Ana Sayfa Dergi Sayıları 212.Sayı Freud’un kendi psikanalizine başlaması ve Düşlerin Yorumu

Freud’un kendi psikanalizine başlaması ve Düşlerin Yorumu

386
0

Düşler, Freud’un ifadesiyle, bilinçdışına giden “kral yolunu” oluşturmaktadır. Freud, kişinin bastırılmış duygusal dünyasını anlayabilmenin en temel ve etkili yolunun düş analizi olduğunu düşünür. Freud düşlerin yalnızca uyku esnasında ortaya çıkmasını, ruh içi sansür mekanizmasının gücünün uyku esnasında azalmasına bağlar. Düş gördükten sonra görülenleri unutmaya yönelik faaliyetin sebebi de yine bu sansür (direnç) mekanizmasıdır.

Tıp doktoru Mehmet Can Güngen’in okuyacağınız makalesi, yakında Bilim ve Gelecek Kitaplığı’ndan yayımlanacak olan, Sigmund Freud’un yaşamını ve yapıtlarını ele alan kitabından bir bölümdür.

Sigmund Freud 1897 ile 1900 yılları arasında üç sene boyunca düzenli olarak kendi analizine zaman ayırdı. Babasının kendi psikanalizine başlama tarihinden kısa bir süre önce gerçekleşen ölümü (1896) Freud’un ruhsal dünyasında kendi psikanalizine başlamaya karar vermesine yol açacak denli derin bir etki yaratmıştı. O sırada kırk yaşında olgun bir insan olan Freud, sandığından daha önemli bir değeri yitirdiğini anlamış, kendisini “köklerinden kopmuş” hissetmiş, derin bir suçluluk duygusu ve melankolik bir ruh hali içine girmiştir. Berlinli doktor arkadaşı Fliess ile arasında gün geçtikçe artan sorunlu dostluk ilişkisinin yarattığı bunaltı da melankolisinin sebeplerinden birisi olsa gerektir. Nevrozunun şiddetlendiği dönemlerde ölüm korkusu atakları geçirmekte, bazen de hiçbir şey yazamadığı ve düşünemediği depresif ruh halleri içine düşüvermektedir. Ayrıca bu dönem öncesinde, önce yoğun tütün kullanımına bağlı nikotin zehirlenmesi sanılan daha sonra romatizmal kökenli bir myokardit (kalp kası iltihabı) olduğu kanısına varılan ve kendisine büyük sıkıntı ve korku veren bir rahatsızlık da geçirmiştir.
Freud düşlerin yorumu kitabını üç senede tamamladı. Bu esnada ardında böylesine çarpıcı bir eser bırakma duygusuyla zaman zaman heyecanlandı, zaman zaman da yazım esnasında karşılaştığı güçlükler nedeniyle karamsarlığa düştü. Her şeye karşın eserini tamamladı ve kitap 1900 yılında altı yüz adet basıldı. Beklendiği gibi satılmayan kitap ilk birkaç sene boyunca eleştirmenler tarafından tamamen görmezden gelindi. Tıp çevrelerinde kitap baştan sona okunmadan hayal ürünü bir eser olarak damgalandı. Eserin ikinci basımı on yıl sonra, İngilizce çevirisi ise ancak 1913 yılında yapılabildi.

Düşler ve bilinçdışı zihinsel etkinlik
Düşler, Freud’un ifadesiyle, bilinçdışına giden “kral yolunu” oluşturmaktadır. Freud, kişinin bastırılmış duygusal dünyasını anlayabilmenin en temel ve etkili yolunun düş analizi olduğunu düşünür. Düşler neden yalnızca uyku esnasında ortaya çıkmaktadır? Freud düşlerin yalnızca uyku esnasında ortaya çıkmasını, ruh içi sansür mekanizmasının gücünün uyku esnasında azalmasına bağlar. Düş gördükten sonra görülenleri unutmaya yönelik faaliyetin sebebi de yine bu sansür (direnç) mekanizmasıdır. Şimdi düş ve düş yorumu hakkındaki düşüncelerine daha geniş bir şekilde göz atalım.

Freud’un Düşlerin Yorumu adlı eseri 1900 yılında yayımlanmıştı.

Düşlerin metapsikolojisi (teorisi)
Düşlerin Yorumu bilindiği gibi 1900 yılında yayımlandı. Bu yapıtla ilgili olarak konuşmadan önce Freud’un, düşlerin oluşum sebebi ve mekanizmasına dair, 1915’de yazdığı ve 1917’de basılan düşlerin metapsikolojisi makalesine bakmakta fayda vardır.
Freud bu makaleye, uyuyan insanın, etrafını saran dünyadan, dış gerçeklikten tamamen geri çekildiğini ifade ederek başlar. İnsan, takma dişlerini, gözlüklerini ve günlük elbiselerini çıkartarak adeta “ana rahmine” bir geri dönüş yapmaktadır.
Ancak nesnelerin dünyasına ait bütün “yatırımlar” geri çekiliyor, Ego’ya teslim ediliyor ve kişi bir narsistik evreye “giriyorsa”, uyku esnasında görülen nesneler ve olaylar düş sahnesine nasıl girebilmektedir diye de sorar. O halde der Freud, bilinçdışında bastırılmış düşünceler arasında enerji yükünü kısmen ve tamamen koruyanlardan bazıları uyku istemine uymamaktadır, zira Ego’dan belli ölçülerde bağımsızlık kazanmışlardır. İşte Freud’a göre düş görmeyi sağlayan şey de budur. Ego bu esnada bilinçdışı yükleri kontrol etmeye çalışmakta ve bir takım karşı yükler oluşturarak düş görümüne sansür uygulamaktadır. Bu mücadele çerçevesinde bilinçdışı imgeler Ego ile uzlaşacak biçimde şekil değiştirerek düş içeriğinde görünür hale gelirler. Eğer bilinçdışı düşünceler Ego’nun sansür için uyguladığı gücü aşar ve kendilerini serbestçe ifade etmeye kalkarlarsa, Ego tedirginlikle uyanmaya karar verebilir ve düş bu şekilde sona erdirilir.
Düşün görüldüğü günden önceki günün olaylarının düş içeriği içinde bulunduğu bilinmektedir. Peki, bu olaylara ait enerji, diğer nesne ve olay yatırımlarına benzer şekilde neden Ego’ya teslim edilmemektedir? Bu sorunun yanıtı, önceki gün tortusunun bilinçdışı bir karşılığının bulunmasındadır. Bastırılarak bilinçdışı bırakılmış, ancak güçlü ve bilince çıkmaya eğilimli düşünceler ile önceki günün tortusu arasında bir bağlantı varsa bu tortuya ilişkin olaylar düş içeriğine girebilmektedir.
Sonuçta der Freud, Aristoteles yıllar önce sarf ettiği sözlerde haklıdır. Bilindiği üzere Aristoteles düşlerin uyuyan kişinin zihinsel etkinliği olduğunu belirtmiştir. Freud ise düşlerin, uyku esnasında narsistik geri çekilme ediminin tam olarak kurulamayışı ile ortaya çıkan bir zihinsel etkinlik olduğunu söyleyerek bir bakıma ona katılmış olur. Uyku esnasında narsistik geri çekilmenin tam olarak gerçekleşmesi için, Ego’nun uyuma istemine bilinçdışı süreçlerin de uyması gerekirdi. Ne var ki bilinçdışı etkinlik buna izin vermemektedir.(1)

Düşlerin mantığı
Freud bu çalışmasıyla, düşlerin anlamsız olmadığı gibi parapsikolojik bir yönünün de bulunmadığını ortaya koymuş oluyordu. Düşler kendi içinde bir mantığa, bir anlama sahipti. Ancak bu mantık, uyanık halde zihne hâkim olan düşünsel etkinliğin mantığından farklılıklar gösteriyordu. Daha önce yazdığı “Bilimsel Bir Psikoloji Projesi”nde bu iki farklı zihinsel etkinliği birincil ve ikincil süreçler olarak adlandırmıştı. Düş esnasında ortaya çıkan zihinsel etkinlik birincil sürecin kendine özgü mantığına göre işlevsellik gösteriyordu. Birincil süreç düşüncede geçerli olan ilke “haz ilkesi” burada da geçerliydi. Burada uyanık halde olmasına alıştığımız zaman akışındaki doğrusallık ve tutarlılık yoktu. Bir şeyin karşıtı o şeyi ifade edebiliyor, karşıtlar yan yana bulunabiliyordu.(2) Birden fazla figür tek bir figürün parçaları halinde temsil edilebiliyordu (kondansasyon ya da yoğunlaştırma). Nedensellik ilkesinin geçerli olmaması gibi gerçeklik ilkesine bağlılık da birincil süreçte söz konusu değildi. Böylece mesela düş gören kişi rüyasında uçabiliyor, ortaçağda bir ejderha ile karşı karşıya gelip büyülü bir sözcükle onu öldürebiliyordu.
İkincil süreç ise uyanık halde hâkim olan düşünme biçimiydi. “Haz ilkesinin” yerini “gerçeklik ilkesi” almış olduğundan, dış dünyadaki gerçeğe bağlı, formel mantık kurallarının işlerlikte olduğu düşünce biçimiydi. Birincil süreç düşünce şekli insan zihninin bebeklikten gelen çalışma biçimini teşkil ediyordu. Bebek büyüyüp yıllar içinde Ego geliştiğinde, gerçekliğe bağlı ikincil düşünce biçimi ilkinin yerini alıyordu. Ancak Ego işlevinin zayıfladığı uyku, narkoz ve uyuşturucu etkisi altında olma gibi durumlarda, ateşli veya şuur durumunu etkileyecek ağır hastalık hallerinde, id’den kaynaklanan birincil süreç tamamen bir Ego işlevi olan ve zayıflayan ikincil sürecin yerini alıyordu.

Babasının ölümü (1896) Freud’un ruhsal dünyasında kendi psikanalizine başlamaya karar vermesine yol açacak denli derin bir etki yaratmıştı.

Düşlerin amacı
Freud’a göre “bir düş (baskılanmış ya da bastırılmış) bir isteğin (kılık değiştirilmiş) doyurulmasıdır”(3) Uyanık iken, boşalmaya çalışan dürtüleri (arzuları) alıkoyan çeşitli engeller sonucu ruhsal gerilimler ortaya çıkıyordu. Ego bu engelleri sosyal olarak kabul edilebilir yolları takip ederek aşmaya ve gerilimleri azaltmaya çalışıyordu. Düşlerde ise id’den(4) kaynaklanan arzuların sadece hayalleri canlandırılıyor ve bu suretle gerilimlerin kısmen boşalımına imkân tanınıyordu.
Freud görünür düş içeriğinin hemen önceki günün izlenimlerini açıkça yeğlediğini ve konu olarak seçtiği malzemenin genellikle önemsiz, ayrımsanmamış bellek izlerinden oluştuğunu ileri sürüyordu.(5) Oysa düşün gizli içeriği eski yaşantılarla bağlantılıydı.(6) Freud, düşlere konu olan arzuların, bir ile üç yaş arasında yaşanan deneyimlerin bilinçdışı kalıntıları ile bağlantılı olduğunu ileri sürüyordu. Yeni bir arzu ancak bu ilk malzemeye ait arzuların bir türevi olduğunda düş oluşturabiliyordu.
“Örneklerimizin göstermiş olduğu gibi, bunlar yalnızca yan yana birçok istek doyurmayı değil, en alttaki en erken çocukluğa dek uzanan bir isteğin doyurulması olmak üzere birbiri üzerine binmiş bir dizi anlam ya da istek doyurmayı içerebilir. Ve burada yine bunun ‘sıklıkla’ değil ‘değişmez biçimde’ ortaya çıktığını öne sürmenin daha doğru olup olmayabileceği sorusu doğmaktadır.”(7)
Bu açıklama neden günlük hayatta bizi uğraştıran pek çok şey düş içeriğine katılmazken, sadece bir an için düşünülen bir şeyin akşam rüyada görülmek üzere seçildiğini de izah eder.

Düşlerin görünür ve gizli içeriği- sansür mekanizmasının amacı
Freud düşlerin bir görünür anlama bir de gizli anlama sahip olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre “düş düşünceleri” (gizli içerik) ile “düş içeriği” (görünür içerik) arasında anlam ve yön açısından tümüyle değişken bir ilişki vardı. “Düş düşünceleri” “düş işlemi” adı verilen bir işlemden geçiyor ve bu esnada düş düşünceleri “yoğunlaştırılıyor”; “aşırı belirlenme” dediği bir etkinlikle düş öncesi yaşanan günden kaynaklanan pek çok önemsiz materyalle karıştırılıyor ve merkezi konu ancak düş yorumuyla açıklığa kavuşturulabilecek başka bir konuyla “yer değiştiriyor” ve asıl bağlamından kopartılıyordu. “Yoğunlaşma” düş düşüncelerine ait birçok unsurun (anlamsız gibi görünen) düş içeriğinde temsil edilen tek bir sözcük veya bir resim haline getirilmesiydi. “Yer değiştirme” ise düş düşüncesi için merkezi öneme sahip temaların yerine daha önemsiz, düşten önceki gün yaşanan olaylardan seçilen (düş tortusu) ikincil temaların geçmesini sağlayan ve asıl düş düşüncelerinin tanınmasını zorlaştırmaya hizmet eden bir ruhsal etkinlikti.(8)
Rüyaya konu olan dürtüler id’den kaynaklanmasına rağmen, düş senaryosu Ego’da hazırlanıyordu. Anlamdaki ikiye bölünmeye yol açan bu etkinliğin sebebi ne olabilirdi peki? Freud bunun altında şöyle bir amaç sezinliyordu. İd’den kaynaklanan dürtülerin ifadesi söz konusu olduğunda süper-Ego(9) ve Ego tarafından açıkça ifadesi uygun bulunmayan kısımlar sansüre tabi tutuluyordu. Bu sansür sonrası düşte yer alan olaylar arasında bağlantılar kopuyor, önemli kişiler seçilemiyor (flu görünüyor veya karanlıkta kalıyor) ve yine önemli figürlerin simgesel temsilcileri ile yer değiştiriyordu. Böylece gerilimlerin boşaltılması esnasında süper-Ego ve Ego’nun rahatsız olmasının önüne geçilmiş oluyordu. Peki, eğer rüyaların oluşumunda sansür mekanizması böyle ustaca çalışmasa ve dürtüler tüm açıklığıyla ortaya dökülse ne olacaktı? Bu durumda, der Freud, benlikle uyuşmayan bazı arzular Ego içerisinde bir sinyal anksiyetesini tetikler ve artan gerilim yüzünden uyanma tehlikesi belirirdi. Böylesi yüksek gerilimlerin uyanmaya neden olduğu kâbuslardan bilinmektedir. O halde sansür mekanizması, Freud’un teorisine göre, uykunun kesintiye uğramadan sürmesini sağlayan bir “bekçi vazifesi” görmekteydi.
Düş işlemi düş düşüncelerini alıp yeniden biçimlendirirken, düşünmüyor, hesaplamıyor ya da yargılamıyordu. Sadece yeniden biçimlendirme vazifesini yerine getiriyordu. Duygular pek az değişikliğe uğruyordu. Daha çok kendilerine uyan asıl düşüncelerden ayrılıyor ve bu düşüncelerin yerine geçen düşüncelere bağlanıyordu. Bu esnada benzer özellikteki duygular bir araya getiriliyordu.(10)

Bazı tipik düşler
Devinime ket vurulma düşleri: Kişinin hareket etmeyi, bir eylemde bulunmayı istediği ancak bir türlü hareket edemediği, bulunduğu yere çakılıp kaldığı şeklinde bir tema ekseninde görülen düşlerdir. (Bir kişi koşmak istiyordur koşamıyordur. Yanan bir evden çıkmak istiyordur çıkamıyordur, kendisini yakalamak için koşan düşmanlardan kaçamıyordur vb.) Freud, eylem isteğinin bir “istence” karşı geldiğini, eyleme ket vurulmasının ise bu istence verilen “hayır” cevabını temsil ettiğini söyler. Bilindiği gibi bu tip düşlere sıklıkla yüksek bir anksiyete duygusu eşlik eder. Bu durumu da göz önüne alan Freud, eylemin, libido üretme yeteneği olan ve yasaklandığı için bilinçdışında bulunan bir istenci temsil ettiğini, dolayısıyla kuvvetli bir anksiyete duygusunun ortaya çıktığını ve eylemin ketlenmesinin bu isteğin yasaklanmasıyla ilişkili olduğunu ileri sürer.
Düş içinde düş görmek: Düş içinde gerçekleşen olayların da bir düş olduğu teması, Freud’a göre; “düş halinde betimlenmiş şeyin hiç olmamasını istemekle eşdeğerdir.” Düş işlemine ait sansür mekanizmasının araya girerek olayları düş içinde düşe çevirme girişimi, düşteki olayın ruhsal gerçekliğinin kanıtı sayılmaktadır.

Freud’a göre “bir düş (baskılanmış ya da bastırılmış) bir isteğin (kılık değiştirilmiş) doyurulmasıdır”.

Ebeveynin ve yakınların ölü olarak görüldüğü düşler: Düşlerde yakın kişilerin bir an sağ, bir an sonra ölü olarak görüldüğü düşlere Freud ilginç bir yorum getirmiştir. Freud’a göre, böylelikle düş gören, yakınlarının ölü ya da sağ olmasına düşte bir nevi “kayıtsızlık” göstermektedir. Sanki düş düşünceleri, “onun ölü ya da sağ olması benim için aynı şeydir” demektedir. Bu kayıtsızlığı Freud, düş görenin ölü kişiyle ilgili çift değerli (ambivalans) duygularına bağlar. Düş görenin erken bebeklik itkileri ölü görülen kişiye yönelik kızgınlığa yol açmaktadır.(11)
Son hastalığı boyunca babasına bakmış ve onun ölümünden sonra derin üzüntü duymuş bir adam, bir süre geçtikten sonra aşağıdaki anlamsız düşü görmüştü. “Babası yine sağmış ve kendisiyle her zamanki gibi konuşuyormuş, ama (dikkate değer nokta burasıymış) aslında ölmüşmüş, yalnızca bunu bilmiyormuş.” Bu düş, yalnızca eğer aslında ölmüşmüş sözcüklerine düş görenin isteğini üzerine eklersek ve “bilmediği şey”in düş görenin böyle bir isteği olduğunu açıklarsak anlaşılır bir hal alır. Babasına bakarken birçok kez onun ölmesini istemişti; yani aslında düşündüğü, ölümün adamın acılarına bir son vermesi biçiminde sevecen bir düşünceydi. Babası öldükten sonra yas çektiği süre içerisinde bu acıma dolu istek bile babasının yaşamını kısaltmaya gerçekten katkıda bulunmuş gibi bilinçdışı bir kendine kızma konusu haline gelmişti. Düş görenin babasına yönelik en erken itkilerin harekete geçmesi bu kendine kızmanın bir düş biçiminde anlatım bulmasına olanak vermişti.(12)
Çocuklukta kızgınlık sonucu görülen özellikle ebeveynin ölümünü isteme duyguları zamanla gelişecek duygusal komplekslerin çekirdeğini oluşturur. Çocukluk çağında kızgınlık sonucu ortaya çıkan yakınlara dair ölüm arzusu, çocuklardaki ölüm fikrinin yetişkinlerdekinden çok farklı olduğu dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Çocuk için ölüm, sadece ölen kişinin ortadan kaybolması anlamına gelir. Yetişkinin bakış açısına mahsus, son nefesin verileceği ana kadar çekilen acı ve ıstırap ile çürüme ve varlığın ebediyen ortadan kaybolmasına dair endişelerin çocuklukta söz konusu olamayacağı aşikârdır. Ödipal dönemdeki erkek çocuk için babanın ölümü arzusu, sadece onun ortadan kaybolması ve kendisinin annenin tek ilgi merkezi olarak kalması arzusuna tekabül eder. Çocukluktaki ölüm arzusu, yetişkinlerdekinden bu denli farklı ve masumane olmasına karşın, yine de daha sonra gelişecek duygusal komplekslerin merkezini oluşturmaktan da geri kalmamaktadır.

Düşteki başlıca simgeler
Freud düşteki bazı simgelerin evrensel olarak geçerli olduğunu ileri sürmüştür. Bu simgelerle ilgili iddiasını şüphesiz kendi klinik deneyimlerine, psikanalizden elde ettiği bilgilere borçludur. Çok sayıdaki simge cinsellikle ilgili az sayıdaki nesne ve kavrama gönderme yapmaktadır. Freud’un simgeleri hemen daima cinsellik üzerinden yorumlaması onun en çok eleştirilen yönü olmuştur. Bu simgelerin başlıcaları şunlardır.
İmparator ve imparatoriçe düş görenin ebeveynini, prens ya da prenses düş görenin kendisini temsil eder. Çomak, ağaç gövdesi ve şemsiye gibi tüm uzantılı nesneler, bıçak, kama, mızrak gibi silahlar, şapkalar, kravat, karmaşık makine ve aygıtlar, saban, çekiç gibi araçlar, el ve ayak gibi organlar düşlerdeki çocuklar, kişinin yanından ayırmadığı bagajlar erkeklik organını temsil eder.
Kutular, mahfazalar, sandıklar, dolaplar, fırınlar, her türlü içi boş nesneler, gemiler, her tür kap ağız, kulak hatta göz gibi içi boş, oyuklu beden bölümleri vajinayı ve rahmi temsil eder.
Düşteki odalar, odaların içine ve dışına doğru yollar, masalar, sofralar kadınları temsil eder. Birkaç odadan geçtiğini görme düşü harem veya genelev düşüdür.
Basamaklar, merdivenlerden inip çıkmak cinsel eylemi temsil eder
Küçük bir çocukla oynamak, onu dövmek mastürbasyonu, kellik, saç kestirme, dişlerin dökülmesi iğdiş edilmeyi temsil eder.
Küçük hayvanlar ve haşarat istenmeyen erkek ve kız kardeşleri temsil eder. Haşere bulaşması gebelik işaretidir.(13)
Suya batma, suyun içine girme gibi düşsel eylemler, yorumlanırken tersine çevrildiğinde sudan çıkma, suların içinden gelme haline dönüşür ve kişinin “doğum”unu simgeler.(14)
Vahşi hayvanlar Ego’nun korktuğu ve bastırma amacıyla savaştığı libidoyu (korktuğu tutkulu itkileri) temsil etmek üzere kullanılırlar.(15)

Örnek bir düş yorumu
“Nevrotik olmayan ama aşırı ölçüde erdemli ve tutucu karakterde olan bir kız nişanlıdır. Ancak evliliği yolunda bazı engeller bulunmaktadır. Bu kız düşünde bir masanın merkezini bir doğum günü için çiçeklerle süslemektedir. Çiçekler oldukça pahalı çiçeklerdir ve çağrışım yapılmaya davet edildiğinde çiçeklerin “zambak, menekşe ve karanfil” (lillies of valley, violets and carnations) olduğunu söyler. Düşünde yeşil krepon kâğıdıyla çiçekleri süslemektedir. Düş esnasında muhtemelen kendi evinde bulunmaktadır ve oldukça mutludur.”
Freud’un hastanın çağrışımlarını dinledikten sonra yorumu şöyle olur: Masa, kızın kendisini ve çiçekli orta kesimiyle kızın cinsel organını temsil etmektedir. Kızın düşte hazırlandığı doğum günü bir bebeğin doğumudur. Nişanlısı, kendisine bir doğum düzenliyor yani kendisiyle çiftleşiyordur. Çiçeklerin pahalı oluşu kızın bekâretinin değerini gösterirken, çiçeklerin dekorasyonu ile uğraşması çiftleşme hazırlığıdır. Çiçeklerden zambak saflığı, menekşe (violet, violate yani tecavüz etmek sözcüğünü fonetik olarak çağrıştırdığı için) nişanlısının evlenmeyi beklemeden kendisiyle zorla çiftleşme isteğini; orjinali carnations olan karanfil de, bedenleşme (incarnation) ve et rengi (carnation) cinsel imalarını çağrıştırıyordu. Ayrıca nişanlının kendisine hep bu çiçekleri veriyor oluşunun da fallik bir anlamı vardı ve cinsel armağanların (cinsel ilişkinin) alışverişine gönderme yapıyordu.[16)
Freud, yukarıdaki örnek yorumun tuttuğu yolun tersine, düşleri eleştirmenlerin söylediği gibi her zaman ve tamamen cinsel olarak yorumlamadığını da özellikle belirtir. Ayrıca tüm düşlerin çift-cinsel temelli olarak yorumlanması gerektiğine dair Adler ve Stekel’in görüşlerine de katılmadığını açıkça ifade eder.(17) Freud’un bu görüşünü doğrulayan bir düşe örnek verelim: “Düşte bir kadın, yaşları on beş ay farklı iki küçük kızla yürüdüğünü görür. Kadının tanıdıkları arasında böyle kişiler yoktur. Kendisi düşü yorumlarken, iki kızın her ikisinin de kendisini temsil ettiğini düşündüğünü belirtir ve aralarındaki yaş farkını çocukluğundaki iki travmatik olayın birbirinden on beş ay arayla gerçekleşmesiyle açıklar.”(18)

Freud düşteki bazı simgelerin evrensel olarak geçerli olduğunu ileri sürmüştür. Çok sayıdaki simge cinsellikle ilgili az sayıdaki nesne ve kavrama gönderme yapmaktadır.

Oedipus kompleksi
Sofokles’in MÖ 429’de yazdığı bir tragedya olan Oedipus Rex, Paris ve Viyana’da sıklıkla sahneye koyulan bir oyundu. Bu oyunlardan birisini izleyen Freud, Oedipus’un başına gelen şeylerin insanlığın genel bir trajedisini yansıttığını düşünmüştür. Burada ilgili oyunun bir özetini yapalım.
Thebes kralı Laius gençliğinde işlediği bir suç yüzünden Apollon tarafından lanetlenmiştir. Laius bir oğlu olduğunda kâhine gelecekte neler olacağını sorar. Kâhin, Laius’un öz oğlu tarafından öldürüleceğini ve oğlanın annesi ile evleneceğini söyler. Kral, oğlanı ölüme mahkûm eder. Ancak annesi Jacosta cellâdı ikna ederek çocuğun ayakları bağlı bir şekilde dağ başında bir yere ölüme terk edilmesini sağlar. Oradan geçen çobanlar çocuğu bularak Corinth kralı Poybus’un yanına getirirler. Polybus ve eşi kraliçe Merope’nin çocuğu olmamaktadır. Kral ve kraliçe çocuğu evlat edinirler ve Oedipus(19) sarayda büyür, yetişkin bir genç haline gelir. Oedipus, gerçek anne babasının Kral ve Kraliçe olmadığına dair bir söylenti işitir ve gerçekleri öğrenmek için Delphi kâhinine gider. Kâhin, Oedipus’un gerçekte kim olduğu sorusuna cevap vermez ama yazgılı olduğu geleceği söyler: Oedipus, babasını öldürecek ve annesi ile evlenecektir. Başına gelecek olanları engellemek üzere Corinth sarayını terk eden Oedipus, Thebes kentine giderken yolda içinde yaşlı bir adamı taşıyan araba ve hizmetkârlarıyla karşılaşır. Hangi arabanın önce geçeceği tartışılırken çıkan kavgada Oedipus arabadan inen yaşlı adamı öldürür. Aslında öldürdüğü adam babası kral Laius’tan başka birisi değildir. Yoluna devam eden Oedipus’un karşısına yoldan geçenleri durdurarak onlara bilmece soran, bilmeyenleri de öldüren Sfenks çıkar. Sfenks’in sorusu şudur: Sabah vakti dört ayağı, öğlen vakti iki ve akşam vakti üç ayağı üzerinde yürüyen yaratık kimdir? Oedipus soruyu: “Bebekliğinde emekleyen, erişkinliğinde iki ayağı üstünde, yaşlılığında ise baston kullanarak yürüyebilen tek varlık olan insan” diyerek yanıtlar. Sfenks sorduğu bilmecenin en nihayetinde çözülmesi üzerine kendisini öldürür. Oedipus, Sfenks’in ölmesi üzerine Thebai şehrinde halk tarafından coşkuyla karşılanır ve yeni kral olarak ilan edilir. Kraliçe Jacosta ile evlenen Oedipus dört çocuğa sahip olur. Ancak bu durum tanrıların öfkesini uyandırır ve kentin üzerine büyük bir veba salgını göndermelerine neden olur. Oedipus, salgının nedenini öğrenmek için Delphi kâhinine başvurur. Kâhin, Kral Laius’un öldürülmesi ile ilişkili olarak tanrıların gazabının uyandığını ve katilin bulunması gerektiğini söyler. Oedipus, katilin kim olduğunu öğrenmek için kör Kâhin Tresias’a başvurur. Tresias ona gerçekleri söyler ama Oedipus ona inanmak istemez. Gerçeğin peşine düşen ve Laius’un öldüren kişiyi bir dedektif gibi araştıran Oedipus sonunda acı gerçeğe ulaşır. Babasını kendisi öldürmüş ve öz annesi ile evlenmiştir. Halk kızgındır, felaketin başlarına gelmesinden Oedipus’u sorumlu tutmaktadır. Krallıktan azledilen Oedipus gözlerini kör eder ve yanında sadece kızı Antigon olmak üzere sefalet içerisinde yaşamına devam eder.
Tragedya, tanrısal istek olarak kabul edilen yazgı ile insanların yazgılarını değiştirme çabaları arasındaki tezatlığı işliyor, yazgıya karşı konulamayacağı sonucuna varıyordu. Freud, bazı hastalarının çözümlemelerinde erkek çocuğun ilk sevgi nesnesinin anne olduğu, babanın ise ortadan kaybolmasının (ölmesinin) istendiğine dair bazı işaretler görmüştü. Oedipus tragedyasının insanın seksüel gelişim süreci içerisinde yaşadığı çelişkileri ortaya koyan bir mitik eser olarak okunabileceğini düşündü. Düşlerin yorumu eserinde bu düşüncelerini şöyle ifade etmiştir: “Ve böylesi bir etmen Kral Oedipus’un öyküsünde gerçekten vardır. Onun yazgısı bizi yalnızca bizim yazgımız da olabileceği için etkiler; çünkü kehanet, tıpkı ona olduğu gibi, biz doğmadan, lanetini bizim de üzerimize göndermiştir. Belki de ilk cinsel itkimizi annemize ve ilk nefretimizi, ilk öldürme isteğimizi babamıza yöneltmek bizim de yazgımızdır. Düşlerimiz bunun böyle olduğunu bize kanıtlıyor. Babası Laius’u öldüren ve annesi Jocasta ile evlenen Kral Oedipus yalnızca bize kendi çocukluk isteklerimizin doyuruluşunu göstermektedir. Ama psikonevrotikler haline gelmediğimiz sürece cinsel itkilerimizi annemizden koparmayı ve babamıza duyduğumuz kıskançlığı unutmayı başarmakta ondan çok daha şanslıyız.”(20)
Freud, Sheakespeare’in ünlü eseri Hamlet’te benzer bir temanın işlendiğini söyler. Hamlet, babasını öldürerek annesi ile evlenen adamdan nefret eder. Babasının hayaleti Hamlet’e katlinin öcünü alma görevini vermiştir. Ancak Hamlet sanki iradesi felç olmuş gibi bir türlü yapması gerekenleri yapamamaktadır. Freud, Hamlet’in felç olmuş görüntüsüne neden olan vicdan azabının, babasını öldürüp annesiyle evlenen kralın yaptıklarının aslında tam da kendi yapmak istedikleri olmasıyla alakalı olduğunu söyler.
Freud, düşlerin yorumu eserinde iyi eğitimli, genç bir obsesyonel nevroz vakasından bahseder. Sokağa rastladığı birilerini öldürebileceği korkusuyla çıkamayan bu hasta, kentin bir yerlerinde işlenebilecek bir cinayete karşı kendi savunmasını hazırlamakla meşguldür. Analiz edildiğinde babasına karşı küçük yaşlarda duyduğu bir öfkeden ve yedi yaşında sözelleşen öldürme isteğinden bahseder. Freud bu itkinin muhtemelen çok daha küçük yaşlarda ortaya çıkmış olabileceğini düşünür. Babası öldüğünde otuzlu yaşlardadır. Bu yaştan sonra babasını öldürme isteği başkalarını öldürme isteği ile yer değiştirmiş, bir fobi haline dönüşmüş ve kendini suçlamalar başlamıştır. Vaka ile ilgili olarak son olarak şu sözleri söyler Freud: “Kendi babasını bir dağın tepesindeki uçurumdan aşağı atmayı isteyebilen bir insana, kendisine daha az yakın insanların yaşamı açısından hiç güvenilemeyeceğini düşünüyordu: kendini odasına kapatmakta çok haklıydı”(21)
Freud, Oedipus karmaşasının evrensel olduğunu düşünür ama bu karmaşanın psikonevrotikler haline gelmeyen çoğu bireyde aşılabildiği görülmektedir. Genital dönemin başlarında duyulan cinsel itkiler anneden kopartılabilmekte ve babaya duyulan kıskançlık unutulabilmektedir. Ne var ki aynı şeyi yaşamış bireyler olarak her birimizin içinde bu itkiler bastırılmış vaziyette doğal olarak bulunabildiğine şaşırmamak gerekir. Freud, 1919 tarihinde Düşlerin Yorumu eserinin ilgili bölümüne eklediği bir not ile Oedipus karmaşasının keşfinin “insan soyunun tarihine ve dinlerin ve ahlakın evrimine düşlenmemiş bir ışık tuttuğunu belirtir.”(22)

Freud, bazı hastalarının çözümlemelerinde erkek çocuğun ilk sevgi nesnesinin anne olduğu, babanın ise ortadan kaybolmasının (ölmesinin) istendiğine dair bazı işaretler görmüştü (Oedipus kompleksi).

Ruhsal aygıt modeli için ilk deneme
Freud, düşlerin yorumunun son bölümünde ruhsal aygıta dair bir model tasarlamak üzere ilk kez girişimde bulunmuştur. Adeta bir teleskobun optik sistemini oluşturan öğelerin art arda dizilmesi gibi, ruhsal aygıtı oluşturmak üzere algı, bellek, çağrışım sistemleri gibi öğelerin art arda dizildiğini düşünmüş, sistemler arasında enerji değerlerini artıran ya da azaltan sinirsel kökenli eksitasyon akımlarının aktığını öngörmüştür
Aygıtın temel çalışma prensibi uyarılma birikiminden kaçınmaya çalışmaktır. Bu uyarılmasızlık hali “haz” olarak, bir uyarılma birikiminin oluşması ise tersine “hazsızlık” olarak duyumsanır. Beden içinde meydana gelen içsel değişimler bir deşarj yolu olarak aygıtın emrinde bulunur. Freud, hazsızlıktan başlayıp hazzı hedefleyen akıma “istek” adını verir.(23)
Bu aygıtın birbiriyle ilişki halinde çalışan üç işlevsel bölümden oluştuğuna ilişkin “zihne dair topografik kuramı” bu kitabında açıklar. Zihin; bilinçdışı, bilinç ve ikisi arasında bir “paravan” gibi duran bilinç öncesi bölümlerinden oluşan bir yapıdır. Bilinçdışı, bilince kabul edilmeyen içeriğe ev sahipliği yapar. Bilinç öncesi ise kendisine ulaşan uyarılmaları bilince yönlendirmeden önce belli kuralları gözeterek sansürden geçiren işlevsel bölümdür. Bilinç öncesi, “dikkat” isimli hareketli yükleyici enerjiyi de emrinde bulundurur. Bilinç ise her şeyden önce ruhsal niteliklerin algılanması için bir çeşit duyu organı olarak görülmelidir.(24) Bu mekânsal bölünmenin amacının teoriyi anlaşılır kılmaya yönelik olduğunu, aslında zihnin içerisinde böyle mekânlar barındırdığını kastetmediğini de belirtir Freud.
Freud, Oedipus kompleksini açıkladığı Düşlerin Yorumu eserinden hemen sonra bu kompleksi gösterebileceği Dora takma isimli bir vakayı yayınlamak ister. Vakayı 1901 yılında analiz etmeye başlamış, ancak analiz hastanın devam etmemesi yüzünden çok kısa sürmüştür. Freud, dört sene bekledikten sonra 1905 senesinde vakayı yayınlamaya karar verir.

“Dora”, olgu sunumu
Freud, olgu sunumunda Dora ismi ile andığı hastayı 1900 yılının Ekim ve Aralık ayları arasında üç ay boyunca tedavi etmiştir. Arkadaşı Dr. Fliess’a yazdığı mektupta olgunun iki düş sahnesi etrafında örgütlendiğini ve makalenin aslında Düşlerin Yorumu’nun bir devamı niteliğinde olduğunu belirtir. Dora, Freud’un Oedipus karmaşasını üzerinde gösterme fırsatını bulduğu ilk vakadır. Gerçi analiz istediği gibi gitmemiş ve kız analitik açıklamaları onaylamayarak tedaviyi kısa süre içinde terk etmiştir. Freud, tabiri caiz ise, “şerden bir hayır” çıkarmış, Dora’nın analizi terk edişini, psikanalizi bambaşka bir yere götürecek olan “aktarım” (transferans) kavramını üretmekte kullanmıştır. Vaka 1905 yılında yayınlanmıştır.

Freud’a göre zihin; bilinçdışı, bilinç ve ikisi arasında bir “paravan” gibi duran bilinç öncesi bölümlerinden oluşan bir yapıdır.

Gerçek adı Ida Bauer (1882-1945) olan 18 yaşındaki hastanın Freud’a başvurduğu sıradaki başlıca şikâyetleri, nefes zorluğu, baş ağrısı, sinirsel öksürük nöbeti esnasında ortaya çıkan ses yitimi (afoni) atakları şeklindeydi. Babası mali durumu oldukça iyi olan bir iş adamıydı. Uzun bir süre akciğer tüberkülozu rahatsızlığı çekmiş, bir ara retina yırtılması nedeni ile tedavi görmüştü. Son rahatsızlığı ise Dora’dan dört yıl evvel Freud’a başvurmasına neden olan frengi hastalığının geç evrelerinde ortaya çıkan paralitik bir ataktı. Dora yetişme sürecinde ağabeyi ve babası ile yakın bir ilişki geliştirmişti, kendisini ev işlerine kaptırmış görünen annesi ile aralarındaki ilişki mesafeliydi. Akciğer rahatsızlığı olan babaya iyi gelen bir iklime sahip, Freud’un B. adı ile andığı bir kasabaya yerleşen aile burada başka bir aile ile (Bay ve Bayan K.) oldukça samimi bir ilişki içine girmişlerdi. İlişkileri ile bakışta yakın bir dostluk ilişkisi gibi görünse de zamanla Bayan K. ile Dora’nın babası arasında cinsel bir yakınlaşma geliştiği anlaşılmıştı. Bayan K. Dora’nın babasına akciğer rahatsızlığı geçirdiği dönemde bakımını üstlenen bir hemşire gibi yaklaşmış, annesi ise giderek artan bu yakınlaşmayı görmezden gelmişti. Bay K. ise Dora’ya aşırı ilgi gösteriyor, hediyeler ve çiçekler gönderiyor, onu gezintiye çıkartıyordu. Daha sonra aile sahibi oldukları fabrika nedeniyle Viyana’ya taşınmak durumunda kalmıştı. Ancak babasının söz konusu aile ile ilişkileri devam etmekteydi. Sık sık akciğer rahatsızlığını bahane ederek B kasabasına gidiyor ve burada bayan K ile buluşuyordu. Bir süre sonra K ailesinin de Viyana’ya taşındığı anlaşıldı.
Sonunda Bay K, Dora ile çıktıkları göl çevresindeki yürüyüş esnasında uygunsuz bir teklifte bulunmaya cüret etmiş, Dora adamın yüzüne bir tokat patlatarak oradan uzaklaşmış, sonra da bu durumu babasına ayrıntıları ile anlatmıştı. Bay K ile babası yüzleştiğinde adam yaptığı şeyi inkâr etmiş, babası da Dora’ya inanıyor gibi gözükmemişti. Freud, Dora’nın yetişme çağında Bayan K ile arasının çok iyi olduğunu biliyordu. Dora, K ailesinin evinde kaldığında yatak odasını Bayan K ile paylaşıyordu. Bayan K’nın sırdaşı ve evlilik yaşamındaki güçlükler hususunda akıl hocası olmuştu. Bayan K’ya duyduğu hayranlık, Bay K’ya yönelttiği taciz suçlamasına gösterdiği tavırla yıkılmıştı. Zira Bayan K, Dora’nın cinsel konularla fazlaca ilgili geniş bir hayal gücüne sahip olduğunu ileri sürerek kızı zan altında bırakmıştı. Bu olaydan sonra Dora’nın depresyonu ve tedirginlik nöbetleri artmış, intihar meyli göstermeye başlamış, bunun üzerine babası tarafından Freud’a tedaviye yönlendirilmişti.
Analiz esnasında Dora 14 yaşındayken Bay K ile yaşadığı başka bir taciz olayını anlattı. Bay K. ile odada yalnız kaldıkları bir anda adam Dora’yı sıkıca kendisine bastırarak dudaklarından öpmeye kalkmıştı. Dora ise bu eyleme karşı bir iğrenme duygusu ile karşılık vermişti. Freud, bu tepkiyi histerinin bir göstergesi olarak yorumluyordu. Gerçekte öpüşmede dudakların verdiği haz duygusu yadsınmış ve mide ile ilişkili tiksinti duygusu ile yer değiştirmiş gibiydi. Ayrıca kızın adamın sarılışı esnasında sertleşmiş erkeklik organının baskısını hissettiğine ve bu duyumun da cinsel uyarılma yaratmak yerine, tersine çevrilip yer değiştirerek göğüs bölgesinde sıkıntı verici bir baskıya neden olduğuna inanıyordu. Dora, bu olaydan sonra genel olarak (özellikle cinsel konular olmak üzere) bir tiksinme duygusunun etkisi altına girmiş gözüküyordu. Dora, babasını K ailesi ile ilişkisini kesmek için zorlamış, ancak babası kendisine hastalığı boyunca yardımcılık eden ve kocası ile arası bozuk olduğu için buhran yaşadığını ileri sürdüğü Bayan K’dan ayrılmak istememişti.
Dora, Bay K’nın kendisine ilgi göstermesine, babasının kendisinin Bayan K ile kurduğu ilişkiyi ödünlemek istercesine izin verdiğini, yani babası tarafından kötüye kullanıldığını ileri sürdü. Freud, analiz esnasında Dora’nın babasına olan hayranlığını, analitik tabirle babaya karşı geliştirdiği Oidipal tutkusunu ortaya koymaya çalıştı. Diğer yandan Dora, Bay K ile geliştirdiği ilişkide oldukça ikircikliydi. Bay K’nın sevgisine ve arkadaşlığına özlem duyuyor bir yandan da duyduğu güçlü onur duygusuyla bu tutkusunu bastırıyordu. Tutkusunu bastırırken yardımına koşan duygulardan birisi de babasına karşı duyduğu derin sevgiydi. Öksürük nöbetleri ise Freud’a göre Dora’nın oral döneme saplantısı ile ilgiliydi. Dora babasının akciğer tüberküloz hastalığı nedeniyle geçirdiği öksürük nöbetlerini sevgiyle taklit etmiş ve oral saplantı böylece ortaya çıkmıştı. Bay K’dan uzak olduğu üç ila altı haftalık zaman dilimlerinde duyulan özlem sonucu öksürük nöbetleri ortaya çıkıyor ve Bay K’nın geri dönmesiyle kayboluyordu. Son olarak da babasıyla özdeşleşmesi ve libidosunun ona yönelmesi ile birlikte öksürük nöbetleri baba ile birleşme arzusunun sembolü haline gelmişti. Freud’un çözümleme çabaları işe yaradı ve öksürük nöbetleri tedavi esnasında ortadan kalktı.

Dora’nın düşleri
Bu olguda Dora’nın iki düşünün analiz edildiği görülür. Freud, bu iki düş yorumunun, Düşlerin Yorumu (1900) isimli eserini destekler nitelikte olduğunu belirtmektedir.
Düşlerden ilkinde evde bir yangın çıkmıştır. Evden hızla çıkılması gereken anda, anneleri mücevher kutusunu yanına almak istediğinden tehlike büyümektedir. Baba, bu esnada devreye girer ve mücevher kutusu yüzünden çocuklarını tehlikeye atamayacağını bildirerek alelacele evden çıkmalarını sağlar. Dora düşten uyandığında burnuna bir duman kokusu geldiğini belirtmiştir. Freud, mücevher kutusunun (Bay K tarafından kendisine bir süre önce mücevher kutusu hediye edilmişti) Dora’nın vajinasını temsil ettiğini ve Bay K’nın sıkıştırmaları sonucunda bekâretinin tehlike altında olduğunu hissettiğini ileri sürer. Ancak düş, bu korkudan fazlasına işaret etmekte, aslında kızın cinsel yönden uyarılmış duyguların tesiri altında “mücevher kutusunu” teslim etme arzusuna yenik düşme endişesini yansıtmaktadır. Başka bir deyişle Dora’nın Bay K’ya karşı duyduğu cinsel arzunun bastırılması bu düşe yol açmıştır. Dora’nın uyandıktan hemen sonra duyduğu duman kokusu ise sigara içen bir erkeği öpme arzusunu yansıtır. Hem Bay K, hem babası hem de Freud sigara tutkunudurlar. Freud, seans esnasında Dora’nın kendisini öpme
fantezisi geliştirdiğini düşünür. Bu düşüncesi ise psikanalizde “aktarım” denilen, bilinçdışı bir şekilde duyguların “önemli kişilerin yerini tutan kişilere aktarılması” anlamına gelen kavramın şekillenmesinin ilk örneklerinden birisini oluşturur.

Freud, olgu sunumunda Dora ismi ile andığı hastayı 1900 yılının Ekim ve Aralık ayları arasında üç ay boyunca tedavi etmiştir. Dora, Freud’un Oedipus karmaşasını üzerinde gösterme fırsatını bulduğu ilk vakadır.

Düşlerden ikincisi ilkinden birkaç hafta sonra ortaya çıkmıştı. Dora, düşünde bilmediği bir şehirde, sokaklar ve meydanlarda dolaştığını, sonunda yaşadığı eve geldiğini, evde annesinin kendisine yazdığı mektubu bulduğunu görür. Annesi mektupta, babasının öldüğünü, isterse şimdi eve geri dönebileceğini yazmaktadır. Dora, istasyona gitmeye kalkar ve yolda gördüklerine istasyonun nerede olduğunu sorar. Herkesten aldığı cevap aynıdır: “Beş dakika”. Ardından önünde sık bir koru görür ve orada rastladığı bir adama sorar. Adam “iki buçuk saat daha” diye cevap verir. Kendisine yolda eşlik etmeyi teklif eder ancak Dora tek başına yürümeye karar verir. İstasyona ulaştıktan sonra kendisini evde bulur. Kapıyı açan hizmetçi kadın evde kimsenin olmadığını, annesi ve diğerlerinin mezarlıkta olduğunu söyler. Freud, düşün, Dora için babasından almak istediği öcü gerçekleştirmeye yönelik olduğunu anlar. Zira kız, babasına Bayan K’dan ayrılması için bir veda mektubu kaleme almıştır. Düşe göre, Dora evden ayrılmış, yabancıların arasına karışmış, kızının özlemine dayanamayan baba ise ölmüştür. Düşte içinden geçtiği koru ise Bay K ile gittikleri göl gezintisinde kaçmaya çalışırken karşılaştığı korudur. Düş ile aynı şekilde tesadüfen karşılaştığı birisine korudan geçerek eve ne kadar zamanda dönebileceğini sormuş ve “iki buçuk saat süreceği” cevabını almıştır. Düşte geçen istasyon (Bahnhof) ve mezarlık (Fricdhof-barış bahçesi) kelimeleri, “Vorhof” kelimesini yani düşte koru ile de temsil edilen kadın cinsel organının küçük dudak kısmını çağrıştırmaktadır. Buradan yola çıkılacak olursa, Dora kızlık zarının bozulmasını zorlayan bir adam (Bay K) ile ilgili bir düş görmüştür. Freud, kızın bu olayın gerçekleşmesinden dokuz ay sonra apandisit benzeri bir karın ağrısı çektiğini de öğrenmiş, bu ağrının histerik bir hamilelik belirtisi olduğunu düşünmüştür. Dora’ya yaşadığı düş kırıklığının Bay K’ya karşı duyduğu arzu ve bu arzudan dolayı hissettiği pişmanlık ile bağlantılı olabileceği yorumunu yapar. Dora’nın Bay K’nın teklifine karşı attığı tokat aslında kısa bir süre önce Bay K’nın mürebbiye ile yaşadığı benzeri bir ilişkiye karşı duyduğu kıskançlığın dışavurumudur. Bay K, mürebbiye ile birliktelik yaşadıktan sonra bir daha kadınla ilgilenmemiş ve işine son vermiştir. Dora ise Bay K’nın kendisine geçici bir heves ile bakıyor olmasından korkar. Korktuğu şey gerçekleşmiş, Bay K, Dora göldeki teklifini geri çevirdikten sonra derhal geri adım atmış ve beraberlik için (evlilik anlamına da gelmektedir) ısrarlarını sürdürmemiştir. Bay K, babası ile yüzleştirildiğinde ise bahsedilen teklifin Dora’nın hayal gücünün ürünü olduğunu ileri sürmüştür. Dora, Bay K’nın boşanarak kendisine geri dönmesi için beklemek istemiş ve arzusunun gücü dokuz ay sonraki yalancı hamilelik deneyiminde kendisini göstermiştir.
Dora ikinci düşün çözümlenmesi esnasında henüz iyileşmemiştir ancak yine de tedaviyi kesmek ister. Freud bu karar karşısında üzülür. Zira analiz oldukça iyi gidiyor gibi görünmektedir. Dora’nın tedaviyi yarım bırakmasını, Bay K’nın yerine geçeni olarak kendisini görmesini, buna karşın beklediği sevgi ve onayı alamamasına bağlar. Bu aktarımı ve direnci iyi görememiş ve zamanında yorumlayamamıştır. Diğer yandan Dora’yı kendisine bağlayacak sevgiyi vermekten tedavi prensipleri gereği kaçınmıştır.
Freud’un olgu sunumundan sonra yazdığı notlar arasında “aktarım” olgusuna (vaka dolayısıyla) değinildiği görülür. Aktarımı şu sözlerle tarif eder Freud: “Aktarım nedir? Çözümlemenin ilerleyişi sırasında uyandırılan ve bilinçli hale getirilen itki ve düşlemlerin yeni basımları ya da kopyalarıdır. Ama türlerine özgü olan bir garipliğe sahiptirler, daha önceki bir kişilik ile hekimin kişiliğini değiştirirler. Başka bir biçimde söylersek: Tüm bir ruhsal yaşantı dizisi, geçmişe aitmiş gibi değil de o anda hekimin kişiliğine uygunmuş gibi yeniden canlandırılır.” Freud, böylece çağrışımları izleyerek bilinçdışı düşünceleri anlaşılır kılma çabasının yanına yeni bir mücadele alanı koymuş olur. Bütün analiz süreci esnasında bir yandan da aktarım oluşumu gözlenecek ve çözümlenecektir. Aktarım, nevrozun çözümünde yalnızca üstesinden gelinmesi gereken bir baş belası gibi görülmemelidir. Tam aksine nevrozun yapısını anlamak için hastanın sunduğu bir ipucudur ve iyi çözümlendiğinde hasta o güne değin yapılandırılmış bağlantıların geçerliliğine ikna olabilecektir. Aktarım hekimin daha fazla çaba göstermesi gerektiği anlamına gelmediği gibi bazılarının ileri sürebileceği üzere hastaya zararı olacak bir sürecin etkinleşmesi anlamına da gelmez. Freud, Dora vakasında aktarım belirtilerine gereken dikkati veremediğini ve muhtemelen bu yüzden tedavinin devamını sağlayamadığını itiraf eder. Dora, başlangıçta Freud ile babasını kıyaslar gibi görünmektedir ancak ilk düşten sonra aktarımın yönü değişir ve Freud, kızın gözünde Bay K’nın yerine geçeni olmaya başlar. Bunun sonucu da Dora’nın Bay K’dan öç almasına benzer şekilde terapiyi terk etmesidir.

DİPNOTLAR
1) Freud S. Metapiskoloji Payel yayınları s.236 2002

2) Düşlerin yorumu II,S.52

3) S.Freud: Düşlerin yorumu I,Payel yayınları 2001 s.210.

4) id:alt benlik,benlik anlamındaki egodan farklı olarak arzuların ve dürtülerin kaynaklandığı ve birincil sürecin işlerlikte olduğu ruhsal kompartman

5) S.Freud.Düşlerin yorumu I,sayfa 212-213

6) aynı kitap s.267

7) aynı kitap s.268

8) S.Freud.Düşlerin yorumu II,Payel yayınları s.39-43

9) süper-Ego:üst benlik;kişinin ahlaki görüşlerinin yer aldığı ruhsal yapının eleştirel katmanı

10) Freud ,S. Düşerlin yorumu II s.231-232

11) Freud S, Düşlerin yorumu II S.160

12) Freud S, Düşlerin yorumu II s.159-160

13) Freud, S.Düşlerin yorumu II,s.84-89

14) aynı kitap s.131

15) aynı kitap s.140

16) Freud, S. Düşlerin yorumu II s.105-109

17) aynı kitap s.127

18) Freud S.Düşlerin yorumu II. S.139-140

19) Oedipus, Yunanca “ayakları şiş” anlamına gelmektedir. Çocuğun bilekleri birbirine bağlı olduğu için ayakları şiş görünür ve çobanlar ona bu adı verirler.

20) Düşlerin Yorumu Freud S. Payel yayınları 1996 cilt 1 s.311

21) Düşlerin Yorumu Freud S. Payel yayınları cilt 1 s.309

22) Düşlerin Yorumu Freud S. Payel yayınları cilt 1 s.312

23) Freud,S. Düşlerin yorumu II s.315

24) aynı kitap s.329-330