Üçüncü Tekir Şahıs / Anıl Ceren Altunkanat
Evet, geri geldim dostlar. Hepinize gönülden merhaba.
Özledim de geldim. Özlendiğimi düşündüm de geldim (gidişim gibi dönüşüm de mütevazı, aferin Ceren). Köşeyi takip eden dostların vedanın ardından yazdıkları, bu köşenin tam da istediğim yerde durduğunu gösterdi de geldim. Okumanın mahremiyetinde bir paylaşım alanı açmak, sorular ortaya atmak, satırlar ve kitaplar aracılığıyla yeni yanıtları dürtüklemekti amacım. Okurlarda da bunu bir karşılığı olduğunu gördüm. Köşenin son yazısından, hazin vedadan bu yana bana ulaşan, beni devam etmeye yönelten arkadaşlara teşekkür ederim. Ne yalan söyleyeyim, yazdıklarınız, sözleriniz gözlerimi yaşarttı. Gözyaşlarımı silerek döndüm köşeye, sevinçle. Yani, karşınızda gene ben.
Aranızda belki bilenler vardır: Beş yıldır Çanakkale, Gelibolu’da yaşıyorum. Bu yaz Çanakkale de Gelibolu Yarımadası da yangınlarla kavruldu. Kaç büyük yangına tanık olduk, bilmiyorum, bir yerden sonra saymayı bıraktım. Aylarca çok yandık. Bazı haftalar yangınsız gün geçmedi, bazı yangınlar günlerce söndürülemedi. Ormanlarımız, yaban hayvanlarımız, çiftlik hayvanlarımız, evler… sönmek bilmeden yandı. Çanakkale’de 2025, yangın yılı oldu.
Bu büyük yangınlardan birinde, yangın henüz söndürülmeden tahliye edilen köylere gittik. Amacımız boşaltılan köylerdeki sokak hayvanlarını beslemek, ihtiyacı olanı veteriner kliniğine götürmekti. Kumköy sakinleri biz gittiğimizde köydeydi, yangın köyü uzaktan yalayıp geçmişti, yerleşim yerinde hasar yoktu. Köylülerle konuşup, kedi köpekleri besleyip köy sınırında bir gün önce yanan ormana gittik biz de. Her yer tütüyordu hâlâ. Toprak yanıyordu derinden derine. Yaralı yaban hayvanı bulup yardım edebiliriz diye umuyorduk. Bir tek ölülerini bulabildik. Yangından kaçmaya çalışırken alevlerin yuttuğu hayvancıklar. Yola ulaşmasına bir metre kala kapana kısılıp can vermiş hayvancıklar. Yuvaları, belki yavruları yanmış, ne yapacağını bilemeden çırpınan kuşlar. Gri bir yığına dönen toprak. Kapkara iskeletler halinde göğe uzanan ağaçlar. Bir kâbus. Yangının karşı tepede tekrar patlak vermesiyle bölgeden uzaklaşmak zorunda kaldık, kısa süre sonra köyün yine boşaltıldığı haberi de geldi.
Bir iki gün geçince, yangın söndürüldükten sonra tekrar o köye ve civarına gittik. Yine yanmış hayvanlar, yine yangının amansız kıyıcılığı. Kemiğimize sinen is kokusu. Ve sonra bir yabani tavşan. Bizden kaçışındaki çevikliğe bakılırsa yaralanmamış. Kurtulmuş. Belki sevinçten, belki bunca yıkımın içinde yüreği dürten ve acıtan umuttan, ağladık.
İklim krizi ve kuraklık bu yangınları baş edilmez kılıyor, alevler bir anda (özellikle de Çanakkale gibi şiddetli rüzgârların hüküm sürdüğü yerlerde) gözü doymaz cehennem zebanilerine dönüşüyor. Ama yangınların çıkış nedeni hemen her zaman biziz: izmarit, anız, bakımsız elektrik hatları ve trafolar, ormana yığılmış çöpler. Çanakkale’de bu yaz çıkan yangınların büyük çoğunluğu tarım arazisinde başlayıp ormana yayıldı. Birinde seyir halindeki araçtan atılan izmarit koca bir ormanı ve yerleşim yerlerini kül etti. Birinde ise suçlu elektrik tellerine çarpan şahindi.
Suç bizde, insanda. Komplo teorilerine gerek yok. Ormansızlaştırma politikalarını ciddiyetle ve tavizsiz uygulayan bir hükümet, umursamaz ve cahil insanlar iklim kriziyle taçlanınca yanmamak mümkün değil. Yangınların neden çıktığını kabul etmedikçe, yani sorumluluğumuzla yüzleşmedikçe orman yangınlarının önünü alamayacağız. Hoş, bana sorarsanız bu hükümetle, bu cahillikle ne yaparsak yapalım… Geçmiş olsun.
***
Batuhan Cantürk’ün ilk romanı, Mars Siyahı 2027 yılında, Büyük İstanbul Depremi’yle başlıyor. Düşünmekten bile korktuğumuz o büyük yıkım, o büyük kâbus. Evet, tahmin edebileceğiniz gibi bu Türkiye’nin de yıkımı oluyor. Karanlık bir distopyaya dönüyor memleket. Deprem zemini çoktan çürümüş her şeyi yerle bir ediyor. Geriye karanlıkta yolunu bulmaya çalışan çaresiz bir halk kalıyor. Tabii her yıkımdan kâr edenler yine kazanmaya ve palazlanmaya devam ediyor.
2029 yılında, Ankara’da geçen roman bir dizi cinayetle, bizi perişan bir ülkenin bataklığa dönen siyasi ilişkilerine sürüklüyor. Mars Siyahı’nın umutsuz kahramanı Başkomiser Hakan bu cinayetleri ve gizemi çözmeye çalışırken ülkenin on yıllardır içine itildiği karanlığın boyutları da gözler önüne seriliyor. Öyle tanıdık ve öyle korkutucu ki…
Romanın kasveti ve karanlığı kimi zaman bana yorucu geldi. Bunun sebebi belki yangınlardan zaten nefesimin kesilmiş olmasıydı. Belki de bir distopyada ülkenin gündelik gerçekliğini görmek zor geldi. Metni işlerken ben olsam bazı yerleri törpüler ve hafifletir, söze değil sessizliğe yer vererek kurguya daha çok nefes aldırırdım. Bununla birlikte Mars Siyahı zekice kurgulanmış, karakterleri başarıyla yaratılmış bir kitap. Mylos Kitap etiketiyle çıkan romanı polisiye severlerin es geçmeyeceğini düşünüyorum.
***
Menopozumuza hoş geldiniz. Hangi köşede oturmak isterdiniz? Perimenopoz delirmelerinde mi, beyin sisinde mi? Yoksa bitmeyen kaygılar masasında mı bir yer açalım size?
Menopoz Türkiye’de konuşulmayan, önemsenmeyen bir konu. Bütün kadınlar bunu yaşıyor elbette ama kime ne? Menopoz doğurganlığın bitişi demek, o halde boş versene… Kadın anneyse ya da anne olma ihtimali varsa toplumsal hayatta yer bulabiliyor, diğer türlü yallah. Neyse, bu konuda çok doluyum. Başka zaman yine deşeriz.
Menopoz Rehberi konuşulmayan ama kadınların hayatını birçok açıdan etkileyen (ve silkeleyen) menopozu keyifli bir dil ve açıklıkla masaya yatırıyor. Melis Alphan alanın uzmanlarıyla görüşerek hem tıbbi açıdan bilgilendirici hem de anlaşılabilir bir metin oluşturmuş. Menopoz nedir? Perimenopoz ve premenopoz nedir? Bu unutkanlık da ne Allah aşkına? Neden beynim donuyor? Ben böyle kaygılı biri miydim yoksa yaşlılık mı? Neden bir anda öfkeleniyorum? Ateş basmaları, gece terlemeleri, kalp çarpıntıları…
Melis Alphan menopoz üzerine yapılan son çalışmaların bulgularını ve doktorların yorumlarını aktarırken bütün bunları yaşamak zorunda olmadığımıza da işaret ediyor. Evet, menopoz doğal bir süreç ama insan hayatını olumsuz (hatta çok olumsuz) etkileyen belirtilerin ve ileri yaşlarda görülen birçok hastalığın önünü almak mümkün.
“Süreci doğallığıyla yaşamak,” yani annelerimizin menopozunu yaşamak zorunda değiliz. Hayata köstek olan her tıbbi durumda nasıl destek ya da tedavi alıyorsak bu süreçte de alabiliriz ve almalıyız – tabii doktor kontrolünde. Menopozu ve hayatı en iyi, en sağlıklı biçimde yaşamak her kadının hakkı.
“Belki de değişimden korkmak yerine ona teslim olmak gerekiyor. Belki de en büyük dönüşümler, en başından beri içimizde açığa çıkmayı bekliyordur.”
Her sayfası esin dolu bir ay dilerim.
-Mars Siyahı, Batuhan Cantürk, Mylos Kitap, 248 s.
-Menopoz Rehberi, Melis Alphan, DK, 232 s.







