Muayyen Günler – Menstrüasyonun Gerçek Hikayesi
Kate Clancy, Çev. Özde Duygu Gürkan, Metis Bilim, 2024, 306 s.
İnsanların yaklaşık yarısının, hayatları boyunca yüzlerce defa yaşadığı regl süreci hakkında tam olarak ne biliyoruz? Bildiklerimiz neden bu kadar kısıtlı ve muğlak? Bu sorulardan yola çıkan biyolojik antropolog Kate Clancy, günümüzde hâlâ birçok toplumda fısıltıyla konuşulan ve gizlenmeye çalışılan menstrüasyonu hem biyolojik açıdan hem de toplumsal ve kültürel açılardan ele almayı amaçlıyor. Menstrüasyon neden ve nasıl gerçekleşir? Evrim sürecinde insanlığa nasıl bir katkısı olmuştur? “Normal regl döngüsü” diye bir şey var mıdır? Bedenin enerji mekanizması, bağışıklık sistemi ve psikososyal stres faktörleri regl döngüsünü nasıl etkiler? Gelecek, menstrüasyon için ne gibi yenilikler ve bakış açıları getirebilir? Menstrüasyonu bireysel bir tecrübe olarak değil toplumsal bir mesele olarak gören Clancy şöyle diyor: “Umarım bu kitabı benim yazdığım kadar hevesle okursunuz, rahmin failliğine ve uyum sağlama becerisine dair öğrendiklerinizden keyif alırsınız ve en azından menstrüasyona ve menstrüel onarıma karşı biraz saygı duymaya başlarsınız. Umarım menstrüasyonla ilgili yanlış kanıları açığa çıkarmak söz konusu olduğunda iktidar, toplumsal cinsiyet ve ırk arasındaki bağlantıların ne kadar girift olduğunu görürsünüz. Yazdıklarımın, bedensel özerklik için mücadele ettiğimiz ve radikal gelecekler hayal ettiğimiz bir dünyanın neye benzeyebileceğine dair yeni fikirlerin yetişeceği bereketli bir toprak sunmasını diliyorum.”
Radyasyon fizikçisi Yüksel Atakan’dan iki yeni kitap
Bilim ve Gelecek dergisinde de sık sık yazılarınızı okuduğunuz fizik yüksek mühendisi Yüksel Atakan, kendi alanıyla ilgili iki yeni kitabıyla okurlarıyla buluşmayı bekliyor. Bunlardan ilk kitap Kasım 2023 tarihinde yayımlanmış olan “Olumlu ve olumsuz yanlarıyla Güneş ve Rüzgar’dan elektrik bedava ve tertemiz mi?” Yazar bu kitabında güneşten elektrik elde edilmesi ve enerji elde edilmesi için yapılan girişimlerden gelecekte doğabilecek bir dizi olumsuzluklara dikkati çekerek, yetkilileri uyarmak ve halkı doğru bilgilendirmek amacıyla kaleme aldığı ve çeşitli dergilerde yayınladığı makaleleri toplu halde okura sunuyor. Yazar, gelecekte yaşanabilecek enerji krizine karşı açıklık getirme amacı taşıyor.
İkinci kitap geçtiğimiz ay yayımlanmış olan”Nükleer reaktörlerin radyasyon güvenliği nasıl artırılarak kaza riski sıfıra yaklaşıyor?” Yazar bu kitabında ise, nükleer reaktörlerin kurulabilmesi için uluslararası standartlara göre, ne gibi kalite kontrollerinin yapılmasını örneklerle okura sunuyor. Yazar nükleer enerji konusunda daha önce yazdığı yazıları topladığı bu kitabında, konu ile ilgili doğru bilinen yanlışların okura aktarılması gerektiğini savunuyor.
Mükemmel Duyu – Burnunuzu Asla Küçümsemeyin
Anna D’errico, İletişim Yayınları, 2024, 239 s.
Koku alma, diğer duyularının yanında “üvey” evlat muamelesi görür. Gündelik rutinler açısından düşünürsek, örneğin görmemenin daha büyük engeller çıkaracağı açıktır kuşkusuz, fakat pandemi zamanlarından hatırlanacağı gibi koku duyusunun kaybı diğer pek çok problemin yanında ciddi bir sorundu ama o kadar da önemsenmedi. Anna D’Errico’nun Mükemmel Duyu’su bir yandan burnun üvey evlatlık statüsünü fiziksel yapısını titizlikle ortaya koyarak tartışmayı amaçlıyor. Öte yandan burnun hatıralarla iç içeliğine, tat ile bağına, sözgelimi kızarmış ekmek kokusunun kişiyi anılarda çıkardığı yolculuğa, o kokuyu bir mekân veya olayla eşleştirmeye değiniyor. Kokunun toplumsal rolünü de hesaba katıyor. Kötü ve hoş kokulara ilgi duyan, kokuların neden duyulduğunu merak eden, koku bilimiyle ilk defa karşılaşan, belki de bir tutku ya da bir heves nedeniyle öncesinde bu bilimle tanışmış ve daha fazlasını öğrenmek isteyen herkese hitap etmeyi amaçlıyor.
Yenilenme Nedir?
Jane Maienschein, Çev. Murat Havzalı, Alfa Yayıncılık, 2024, 148 s.
Jane Maienschein ile Kate MacCord bu kitapta yenileyici tıp, gelişimsel biyoloji ile nörobiyolojinin yeni araçlarının ve iklim değişikliğinin ekosistemlerde yarattığı hasarı ivedilikle onarma gereksinimi ışığında bir dizi derin ve kışkırtıcı soru ortaya atıyor: Kimi mikrobiyomların yenilenmesini olanaklı kılarken başkalarını kılmayan koşullar nelerdir? Ormanlar neden yangınların ardından zaman zaman yenilenirken bazen de yenilenmez? Gezegenimiz, İnsan Çağı olarak adlandırılan dönemdeki iklim değişikliğinde yenilenip sağlığına bir kez daha kavuşabilir mi, yoksa küresel ekosistemimizin sonu mu geldi? Konuya hem bilim tarihi ve felsefesi hem de pratik biyoloji açısından açıklamayı amaçlıyorlar.
Kalp: Bir Tarihçe
Sandeep Jauhar, Çev. Yeşim Seber, Yapıkredi yayınları, 2024, 280 s.
Kalp: Bir Tarihçe, hayatın motoru olduğu kadar her türden duyguyu barındıran en önemli organı tüm yönleriyle ele alan bir kitap. Bir yandan tıp doktorları ve bilim insanlarının giriştikleri kimi tabu yıkıcı deney ve keşiflerin öyküsünü anlatırken bir yandan da bu büyüleyici organın yapısına ve işleyişine açıklık getiriyor. Bununla beraber özellikle modern tıbbın olağanüstü başarılarının yanında yetersiz kaldığı noktalara da işaret ediyor. Kalp hastalıklarının halen en önemli kamu sağlığı sorunlarından biri olduğunu belirten yazar, kişisel deneyim ve gözlemleri kadar geniş çaplı araştırma sonuçlarına da yer veriyor. Böylece meselenin sadece teknolojik ilerlemeyle çözülemeyeceğini savunarak toplumsal sorunlara ve günümüz insanının ruh haliyle yaşam tarzına da dikkat çekiyor.
Dinozorların Yeniden Keşfi – Bilimsel Bir Devrim Tarihi Nasıl Yeniden Yazıyor?
Michael J. Benton, İrene Kitap, 2024, 392 s.
Dinozorlar, dünya tarihindeki gelmiş geçmiş en ilgi çekici ve gizemli yaratıklardan biridir. Dinozor temalı kitaplardan filmlere, modern kültürü şekillendirmeleri bir yana, bilim camiasını da uzun süredir meşgul ediyorlar. Dinozorlar hakkında bir sürü teori ortaya atılıyor, öyle ki bunlar zaman zaman Jurassic Park’ın da dahil olduğu komplo teorilerine bile dönüşüyor. Oysa, son yıllarda elde edilen yeni bulgular ve teknolojik ilerlemeler sayesinde bilimin artık dinozorlara dair hemen her soruya bir cevabı var: Tüyleri ne renkti? Ebeveyn bakımı nasıldı ve neyle besleniyorlardı? Nasıl hareket ediyor ve koşuyorlardı? Soyları neden ve nasıl tükenmişti? En önemlisi, onları geri getirebilecek miyiz? Paleontolog Michael J. Benton Dinozorların Yeniden Keşfi’nde sadece bu soruları cevaplamakla kalmıyor; dinozorların hayatları, evrimleri ve bilimsel araştırmalardaki son keşifler hakkında da bir öykü anlatıyor. En son paleontolojik kanıtları bir araya getirerek dinozor araştırmalarının spekülasyondan nasıl bilimsel bir alana dönüştüğünü açıklamaya çalışıyor. Çin’den Patagonya’ya, Burma’dan İngiltere adasına, renkli görseller ve 120’den fazla dinozor çizimiyle bu canlıların peşinde, dinozor meraklılarına bir okuma deneyimi sunmayı hedefliyor.
Yapay Zekâya Direnmek – Antifaşist Bir Yaklaşım
Dan Mcquillan, NotaBene Yayınları, 2024, 200 s.
Her ne kadar doğuşu 2. Dünya Savaşı yıllarına uzansa da, yapay zekânın gündelik hayatlara girişi yeni yeni başlıyor. Bunun sonuçlarının ne ve nasıl olacağına dair tartışmalar da hızla gündemi kaplamaya başladı. Bu durum bazı yönleriyle 1990`lı yılların başlarında bilgisayarın gündelik hayata girişine benzer boyutlar taşıyor. Üretimin esnekleştirilmesi ve hızlandırılması, toplumun sosyolojik olarak değişimi, işçi sınıfının iç bileşiminin değişimi, finansallaşmanın gündelik hayatımıza dâhil olması, bilginin metalaştırılması gibi çok önemli değişimler ve tartışmalar bu teknolojik atakla birlikte o yıllarda gündemi işgal etmişti. Yaklaşık 30-35 yıl sonra, şimdi de yapay zekâ benzer şiddette bir dizi değişim ve tartışmayı beraberinde getirecek gibi duruyor. Yakın zamanda yapay zekânın işlevleri, onunla neler yapılabileceği ve ortaya çıkabilecek “olumlu” değişikliklere dair bir dizi kaynak yayımlandı, sosyal mecralarda çeşitli görüşler yer aldı. Ancak yapay zekânın eleştirel bir gözle bütünsel bir değerlendirmeye tabi tutulduğu çok az çalışma mevcut. Dan McQuillan, “Yapay Zekâya Direnmek” ile tam da bunu yapmaya çalışıyor. Yazar, bununla da yetinmeyerek yapay zekânın olumsuz yönlerinin tarihsel izlerini sürüyor ve faşizmden aldığı miraslarla başa çıkabilmek için neler yapılabileceğine ilişkin bir bakış açısı üretmeye girişiyor. Artık yapay zekâ her yerde var olacak. Fakat bununla birlikte yapay zekâ topluma düzeltilemeyecek şekilde zarar verme potansiyelini de barındırıyor. Yapay zekâ, mevcut krizlerimizi ele almaya yardımcı olmak yerine, insanların yaşam şanslarını sınırlayan bölünmelere neden olabiliyor ve hatta toplumsal sorunlara faşizan çözümler önerebiliyor. Bu kitap, yapay zekânın derin öğrenme teknolojisinin ve siyasi etkilerinin bir analizini sunuyor ve küresel kemer sıkma politikalarından aşırı sağın yükselişine kadar çağdaş siyasi ve toplumsal akımlarla nasıl yankılandığının izini sürüyor. Dan McQuillan, bu eserinde önemli bir çağrı dile getiriyor. Yazar, bildiğimiz hâliyle yapay zekâya direnmemiz ve algoritmik optimizasyon yerine ortak faydaya öncelik vererek onu yeniden yapılandırmamız gerektiğini yüksek sesle vurguluyor.
Tarımda Kapasite Geliştirme ve Verimlilik
Cuma Yıldırım, Yeni İnsan Yayınevi, 2024, 188 s.
Bugün Türkiye’de tarım yapan üretici sayısı hızla düşüyor ya da yaşlanıyor. Başta mazot ve gübre olmak üzere girdi maliyetleri yakalanamayan bir hızla artıyor. Madencilik ve enerji sektörü başta olmak üzere, turizm ve şehirleşmeyle de tarım alanları daralıyor. Tarımsal ürünlerde fiyatı düşürmek için ithalatı özendiren politikalar hayata geçiriliyor. Köylü ürününü iyi fiyata satamıyor, neredeyse maliyetine vermeye razı duruma düşürülüyor. Büyük bir hızla derinleşen iklim krizi, daha önce görülmeyen güçte afetlere ve dolasıyla hasatta altından kalkılamaz azalmaya neden oluyor ve gelecek senenin hasatı için ümitleri kırıyor. Tarım politikaları köylüye, üreticiye hizmet etmek, onu desteklemek yerine, neoliberal politikalara teslim olmuş durumda. Geçimini tarımdan sağlayan nüfus, üretimden koparak kentlere yığılıyor, açlık sınırının altındaki asgari ücrete ve kötü çalışma koşullarına mahkum oluyor. Azalan köylü nüfusu, azalan üretim, artan fiyatlar ve ithalata dayalı bir gıda politikasına dönüşüyor. Verimlilik de tarımsal üretim de ayrı bir sorun. Türkiye verimlilikte Avrupa ortalamasının çok gerisinde. Yeniliğe kapalı, öğrenmeye meraklı olmayan ve çağın getirdiği teknolojik imkânları kullanmayan ve hesap kitabı iyi yapamayan üretici, verimsiz üretime mahkûm oluyor. Ama bu verimsiz üretim, görünmez emekle şimdilik sürse de geleceğe dair umut vermiyor. Bu kitap, gıda arzının sürekliliği ve halk sağlığının korunması bakımından stratejik öneme sahip tarım sektöründe sorunların tespiti ve kalıcı çözümü için veri temelli politika yapımına olan ihtiyacı karşılamayı hedeflemektedir.
Hilekâr Hücre: Kanseri Anlayıp Tedavi Etmemize Evrim Nasıl Yardımcı Olur?
Athena Aktipis, Çev. Mehmet Doğan, Koç Üniversitesi Yayınları, 2024, 264 s.
Kansere neden olan etkenler düşünüldüğünde evrim ilk akla gelenler arasında değildir. Oysaki evrim ve kanser yakından ilişkilidir. Dünya’nın uzun tarihi içinde yaşamı mümkün kılan süreçler kanserin de yaratıcısıdır. Kanserin evrimsel kökenlerinin anlaşılması bize kanser tedavisinde daha etkili, devrim niteliğinde çözümler bulma şansı verebilir. Hilekâr Hücre’de Athena Aktipis kanser ile evrim arasındaki sıra dışı ilişkiyi anlayabilmek için milyarlarca yıl geriye giderek tekhücreli yaşamdan çokhücreliliğe geçişin izlerini sürüyor. İşbirliği içindeki hücrelerden bazıları, hilekâr olanlar, kaynakları aşırı kullanmaya, kontrolsüz çoğalmaya başlar. Sonuç kanserdir. Kanserin her yerde karşımıza çıkması evrimin bir sonucudur ve çokhücreli yaşam devam ettiği müddetçe kanser de varlığını sürdürecektir. Öyleyse kanseri tedavi etmekten vazgeçmemiz mi gerekiyor? Aktipis, kansere başka bir mercekten bakmayı öneriyor. Hastalık hemen yok edilmesi gereken bir düşman değil, uzun vadede kontrol altında tuttuğumuz bir yoldaş olabilir. Kanserin biyolojik geçmişimizin, bugünümüzün ve geleceğimizin parçası olduğu ve evrime karşı vereceğimiz bir savaşı kazanmamızın mümkün olmadığı gerçeğini kabullenirsek, kanser tedavileri daha akılcı, daha stratejik ve daha insani olabilir. Hilekâr Hücre kanserin temel doğasını ve kanserle olan ilişkimizi yeniden düşünmeye davet ediyor.
İmgelenen İmgesel ve Simgesel
Maurice Godelier, Çev. Umut Can Gökduman, Heretik Yayıncılık, 2024, 182 s.
Hiç kuşku yok ki mitlerde ve dinlerde imgelenen şey, buna inananlar tarafından asla salt bir imgelem olarak düşünülmez, tersine, gündelik yaşamda deneyimlenen gerçeklikten bazen daha gerçek olarak algılanır. Eğer böyleyse, gerçek olandan daha gerçek olan bu imgesel nedir? Ve elbette bu durumda, gerçek nedir? Lévi-Strauss “gerçek”, “simgesel” ve “imgesel” olanın “üç ayrı düzen” olduğunu ileri sürse de Maurice Godelier bu çalışmasında, gerçek olanın simgesel ve imgesel düzlemlerden ayrılamayacağını maharetle gösteriyor. Kutsal törenler, nesneler ve mekânlar, insanlığın bir kısmı için Tanrı’nın, tanrıların ya da ruhların varlığının gerçekliğine ve dolayısıyla da hakikative tanıklık etmiyor mu? Simgesel; düşüncenin ötesine geçerek tüm bedeni, bakışları, jestleri ve bir o kadar da tapınakları, sarayları, araç-gereci, yiyecekleri, dağları, denizi, gökyüzünü, yeryüzünü istila eder ve harekete geçirir: Simgesel gerçektir. Bu çalışma hiç şüphesiz bizi sosyal bilimlerin kalbine götürüyor. Çünkü imgeselin ve simgeselin doğası ve rolünü sorgulamak, toplumsal yaşamın başlıca bileşenlerini ve insani varoluşun temel veçhelerini de sorgulamaktır. İnsanlar gerçeği nasıl üretir? İmgesel olan hangi yollarla gerçek statüsü kazanır? Gerçeği simgeselden ya da imgeseli simgeselden ayırt etmek mümkün müdür? Simgeler simgeledikleri şeylerden daha mı gerçektir? Son dönem Fransız antropolojisinin en üretken ve en tanınmış isimlerinden Maurice Godelier, sadece kendi disiplini antropoloji içerisinden değil, felsefe ve tarih gibi alanlarda da sorgulamayı sürdürerek bu türden çetrefilli sorulara yanıt arıyor.
Estetik
Nicolai Hartmann, Doğu-Batı, 2024, 704 s.
20. yüzyılda estetik üzerine yapılan klasik çalışmalardan biri Nicolai Hartmann’a aittir. Hartmann bu son yapıtında kapsamlı bir güzellik kuramı ortaya koyar. Bu kuram aynı zamanda bakmanın, beğenmenin, görmenin, uzun uzadıya seyretmenin ve haz almanın ayrıntılı bilgisini verir. Yaşadığımız dünyada bu bilgi, çevremizde olup biten her şeye karşı bir duyarlılık geliştirme, bir form duygusu kazanma, üzerinde çalışılan alan ne olursa olsun estetiği ilgilendiren tüm ortak ögelerde derinlikli bir sistem kurma idealidir. Hartmann başta Aristoteles, Kant, Schelling, Hegel ve Schopenhauer olmak üzere geçmişin düşünürleriyle sürekli diyalog halindedir. Shakespeare, Rembrandt gibi isimlere ve Antik Çağ sanatına sıklıkla atıfta bulunur, buradan kendi özgün fenomenolojik yaklaşımını geliştirir. Çözümlemelerinde sanattaki hakikati, sanatın değerini ve sanat ile ahlâk ilişkisini ele alır. Hartmann’a göre estetik metafizik bir kavram değil ontolojik bir değer olarak gün yüzüne çıkar, onun kaynağı tinde değil görünümde, gördüğümüz nesnede aranmalıdır.
Pompeius’un Yetkisi Üzerine
Cicero, Çev. Begüm Kaynakoğlu, Pinhan Yayıncılık, 2024, 72 s.
Cicero, Pompeius’un Yetkisi Üzerine adlı söylevinde, VI. Mithridates`e karşı yapılacak olan savaşı yönetme yetkisinin Pompeius’a verilmesine ilişkin yasa önerisini savunmaktadır. Cicero, bu savaşın önemini vurgulayarak, bu yetkinin verilmesinin Roma`nın güvenliği ve çıkarları için gerekliliğine dikkat çeker. Cicero`nun bu söylevi, o dönemdeki politik ortamı, Romalıların güvenliği için gerekenleri ve Pompeius’un liderlik yeteneklerini vurgulamaktadır. Pompeius`un daha önceki zaferleri ve deneyimleri üzerine odaklanarak, onun VI. Mithridates`e karşı yapılacak savaşın liderliğini üstlenmesinin Roma için en iyi seçenek olduğunu savunur. Ayrıca, Pompeius`un cesareti, adil yönetimi ve askeri dehasıyla Roma`nın düşmanlarına karşı başarılı olabileceğine dikkat çeker. Cicero, Pompeius`un Roma`nın kurtuluşunu sağlayacak lider olduğunu ve bu görevi başarmak için gerekli yetkiyi alması gerektiğini vurgular. Bu övgülerle, Cicero, Pompeius`a savaş yetkisi verilmesi yönündeki yasa önerisini desteklemektedir.
Sanat Bilmenin Bir Yoludur
Pat B. Allen, Çev. Şeyma Çavuşoğlu, Sola Unitas, 2024 232 s.
Pat B. Allen, “Sanat Bilmenin Bir Yoludur” kitabında, sanatın öğrenmenin ve gelişmenin güçlü bir aracı olduğunu gösteriyor. Bu eser, herkesin sanatı kullanarak kendini daha derinden anlama ve ifade etme yolunu bulmasına yardımcı olmayı amaçlıyor. Allen, sanatın sadece yaratıcılığa değil, aynı zamanda içsel dönüşüme ve iyileşmeye de hizmet ettiğini özellikle vurguluyor. “Sanat Bilmenin Bir Yoludur”, insanın potansiyelini ortaya çıkarmak için pratik egzersizler sunarken, aynı zamanda Allen`ın kendi deneyimlerinden ve öğrencileriyle yaptığı çalışmalardan ilham alıyor. Allen`ın üslubu, okuru sanatın derinliklerine doğru bir keşif yolculuğuna çıkarırken cesaret ve ilham da vermeyi hedefliyor.
Ateizmin Ruhu – Tanrısız Bir Maneviyata Giriş
Andre Comte Sponville, İletişim Yayınları, 2024, 176 s.
Dinden vazgeçilebilir mi? Tanrı var mıdır? Ateistler maneviyatı reddeder mi? André Comte-Sponville, Ateizmin Ruhu’nda bu soruları açık yüreklilik ve cesaretle yanıtlamaya çalışıyor. İlahiyatçıların ve felsefecilerin Tanrı’nın varlığına dair sunduğu kanıtları ele alıp kendi ateizminin temellerini ortaya koyuyor. Laiklik, sevgi ve hoşgörünün insanları birleştirecek asli zemin olduğunu savunuyor, bizi kendi varlığımızda hakikati bulmaya çağırıyor. Düşünür, manevi yaşama da bu dünyaya da açık, sorgulayan, insani değerlere ve sevgiye kök salmış, adaleti ve merhameti temel alan bir ateizmi savunuyor.
Duygulanım Kuramları
Kolektif, Alef Yayınları, 2024, 492 s.
Duygulanım Kuramları, 2000’li yılların başından bu yana toplumsal düşünceyi derinden etkilemekte ve dönüştürmekte olan duygu/duygulanım araştırmalarına dair tüketici olmayan ama son derece kapsamlı bir çalışma. Kitabın derleyicilerinin de belirttiği üzere, duygulanıma dair genelleştirilebilir ya da tek bir kuram henüz bulunmamakta ve kuvvetle muhtemel –şükürler olsun– hiçbir zaman da olmayacak. Kitapta yer alan yazılar bizi fenomenoloji, psikanaliz, psikoloji, Kartezyen sonrası felsefeden Marksizm, feminizm ve bilim ve teknoloji çalışmalarına kadar uzanan geniş bir yelpazede birbirinden oldukça farklı kuramsal çerçevelerde ele alınan duygulanım çalışmalarıyla tanıştırıyor. Derlemede yer alan makaleler, duyulanım çalışmalarının sağladığı kuramsal avadanlıklarla deneyime ve deneyimin bedensel veçhelerine dair ayrıntılı bir yaklaşım geliştirmek üzere seferber edilmiş. Çoğu Spinoza esinli bu yazarlara göre deneyimin özünü oluşturan ve hem öznelliği hem de nesnelliği önceleyen duygulanım gayri şahsidir; bedenin etkileme ve etkilenme kapasitesiyle imlidir. Bu çalışmalar bizi tüm maddiliği ile dünyanın his ve anlamını ayrıntılı bir biçimde betimleme gayretine ve yaşantılanan gerçekliğin zengin katmanlarına daha keskin bir dikkatle bakmaya, eldeki kavramların kısıtlarını aşmaya dair özene ve tefekküre çağırmaktalar.