İki bin dört yüz yıl önce Eski Yunan’da bir adam denizin kenarında durmuş gemilerin uzakta gözden kayboluşunu izliyordu. İlk olarak beslenme ve barınma gibi en temel ihtiyaçlarımızı karşılamaya çalıştık, soyutlama yapmaya henüz başlamamıştık. İki avcı ile iki ceylan, elbette av ve avcı ilişkisi dışında, birbiriyle hiç ilgisi olmayan iki farklı çokluktu. Sanıyorum avcılardan birisi 2 birisi 3 ceylan vurursa hangisinin daha iyi avcı olduğunu bilebilirdik, ama tüm iki elemanlı kümeler arasında bir ortaklık bizim için henüz yoktu. Sonra en temel ihtiyaçlarımız bize yetmemeye başladı. Sahip olmak ve daha çoğuna sahip olmak; ekilecek alanların paylaşımı, vergilendirme. Gücün tek sahibi olmak, daha yüksek ve mükemmel piramitler. Tüm bunlar bazı hesaplamalara gereksinim duyuyordu. Bu problemleri çözmek için durmadan denedik, son derece kullanışlı çözümler de bulduk. Kabaca alan hesabı yapabilir, düzgün bir piramidin üçgen kesitinin ayrıtlarının uzunluklarının ne olması gerektiğini hesaplayabilir olduk. Sonra bir adam, tüm bu problemlerden kendini azat etmiş avare bir adam olduğunu hayal etmek istiyorum, sadece yaşadığımız dünyaya dair sorularla deniz kenarında otururken, bugün uydu fotoğrafları ile açıkça gördüğümüz gerçeği keşfetti.
Bugün bir ilkokul bilgisi olan dünyanın yuvarlaklığının keşfi insanlık tarihinde o kadar da gerilerde değildir. Belirli bir konun bile tarih içindeki gelişimini öğrenmek bizim için insanlığın tarihinin bir yeniden okuması olabilir ya da bir hatırlatma, nereden ve nasıl geldik. Bu okuma bizi ayaklarımızı yere basar hale getirir, Firavunlar göçer gider başka ilahlar gelir ama bizi bugün tüm evreni anlamaya çalışan teoriler geliştirme noktasına getiren düzgün piramitler yapma problemini çözen aklımızdır. Böyle bir konu da okumak aynı zaman da nereye gidebileceğimiz konusunda hayal gücümüzü serbest bırakmamız gerektiğini de hatırlatır. Leonard Mlodinow’a göre Öklid’in Penceresi‘nden görünen manzara hiperuzaya uzanan devrimlerin, sıçramaların manzarasındır. Yine de bu okumayı yapacaksak bu sıçramaların birbiri üstünden gerçekleştiğini unutmamak gerekli.
Öklid’in Penceresi’nden Öteye…
Öklid’in geometriyi bir temele oturtma ihtiyacı, Descartes ile ilahi sayıların tekrar yeryüzüne inip mesafe gibi büyüklükleri ölçmeye başlaması, beşinci postulatın sorgulanması, eğri uzaylar, genel görelilik ve dahası … Her biri ayrı ayrı kitaplar doldurulacak konuların her birini anlaşılır şekilde ve uygun bir miktarda bir araya getirmek titiz bir araştırma süreci gerektirir. Mlodinow’un bir kısmı kendi uzmanlık alanına girmeyen bu konulara böyle bir titizlikle yaklaştığı belli. Bu noktada yazarın hem matematik hem de fizik alanlarında lisans derecesi olduğunu söylemem gerekli. Lisans eğitimine 1973 yılında Arap- İsrail Savaşı’nda bir kibutz’da çalışmak üzere ara veriyor. Buradayken kibutz’un kitaplığındaki tek İngilizce kitaptan, Feynman’ın Ders Notları‘ından etkilenip fizikçi olmaya karar veriyor. Kitap boyunca yer yer Alexei ve Nicolai’nın babası olarak yer alan Mlodinow bir sahnede de karşımıza genç bir fizikçi olarak çıkıyor. Bu sahnede çarpıcı olan Mlodinow’un karşımıza çıkması değil elbette, kitabın konusu olan ve olmayan nice bilimsel devrimin kolaylıkla gerçekleşmediğini küçük bir anekdotta, bir yakın tanıklığın üstünden hatırlatıyor oluşu. Bizim pencereden görüp baktığımız bu devrimler her ne kadar bir birleri üstüne bir bütünlükle inşa olsa da asıl itici güçleri çoğunlukla var olan ve kabul görenin şiddetli reddiyle gerçekleştirilir. Önsözden hemen sonra kitabın ilk cümlesi şöyle; Öklid büyük olasılıkla geometrinin tek bir önemli kuralını dahi keşfetmemiş biriydi. Kitabın geri kalanında da bunun gibi dramatik çıkışlara yer yer rastlanıyor, bu tip çıkışların ortalama okuyucunun ilgisini çekmeye dönük olduğunu ve gerçeği çarpıttığını hatta birbiriyle yakından ilgili gerçeklerin bağlarını kopartıp onları havada sallanır halde bıraktığını düşündüğüm için pek sevmem, hatta biraz Hollywoodvari tarzı bulurum. Bugün hala okullarda Öklid geometrisi anlatmamızın bir sebebi var, bunu bilmek önemli ama yine de onunla çelişebilmenin ne kadar zor olduğunu bilmek de bir o kadar önemli. Belki de bu tip sert çıkışlar yapmak bilimsel devrimlerin benim görmeye daha eğilimli olduğum birbirleriyle olan sıkı bağları kadar çelişkileri ve çatışmalarıyla gerçekleştiğini göstermek açısından iyi bir araç olabilir. Bu ikisi arasında bir denge kurmak devrimlerin doğasını aktarmak için en uygun yol olabilir. Mlodinow’un bu dengeyi iyi kuramadığını söylemek biraz haksızlık. Yazarın bir de popüler bilim yazınında benim şimdiye kadar pek az rast geldiğim öykücü bir tarafı var. Hollywoodvari çıkışlarından dem vurmuştum ama Mlodinow’un yazar olarak bir Hollywood geçmişi de var. MacGyver, Uzay Yolu: Yeni Nesil gibi bazı popüler dizilerin senaristliğini yapmış. Yazarın bu öykücü tarafı bilimsel bir titizlikle birleşince kitap son derece akıcı tatlı bir dile kavuşmuş.
Sonsöz
Mlodinow’un Sonsöz’de söylediği gibi insanlık adı verilen organizmanın tamamlamaya çalıştığı bir yapbozun içinde yaşıyoruz. Bugün Öklid’in penceresinden çıkıp, yapbozun onun hayal dahi edemeyeceği parçalarını bulduk ve öncüllerimizden aldığımız mirasla bu yapbozu tamamlamaya devam edeceğiz.
– Öklid’in Penceresi: Paralel Çizgilerden Hiperuzay’a Geometrinin Öyküsü, Leonard Mlodinow, 2011, Çev. Sibel Eraltan, Say Yayınları, 2016, 360 s.