söz etmek istediğim görmek istenmeyen bazı veriler/gerçekler. İşte çok sayıda örnek içinden seçilmiş üç örnek: a) Kapitalizmin varlığında ya da yokluğunda yedi-sekiz milyar insanı kırlarda yaşatma şansımız yok; daha da önemlisi böyle bir hakkımız yok çünkü kırdaki/köydeki evinde yalnız yaşayan bir ailenin ısınma, barınma, atık su vs. temel gereksinimler aracılığıyla yaptığı çevre tahribatının şehirde bir sitede yaşayan yirmi otuz ailenin toplamından daha fazla olduğunu biliyoruz. b) Hep göz ardı edilen piyasa sorunu. Kapitalizm örnek olsun enerji gereksinimini o günün piyasa şartlarına göre en verimli şekilde üstelik fazlasıyla, “gerektiğinden” kat be kat fazlasıyla karşılamaya çalışır, buna hazır ve yazgılıdır. Nükleer gerekiyorsa nükleer, rüzgâr enerjisi piyasaya daha uygun hale getirilirse mesela rüzgâr. Burada “ötekinin” bir inisiyatifi olduğunu sanmıyorum. Olamaz. Kapitalizm bir çevre yatırımından ancak verimli olmadığını düşünürse vazgeçer; eyleminizle onu bundan vazgeçirdiğinizi sanıyorsanız, bu biraz saflıktır bence! Bir HES yapımından vazgeçilmesini yöre halkının zaferi sayanların diğer tamamlanmış sol medyada kendisine yer bulacak kadar şanslı olmayan yüzlerce HES’ten haberi var mı acaba? c) Çöp kapitalizmin çöpüdür; kapitalizm çöpten verimli yararlanacağını düşündüğü sürece çöp sorun olmaktan kısmen çıkacaktır. Ancak bilinmesi gereken asıl sorun kapitalizmsiz bir dünyada sekiz milyar insanın çöpünün her koşulda bir çevre sorunu oluşturacağıdır. Bir de “organik gıda”, “geri dönüşüm” vs. gibi piyasanın yükselen yıldızları var! Bir de bunlara inanan inandırılan milyonlar; piyasanın da işte bu inananlara gereksinimi var. Çöp, nükleer, rüzgâr, şehirler vesaire…
Örneklerin çokluğunu düşünelim ve her bir örneği, her bir sorun örneği bu bağlamda yargılayalım. Diğer taraftan, örnek olsun, eğer kapitalizm rüzgâr enerjisinin iyi bir yatırım aracı olduğunu ve bu bağlamda nükleerden daha “iyi olduğunu” düşünürse rüzgâra dönecektir yüzünü; bu bir çevreci zafer midir? Sosyalistler güncel “çevreci” taleplerinin bir piyasa girdisi oluşturup oluşturmadığını da düşünmek zorundadırlar kuşkusuz! Güncel çevreci dönüşümlerin bu bağlamda ekolojik zaferden çok kapitalizmin nihai zaferini (nihai zafer=topyekûn yıkım) nitelendirdiğini de görmek zorundadırlar.
Ya da bir sosyalistin piyasa tarafından değer biçilen ya da piyasanın değer biçeceği herhangi bir hayali olmamalı diye düşünüyorum.