Üçüncü tekir şahıs/ Anıl Ceren Altunkanat
“Küçücük bir ateşti bu. O ateşi sımsıkı tutacaktım, o da beni ısıtacaktı ve asla ama asla sönmeyecekti.”
Bir gün hepimiz alev alabiliriz. Beklenmedik bir anda, belki saman alevi, belki çıra gibi; belki içten içte, belki bir infilakla. Tükenip küle dönene dek belki, belki etrafta ne varsa, kim varsa yok ederek. Bir gün hepimizin içinden alevler fışkırabilir. Ve ardından gelen tükenmişliği saymazsak, bu bize iyi bile gelebilir.
Bana iyi geliyor; öfkenin ateşini, harını seviyorum. Susup yuttuklarımın boğazımdan bir alev halinde yükselmesini seviyorum. Ejderha mısın mübarek? Evet, o anlarda öyle hissediyorum: Görkemli, kudretli, yok edici ve haklı. (Tabii bu tartışılır ama bir ejderhayla tartışmak ister misiniz? Hayır.)
Gümbür gümbür, alev alev yükseliyorum, bir çığ gibi büyüyor öfke, büyüyorum. Yakıp yıktıkça, esip gürledikçe besleniyor alevler. Coşuyorum, taşıyorum… Ve tükeniyorum. Bundan sonrası tatsız; hızla tersine dönüyor her şey. Sönmüş bir ejderha, bitik bir insan; öfkenin altında yüzünü gösteren çaresizlik ve korku. Görkemli, kudretli, yok edici ve haklıyken pişman, mahcup, perişan ve haksız oluveriyorum.
Yeniden alev alana dek. Yeniden yanıp tükenene dek.
Velhasıl, öfke zor zanaat, bilen bilir. Yeri gelmişken, öfke sorunu olanlara bir selam benden, yalnız değilsiniz, yalnız değiliz.
Yangınız.
***
“Doğrusunu istersen Bessie, insanlar kendilerinden başkasını umursamazlar. Hiçbir şeyi fark etmezler. İlginç olan şeylere asla bakmazlar. Hep kendilerine bakarlar.”
Bessie ve Roland, alevli ikizler. Evet, bu minikler kızınca, üzülünce ve korkunca alev alıyor. Birçoğumuz gibi… Anneleri ölünce bu sorun daha da büyük bir kabusa evriliyor: bu çocuklarla ne yapılacak? Babaları onları yanına almalı ama ya çocuklar yeni eşi ve minik yavrusuyla yaşadığı evi yakarsa? Ya çocukların bu alevli durumu duyulur da siyasi kariyeri riske girerse? İşte, o zaman eşi Madison’ın çocukluk arkadaşı Lillian giriyor devreye.
Kendini küçücük bir hayata sıkıştırmak zorunda kalmış, kaderine küskün bir kadın Lillian. Öfkesi kendini alevlerle ifade etmiyor, bir acılık, hırçın bir küskünlük onunki.
“Şaka yapmıyorum, insanlardan gerçekten hiç hoşlanmıyordum çünkü insanlar beni korkutuyordu. Çünkü ne zaman içimdekiler söylesem neden bahsettiğimi hiç anlamıyorlardı. Sırf yanlarından uzaklaşmak için bir nedenim olsun diye, camları kırasım geliyordu.”
İkizler ve Lillian yanıp kül olmadan yazı birlikte geçirmek zorunda. Kaybedecek bir şeyi kalmasın diye küskünlük zırhına bürünen bir kadın ve kaybettikçe yanan iki ufak çocuk… Sevgi ve güvenin yeşermesi için ideal koşullar değil bunlar ama kalp bu, belli mi olur?
Lillian ve çocuklar arasında el yordamıyla yolunu arayan bir ilişki kurulur; istenmeyenlerin, sevilmemiş ya da sevildiğini bilmemişlerin ittifakıdır bu. Dünyaya karşı biz, demektir bu biraz. Alevlerin ve küskünlüklerin kabullenilmesi, kabulün toprağında yeni bir şeylerin yeşermesidir.
“Aslına bakılırsa huzurluyduk; sanki dünyanın sonu gelmişti ve biz kaçırmıştık. Bu çocukların üstünde çok yoğunlaşılmıştı ama şimdi, herkes istediğini alınca, adeta görünmez olmuştuk. Çocuklar uzun zamandır tutuşmamıştı, en azından bana uzun bir zaman gibi geliyordu. İnsan tuhaf biri olunca, etrafı sakinleştiğinde, belki o kadar da berbat halde değilimdir, diye düşünüyordu.”
Yangından geriye kalan umuttur. Yeni bir hayata dair, sevilmeye ve kabullenilmeye dair bir umut. Alev alalım ya da almayalım, hepimizin aradığı şey değil mi bu?
Bir Şey Olduğu Yok, ikizlerin alevleri gibi parlak, büyüleyici ve sarsıcı bir kitap. Kevin Wilson kitaplarından aşina olduğumuz (hatta tadına doyamadığımız) o kara mizah ve hayata akla gelmedik açılardan bakma becerisi bu kitapta da insanı avucuna alıyor. Wilson imkânsızın ateşini, kalbin sıradanlığıyla öyle bir harmanlıyor ki en inanılmaz şey gündelikte kendine yer buluyor; mucizeler gündelik rastlantılara dönüyor. En büyük korkulardan, en karanlık kâbuslardan umut doğuyor.
“Bir şey bitiyordu. Ne kadar korkunç geçmiş olsa da hayatım bitiyordu ve artık bu benim hayatım değilmiş gibi geliyordu. Başkasının hayatıydı. Bense o hayata kurulayım, bakalım kimse fark edecek mi, belki benim olur, demiştim. Belki severim, demiştim.”
Bir Şey Olduğu Yok, Selen Ak’ın metnin ruhuna cuk oturan akıcı çevirisi ve Algan Sezgintüredi’nin titiz editörel çalışmasıyla son derece sürükleyici ve etkileyici bir kitap. Kevin Wilson’ın diğer kitapları gibi, kitaplığın en güzel köşesinde yerini hak ediyor.
***
Yeni yılın ilk ayındayız, bu insanda saçma da olsa beklenti doğuruyor: Bir şey değişecekse şimdi tam zamanı, değil mi ya?
Benim dileğimi, duamı bu köşenin takipçileri kolayca tahmin edebilir: Sevgili 2025, sokak hayvanlarına yapılan bu zulüm, bu kıyım seninle bitsin. Yavrucuklarımız hak ettikleri gibi bir kanunla korumaya alınsın, barınak denen ölüm kampları kapatılsın. Yakala-aşıla-kısırlaştır-yerinde yaşat ilkesi ülke çapında hızlı ve etkili biçimde uygulansın; hayvan üretimi ve satışı yasaklansın. Lütfen sevgili 2025, gel bu işi halledelim, adın Müjde olsun. Âmin.
Her sayfası esin dolu bir ay dilerim.
-Bir Şey Olduğu Yok, Kevin Wilson, çeviren Selen Ak, Domingo Yayınları, 256 s.