Ana Sayfa Dergi Sayıları 246. Sayı İcazetnameli doktor – diplomasız hekim, yahut tanburdan zenbur sesi çıkartmak

İcazetnameli doktor – diplomasız hekim, yahut tanburdan zenbur sesi çıkartmak

17
0

Dr. Şeref Etker

 “Zad fi’t-tanbur nağmeten uhra” eski dile girmiş bir özdeyiş: Tanbura yenilerde bir nağme daha eklendi; amiyane tabirle “Hayda, bir de bunu mu çıkardılar!” anlamında kullanılırdı. Bu deyişi bize anımsatan, bir koleksiyoncu-yazarın diplomalı tıp doktorlarının icazetli hekimlerle bir tutulamayacağını ileri sürerek başlatmaya çalıştığı garip tartışma oldu.(1) Yazara göre, “Sağlığı bozulan bir insanın ruhuna hitap ederek, onu her şeyden önce manevi anlamda iyileştirerek tedaviye başlayan kadim tıp anlayışının öznesi ‘hekim’dir…” (s.10). Hekim dediğinizin de icazetnamesi vardır. “Hastasını sadece gelişmiş makineler ve yapay ilaçlar yoluyla tedavi eden modern tıbbın öznesi ise ‘doktor’dur”. Bu ne idüğü belirsiz doktorun ise anca diploması olur!

Yazara bakarsanız hekim ile doktor aynı meslekten değildir: “Hekim kelimesi ile doktor kelimesinin içeriği farklı iki tür tıp adamı profili ortaya koyuyor. Elbette onların yaptıkları tahsil sonunda aldıkları belgenin anlamı da yaptıkları ilmin kendisi kadar birbirinden farklı olacaktır” (s.115). Ne ki, Osmanlı dönemi Tıbbiyesinin müfredatı tekdir; mezunlarına bütünleşik bir icazetname ve diploma verilmektedir. Özel anlamlar yüklenen icazetnamelerde hekim unvanı geçmez: Tıbbiyeden icazetname almış doktorlar vardır, ama hekim yoktur. Eski diploma koleksiyonerleri henüz Doktor unvanı taşımayan bir hekimlik icazetnamesi bulamamışlardır!

İcâzetli Hekim Diplomalı Doktor kitabının yazarı daha önce yayımladığı bir albümde diploma için, “daha önceleri icâzetname ya da şahâdetname olarak adlandırılan belgenin günümüzdeki adı” olarak nitelemiş ve koleksiyonundaki “ruhsat veya diploma anlamına gelen icâzetname” görsellerini ve dil içi çevirilerini vermiştir.(2) Örnek belgelerden birinin sağ yarısının (Türkçe) icazetname, sol yarısının (Fransızca) diploma olması yazarın kafasını karıştırmıştır. İlk yayında “Devlet-i Aliyye-i Osmaniye antetli bu icâzetname ilginç bir şekilde tarihsizdir” denilirken,(3) yeni yayında ise “1897 tarihli Dârü’l-Ulûm-i Hikemiye Mekteb-i Tıbbiye  İcâzetnamesi” olduğu belirtilmiştir.(4) Dr. Vasfi Edhem’e Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şâhâne İcazetnâmesi yanında “ayrıca” bir Fransızca Diploma (Diplôme de Docteur) verildiğini sanan yazar, aynı belgeyi başka bir yerde “yan yana iki dilli tıp icâzetnamesi” olarak tanıtmıştır.(5) Belgenin Fransızca bölümündeki Miladi 1897 yılını alıp Rumi (16 Nisan 1313) ve Hicri (26 Zilkade 1314) tarihleri herhalde belgenin diploma tarafında kaldığı için, dikkate alınmamıştır.

Kitapta “hayvan tıbbı” (s.126, dn 74) denilen veteriner hekimlik dışında, eczacı ve dişçilere, ziraatçilere, hatta İnas Darülfünunu edebiyat ve matematik bölümü mezunlarına icazetnameler verildiği olgusu da göz ardı edilmiştir.(6)

İdiyosinkratik bir icazetname tanımı
Yazar, “Tıbbiye diplomaları” için icâzetname kelimesinin kullanılmasının, “görünüşte zor fark edilecek kadar küçük, fakat esasta Müslüman duyarlılığını göstermesi açısından oldukça büyük bir ayrıntı” olduğuna inanmıştır (s.120). Bu belgelere “şahâdetnâme” yerine icâzetname denilmesinin birinci sebebi: tıp ilminin “tıpkı hadis, fıkıh ve tefsir gibi, doğrudan hocadan alınan pratik bir İslâmi ilim” (s.130) olarak değerlendirilmesidir. Hatta, tıp konusunda verilen belgelerin icâzetname olarak isimlendirilmesi, yazara “tıbbın adeta bir klasik İslâmî ilim olarak telakki edildiğini düşündürmektedir” (s.131).

“Tıp fakültelerimizde öğrenciler Batılı kavramlar doğrultusunda eğitildikleri için, hastalarını hayat hikayelerini dinleyebilecek, onları ruhsal anlamda da tedavi edecek şekilde yetiştirilmediğini” düşünen yazar (s.24), asıl farkın icazetname içindeki “sokak” boyutu ile ortaya çıktığı kanısındadır ve katıldığı bir TV programında konuyu şöyle somutlaştırmıştır:(7)

“İcazetnamenin karşılığı Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’dır; icazet sahibidir.
Halkın içerisinden çıkmış, sokağın içerisinden çıkmış; insana dokunmuş, o tozlu topraklı sokaklarda top oynamış; ezan okunmuş, camiye gitmiş, tahsile gitmiş, insanlara çare olmuş. İcazet sahibi, yaşamış yani; yaşayarak, soluyarak. Yani icazet sahibi olabilmek için hocanın önüne nasıl gidip nasıl diz çöküyorsanız, bunun bir farklı versiyonu da siyasette sokakta olmaktır, dertli ile dertlenmektir.”

Diğerlerine gelince, “Onlar diploma sahibidirler, halktan kopukturlar. Niye? Şimdi onlar sokağı bilmezler. İcazet bu kadar temel bir farklılık oluşturur.”

Hekimliğe gelince, böylesi önemli ayrıcalıkları olan icazetnamenin sokaktan değilse nereden alındığı sorgulanabilir: Acaba, Haydarpaşa Tıbbiyesinden diploma alanlar okulun Kavak İskelesi tarafındaki (Batıya bakan) kapısından, icazetname alanlar Tıbbiye Caddesi (Doğu yönündeki) kapısından çıkmış olabilir mi? Yoksa, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin Gayrimüslim mezunlarına diploma, Müslümanlara icazetname mi veriliyordu?

El-Ustura
Yazar, efsane (ar. el-ustura) ve rivayetlere dayanarak tezini kanıtlamaya çalışırken fahiş hatalar yapmıştır: Bergama Asklepionu anlatılırken “Bergama mabedinde hastayı iyileştirmeye çalışan rahip” gravürü (s.40) Bergama’daki Aya Todori Rum Ortodoks kilisesine aittir. Kaynağında ayrıca, “Resimde kilisenin ithaf edildiği azize has bir hususiyete de yer verildi. Şeytanları def etmek Todori’nin mucizelerinden biri olduğundan resimde bu işle vazifelendirilmiş papazlar kutsal mekânın önünde duran zavallı deliden (ing. maniac) şeytan çıkarırken görülüyor” bilgisi verilmiştir.(8)

“İbn-i Sinâ’dan ilhamla, Bizans Havariyun Tıp Okulu” olarak gösterilen bir minyatür (s.64) için yapılan “XII. Asırda, bugün Fatih Camii’nin yerinde bulunan Havariyyun Kilisesi’nin bir tıp okulu niteliği kazandığı, avlusunda bulunan şadırvanda hekimler ile çıraklarının karşılıklı tartışmalar yaptıkları ve bu yolla tıbbın öğretildiği bir yer haline geldiği” rivayetten öte bir kurgudur. 

“Bugünkü bilgilerimize göre, Anadolu’da kaleme alınan ilk Türkçe tıp kitabı eseri 1110’lu yıllarda Amasya’da yazılmıştı” (s.83). Bu tarih doğruysa, aynı yüzyılda yaşayan ve tıbbi bilgilerini İbni Sina’dan alan Bizanslı ve Türk tabipler icabında ayazma başında bir araya gelip konsültasyon bile yapmış olabilirler.

“Beyoğlu’nda açılan Belediye Hastanesinin ilk dönemine ait çizim” (s.73): İstanbul’da 1865’te yaşanan kolera salgını sırasında Kuledibi’nde Lazarist rahibeler tarafından açılan bakımevi olduğunu anlamak için resme biraz dikkatlice bakmak yeterlidir.

Ulum-ı hikemmiye ve tabiiye kavramları anlaşılmamıştır: Bir şehadetnamede fizik dersinin karşılığı olarak geçen hikmet-i tabiiye “doğal felsefe” olarak çevrilmiştir.(9) Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şahane “Dârü’l-Ulûmü’l-Hikemiyye olan (hikmet/felsefe ilimlerinin tahsil edildiği)” bir okul kabul edilmiş (s.103) ve Dârü’l-Ulûmü’l-Hikemiyye’nin, yani “felsefe ilimleri”nin bir şubesi” sayılmıştır.(10) Diploma ve icazetnamelerde belirtilen dersler fen, temel  ve klinik tıp dallarına aittir; felsefe, mantık, isaguci vb. dersler yoktur. Dârü’l-Ulûmü’l-Hikemiyye: Darülfünun’a eşanlamlı olarak kullanılmıştır. Tıbbiye’nin İkinci Meşrutiyetten sonra “diğer İstanbul medreseleri ile birlikte “Dârü’l-hilâfeti’l aliyye Medresesi bünyesinde toplandığı” (s.76) doğru değildir; Darülfünun-ı Osmani Tıb Fakültesi kurulmuştur.

Yine “doktor” olarak yanlış okunup karıştırılan bir kavram “doktora” olmuştur (doğru okunuşu: “… doktora imtihanlarında dahi isbât-ı ehliyet ve iktidâr etmiş olduğundan…”).(11)  Tıbbiyede belirli ders grupları için yapılan doktora sınavı uygulaması 1933 yılına kadar sürmüştür.

Kitapta gösterilen 1924 tarihli bir Dişçi İcazetnamesi “Tıb Medresesi” tarafından verildiği halde, bu yüksekokul “Türkiye Cumhuriyeti İstanbul Darülfünunu”nun bir fakültesi olduğu ve kurulmaya çalışılan medrese-sokak-icazet ilişkisine pek uydurulamadığı için olsa gerek, üzerinde durulmamıştır (s.55).

İcazetname metinlerinde hekim ya da tabip yerine “ulûm-ı tıbbiye ve cerrâhiyede Doktor ta’bir olunan üstâd ve mu‘allim rütbesi” kullanılması konusuna yazarın bir yorumu yoktur.(12) Tıp ve cerrahi bilim dalları, yani tabip ve cerrah “Doktor” unvanında birleşmiş; Doktoraya eşdeğer derecelerin kazanıldığı mezuniyet belgelerin genel adı “icazetname” olmuştur.

İcazet: dua, diploma: aşı
Yazarın başlangıçtaki “Niçin her gün bir hastahaneye ihtiyaç kalmadığı için kapanmasına değil de ihtiyaç üzerine yenilerinin kurulmasına şahit oluyoruz?” (s.11) sorusunu şöyle tamamlamak yerinde olur: Neden “yeşil” büyük sermaye grupları sağlık sektörüne yatırım yapmaktan geri durmaz; karşılığında müşterisinden ne bekler? Esma Hatun ismiyle kurulan hastanenin (kitaba bir takdim yazan öğretim üyesinin halen bulunduğu) üniversiteye evrilirken Medipol gibi bir zamane adını seçmesi ve yazarın deyişiyle, “büyük bir ticaret sektörü halinde çalışan alanda” yerini edinmesi başka bir geleneğin dönüşümü olmalıdır.

Kitapta yer alan alıntılar yanında ek yazılarla bir icazetname-diploma karşıtlığı bulunduğunu göstermeye çabalayan yazar inandırıcı olamamıştır. Bunlardan birinde hekim yerine kullanılan doktor kelimesinin “İngiliz-Yahudi dünyasından apartma” olduğu ileri sürülmektedir (s.58).

Verilen örnekler Tıbbiye’den verilen icazetnamelerin diplomaya karşıt değil, karşılık olduğunu kanıtlamaktadır. İcazetname ile icazet karıştırılarak yaratılan yanılsama ile kategorik olarak “diplomanın hekimleri doktorlara dönüştürdüğü” iddiası, Askeri ve Sivil Tıbbiye’den icazetnameli tıp doktoru tabip ve cerrahların “hikmet” ile varsayılan bağının hangi çağda ve nasıl koptuğunu açıklamaktan da çok uzaktır.(13)

Konuya tarihsel olarak daha yakından, örneğin Kovid salgını perspektifinden de bakabiliriz: Sağlıkçılar, doktorlar ve bilimsel araştırmacılar, her koldan insanüstü bir gayretle hastaları yaşatmaya ve toplumu korumaya çalışırlarken, hastalığın varlığına inanmayan, şarlatanlara kulak asan, aşıları hedef alan -kuyruklu, çipli- yalanlarla sokaklarda boy gösterenler görüldü.

Kimi hekimler bu dönemde icazet almadan konuşamadılar!

“Zad fi’t-tanbur nağmeten uhra” sözüne dönersek, tıpta icazetname ile diplomayı ayırarak doktorlukla hekimliği karşı karşıya getirme gayretkeşliği anlamsızlıktan öte, tanburdan zenbur (far. eşekarısı) sesi çıkartmaya çalışmak perdesinde bir herze-füruşluktur deriz.

– Enver Beşinci, İcâzetli Hekim Diplomalı Doktor, TK Yayınları, 2024, 152 s.

DİPNOTLAR

1) Enver Beşinci, İcâzetli Hekim Diplomalı Doktor: Geleneğin Dönüşümü, yay.haz. Yüksel Kanar, İstanbul, Turkuvaz Kitap, 2024 (149 s., resim, ekler).

2) Enver Beşinci, Osmanlı’dan Günümüze İcâzetten Diplomaya: Enver Beşinci Koleksiyonu, İstanbul, İBB Kültür A.Ş. yay., 2019, s. 248, 27.

3) E. Beşinci, Osmanlı’dan Günümüze İcâzetten Diplomaya, 96. İlginçtir, aynı belge bir başka koleksiyonunda da görünmektedir ? Ahmet Zeki İzgör, Haluk Perk, Tıp Eğitiminde Mezuniyet ve Belgeleri. Haluk Perk Araştırma Merkezi Koleksiyonu, İstanbul, Sağlık Bilimleri Üniversitesi, yay., 2023, s. 88-89.

4) E. Beşinci, İcâzetli Hekim Diplomalı Doktor, 71

5) E. Beşinci, İcâzetli Hekim Diplomalı Doktor, 123.

6) Emre Dölen, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Yükseköğrenim Diploma ve Belgeleri, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Yayınevi, 2020, s. 18, 57, 63-64, 99-102, 204-205.

https://cdn.istanbul.edu.tr/file/JTA6CLJ8T5/91A5C982002643899FDFBBF03D29447B

7) E. Beşinci, “İcazetten Diplomaya – İcazetli Hekim, Diplomalı Doktor” Vav TV, 19 Ocak 2023,  https://www.youtube.com/watch?v=F4UWhxD9a28 (6:06 vd.)

8) Robert Walsh, İstanbul Manzaraları: Rumeli’de ve Batı Anadolu’da Gezintilerle, çizimler: Thomas Allom,
çev. Şeniz Türkömer, İstanbul, T. İş Bankası Kültür Yayınları, 2013, s.274-278 (resim).

9) E. Beşinci, Osmanlı’dan Günümüze İcâzetten Diplomaya, s.189.

10) E. Beşinci, Osmanlı’dan Günümüze İcâzetten Diplomaya, s.99.

11) E. Beşinci, Osmanlı’dan Günümüze İcâzetten Diplomaya, s.95, 97.

12) E. Beşinci, İcâzetli Hekim Diplomalı Doktor, 127.

13) Ömer Türker, “Tıbbın nebevî kaynağının tasdiki olarak icâzet geleneği”, E. Beşinci, İcâzetli Hekim Diplomalı Doktor, içinde, s.103-108.