Toplumsal yaşamın sürmesi iki koşula bağlıdır; doğa ve emek. Çok yakından bildiğimiz bu kavramları genelde belirli disiplinlerin araştırmalarından okumuşuzdur. Ekolojik çöküş konusunda sınırlı olarak ele alınan bu kavramlara okuduğumuz kitaplarda bazen rastlıyoruz. Ekoloji, bilimsel olarak bütünsel yaklaşım yöntemini kullanır. Nadir olarak indirgemeci yaklaşım da ekolojinin araştırma metotlarına girer. Dolayısıyla toplumsal yaşamın sürmesi meselesini farklı bilimsel disiplinlerden yararlanarak ele almak doğru bir yöntem olarak görünüyor. Doğa ve emek kavramları söz konusu olduğunda, gerek bize dayatılmış eğitimlere gerek yayımlanmış eserlere baktığımızda sanki bazı konular gözden bilerek kaçırılmış veya göz ardı edilmiş gibi görünüyor. Bunun istisnaları da oluyor haliyle. Prof. Dr. Aykut Çoban’ın kaleme aldığı Çevre Politikası – Ekolojik Sorunlar ve Kuram göz ardı edilmiş konulara açıklık getiren bir çalışma olmuş.
Aykut Çoban’ın yazılarına baktığımızda, yerel yönetimler, ekolojik Marksizm konularında oldukça ürettiğini fark ediyoruz. Peki, okuduğumuz onca kitap ve makaleden Aykut Hocamızınkileri ayıran nedir? Biraz buna değinmek gerektiğini düşünüyorum. Öncelikle Aykut Çoban, belli başlı yabancı terimlerin yerine Türkçe bir karşılık bularak başlamış serüvenine. Okuduğumuz birçok çevrebilim konulu kitapta aşina olduğumuz yabancı terimler yerine, bazı Türkçe önerilerde bulunmuş ki bunu çok önemli bulduğumu belirtmek isterim. Kitapta daha önce bahsettiğim gibi bütüncül bir bilimsel yaklaşım sergilenmiş. Kurgusunun çok özenli olduğunu söylemek gerek. Önsözünde bahsettiği gibi kitabın birinci bölümünde yöntembilim kullanılmış. Sırasıyla ikinci bölüm tarih, üçüncü bölüm biyoloji, ekoloji, kimya, jeoloji ve tıp, üçüncü bölüm iktisat, dördüncü bölüm toplumbilim, altıncı bölüm ahlak felsefesi açısından ele alınmış. Hepsinin birbiriyle ilişkisi son derece bütünleyici olmuş. Bölüm sonlarına doğru da kendi düşündüğü açmazları da dile getirmiş ki bu zaten olmazsa olmazı oluyor kitabın. Kısacası çevre sorunları ve ekolojiyle ilgili farklı disiplinlerce oluşturulan çeşitli görüşleri, irdeleyip farklı bir bakış açılarıyla bakmamızı sağlamış.
Kitapta toplumsal metabolizma kavramına değiniliyor. Bunu tarihsel süreçlerle beraber çok güzel örneklendirildiğini düşünüyorum; çünkü günümüzde ekolojik yıkımın sanayileşme süreciyle mi veya daha önce mi başladığı noktasında hâlâ devam eden bir tartışma var. Sanırım bu konudaki görüşler ve rakamlar konuya biraz açıklık getirebilir. Kitapta ekolojik çöküş teorilerinin doğruları ve açmazları hakkında da bir bölüm var. Aykut Çoban’ın birçok bölümdeki gibi buradaki sorgulamaları için de hakkını teslim etmem gerekiyor. Bence onun arzu ettiği üzere bu sorgulamalar, okuyucunun fikir yürütmesine ve düşünmeye başlamasına imkân sağlıyor. Kitaptaki üretim ve tüketimle ilgili bölümlere gelince, yazar üretimi iktisatla, tüketimi toplumbilimle açıklamaya gayret etmiş. Kısa olduğu kadar çarpıcı olduğunu ifade etmek yanlış olmaz. Hâlâ üretim mi tüketime, tüketim mi üretime yol açar diye soruyoruz kendimize. Marx; “Üretim gerçekleştirilirken tüketimi, tüketim gerçekleştirilirken üretim yaratır” diyordu. Aykut Hoca da onu söylemeye çalışıyor, ama sanırım üretim tüketimi yaratıyor günümüzde. Kuşkusuz bunun reklamla, medyayla da bağı vardır.
Sürdürülebilir kalkınma konusu her gün karşılaştığımız bir konu olmaya başladı. Bu kalkınma öngörüsünün bazı ilkeleri var kendi içinde; hakçalık (equity), sakınım (ihtiyatlılık), katılım, planlama, bütünleşik politika konularını barındırıyor. Bu konularda kitap içinde yazılar da bulacaksınız ve itiraz noktaları oldukça önemli. Sürdürülebilir kalkınma üç kolon üzerine inşa edilmiş: iktisadi büyüme, toplumsal adalet ve çevrenin korunması. Bu konuları sorgularken kuzey-güney ülkeleri arasındaki hakkaniyetsizliği de örnekliyor ve bu teorilerin imkânsızlığını da kendi dağarcığından gayet ikna edici verilerle okuyucuya aktarıyor. Güneye dayatılan küçülmeyi, kuzey ülkelerinin küçülmeden üstelik güneyi sömürmeye devam etmesini reddediyor Aykut Çoban.
Sürdürülebilir kalkınmanın hedeflerinden biri insanların temel gereksinimlerini sağlamayı varsayar. Yazar haklı olarak bir toplumun temel gereksinimlerini kim, hangi ölçüte göre saptayacak diye soruyor. Gelecek kuşakların refahı, toplumsal adalet, çevre koruması gibi konularda sürdürülebilirlik safsatası gayet mantıklı ve tutarlı olarak anlatılıp sorgulanmış. Bu konuyu şöyle özetlemiş: Sürdürülebilir kalkınma içine doğduğu kapitalist yapılardan kaynaklanır… Bununla birlikte sürdürülebilir kalkınma yaklaşımında kapitalizm sorgulanmaz. Dahası, ilke hedef ve politikaları kapitalist ekonomilerde uygulanmak üzere geliştirilmiştir. Bir bakıma, sürdürülebilir kalkınma hem radikal hem de statükocu niteliklerden oluşur. Uygulamada, kapitalizmden sapan özellikleri uygun düzenekler geliştirmeksizin yalnızca söylem düzeyinde kalırken kapitalizmle barışık yönleri, büyümeci düzenle hızlı ve uyumlu biçimde bütünleşmesini sağlamıştır.(s:192)
Hemen aklıma bir soru geliyor: Ekolojik sorunlardan herkes eşit ölçüde mi etkileniyor? Bu soru konunun özüne en derin dokunuşu yapar ki cevabı, her yerde en ağır biçimde etkilenenler kesinlikle emekçi ve yoksul kesimlerdir. Aykut Çoban bunu ifşa etmek için şunu söylüyor: Gelgelelim, ekolojik eşitsizliklere, utangaç biçimde değinmek yeterli değildir. O eşitsizliklerin, sermayenin emekle ilişkisinde yatan toplumsal nedenlerini belirtmek gereklidir.( s:155) Kuşkusuz çürüyen bir sistemi insanlara anlatmak, okuyan ve sorgulayan kesim için bir borçtur. Şehirlerin gettolarında (gecekondu diyemeyiz artık) yaşayan bir yurttaşın en büyük sorunu içinde oldukları ekonomik ve ekolojik olgulardır. Bu dayanak üzerinden Aykut Çoban devam ediyor: Kapitalizmin ekolojik sorun yaratmaya eğimli olması, kapitalist üretimin ve onun bağlı olduğu sömürü ilişkisinin, doğanın biyofiziksel koşullarını ve insani gelişimin zeminini yıkıp yok eden yapısındadır.(s:171) Bu olguları yok sayarak dünya düzeninin değişmesini, sağlıklı bir hayat kurma özlemini gerçekleştirmek, mücadele olmaksızın boşa kürek çekmeye benzeyecek. Okuyoruz, düşünüyoruz ne yapacağız? Oysa sistem içinde bize “her şey daha güzel olacak” diye ötelenen bir ütopya durumu dayatılıyorsa ne yapmalı nasıl yapmalı? Çoğu insan gibi mücadele gücünü kaybettiğimiz anda pes mi etmeliyiz? Soru soruyu getiriyor.
Kitabın üretim ve tüketim konusunda da bölümleri var. Kurgudan bahsederken yazmıştım. Bu konularda daha fazla okunak için sosyoloji kitapları da yardımcı olabilir. Ancak bu kitap özelinde gidersek yerli yerinde ve amacına uygun olacak şekilde yeterli bilgiye ulaşıyoruz. Aslında bu iki konu tamamen ekolojik örselemenin temel sorunları. Bunları kavramak ve buna uygun davranmak işin kolay gözüken yönü. Gönüllü yetingen olarak üretime ve tüketime etki edebileceğimiz düşünmek de bence işin romantik boyutu. Tüketimin ve üretimin sosyolojik ve ekonomik açıklamaları bize çevre koruma üzerinde fikir vermeye gayet uygundur. Yeter ki doğru ve bu görüşe uygun kaynaktan edinelim bilgiyi.
Bu konunun etik ve ahlaki boyut vardır ki tamamıyla ihraçtır. Üstelik bu konu oldukça önemlidir, zira içinde bulunduğumuz ekonomik atmosfer bize bunu gayet net olarak dayatır. Bu yüzden özellikle çeşitli kaynaklardan okumalı ve üzerinde düşünmeliyiz. Bu konuda net bir itiraza şahit oluyoruz okuduğumuz metinlerde. Kitapta bu ilişki çeşitli disiplinlerle sağlam kurulmuş. Bu konu ve eleştiriler belki bir kitabı kapsayacak kadar uzun yazılar gerektirebilir. Maalesef etik ve ahlak konuları her zaman genel geçer ekonomi, sosyoloji konuları ağırlıkta olduğu zaman kısıtlı ölçekte kalmıştır. Bu açıdan da kitabın içinde, gayet makul ve yeterli ölçekte yer verildiğini söylemem lazım. Tabii ki merak eden daha fazla kaynaktan istifade etmelidir. Şunu da belirtmek isterim; ekolojik sorunların çözümünü sadece etikte veya ahlakta aramak naifliktir. İçinde bulunduğumuz krizi çözmek adına kuşkusuz etik ve ahlaki çevre fikirleri çok önemlidir ama etik ve ahlaki tanımları koyanlar dayatılan ekonomik sistemin yürütücüleridir. İktisadi düşünce maalesef artık bilim değil, bir ideoloji haline gelmiştir.
Kendimize bazı soruları sormamız lazım. Atık dönüştürmek daha fazla kaynak tüketmek midir? Bir plastiği tekrar üretime sokarken ne kadar su enerji vs harcarız? Toplumdaki atık toplayıcıları ne şekilde etkileriz? Ekonomik ve çevresel birçok soru sadece bu konuda karşımıza geliyorsa bütüncül yaklaşımla ne şekilde cevaplar bulabiliriz? Sorularımız çok ve cevaplanmayı bekliyor. Yine de önemli olan onları düzenleyecek siyasal kurumları gündemine getirmektir. Sürdürülebilirlik adına bize sunulan safsata sorular biraz da böyledir; çünkü toplumsal olarak insan, doğa ve emek kavramlarına bağımlıyken doğa da insanın kendisini sömürmesine karşı duyarlıdır. Doğa ile simbiyoz ilişkimiz oldukça kırılgandır. Kuşkusuz doğa kendini idame ettirebilecek olsa da insan bu ilişkide kaybedecek taraftır. İster insan merkezli bakalım, ister doğa merkezli, bu kural doğanın bize dayattığı yasadır.
Yazar farklı düşünce metotlarıyla düşünmemizi sağlıyor, demiştik. Gerek dış, gerek iç kaynaklı yazılardan çeşitli fikirleri alıp bize sunmuş. Bunlara da kendi bakış açısıyla itiraz etmiş, reddetmiş. Reddetmek güzel bir düşünce biçimine sürükler okuru. Sorgulamak güzeldir. Hem beyni çalıştırır hem de sonuçlara yönelmeyi tetikler. Çevrebilim konusunda eleştirel, yoruma dayalı kitaplarda aradığım birçok şeyi Prof. Dr. Aykut Çoban’ın kitabında bulduğumu söylemeliyim. Bu arada kitabın ikinci kısmının da bir aksilik olmazsa basılacağını müjdeleyelim. Yeni kitabın tanıtımına geçmeden bu kitabın bir tanıtımını yazarın cümlesiyle bitirelim: Kapitalizm üretim örgütlenmesine ve tüketim kalıplarına uygun düşen ahlaki tutumlarla bütünleşik bir toplumsal düzendir. Her toplumsal düzen gibi kapitalizm de kendi ahlak anlayışını yaratır, besler, büyütür.(s:329)
Sonuçta çevrenin batışının sınıfsal bir batışla da ilişkisi vardır. İkisi de hem ekonomik hem ekolojiktir. Sınıf bilinci olmayan ne kendi sınıfını ne de doğayı koruyamaz! Çevre konularında şu ana kadar hükümetlerin ve kurumların aldığı ortak kararlar bize gatopardismo stratejisini hatırlatıyor. Hani köklü değişiklikler yapılıyormuşçasına bir hava yaratılıp, var olan iktisadi-siyasi düzenin değişmeden sürmesi çabasıdır bu. Toplumlar buna ne tepki gösterecek belki yakında verilecek tepkilere de şahit oluruz kim bilir?
Çevre Politikası – Ekolojik Sorunlar ve Kuram, Aykut Çoban, İmge Yayınevi,Kasım 2020, 368 s.