İnsanlık tarihinde uygarlık olgusunun, çeşitli neolitik toplulukların (iç ve dış etkiler sonucu) artı üret(e)meyen bir ekonomiden artı üretebilen bir ekonomiye geçişi sonucu ortaya çıktığı konusunda hemen hemen tüm tarihçiler görüş birliği içindedir. Bu “toplumsal artı”, farklılaşmış (ekonomik, toplumsal ve siyasal farklılaşmalar), sınıflı, devletli uygar toplumların gelişiminin temelini oluşturur.
İlk uygarlıklar büyük nehirlerin suladığı bereketli ovalarda
İlk uygar toplumun, MÖ 3500 dolaylarında Fırat ve Dicle ırmaklarının suladığı topraklarda, Mezopotamya’da ortaya çıktığı biliniyor. Sümerler diye adlandırılan bu uygarlığı, Nil deltasında odaklanan Mısır Uygarlığı, Kuzey Hindistan’da İndus nehrinin civarında doğan İndus (Eski Hint) Uygarlığı ve ardından Sarı Irmak vadisindeki Çin Uygarlığı izler.
İnsanlığın bu dönemlerine ilişkin elimizde ayrıntılı bilgiler bulunmuyor. Fakat uzmanlar, şu ana kadarki bulgulara dayanarak, bütün bu toplumların benzer süreçlerden geçerek Mısır’da MÖ 3000, İndus’ta MÖ 3000-2500, Çin’de MÖ 1500 dolaylarında uygarlık olarak adlandırılabilecek düzeye eriştiklerini belirtiyorlar.
Peki, hepsi Güney Asya’nın ılıman iklim kuşağında yer alan ve büyük nehirlerin suladığı bereketli ovalarda fışkıran bu uygar toplumlar birbirlerinden bağımsız ve habersiz olarak mı gelişmelerini sürdürdüler, yoksa çeşitli düzeylerde ilişkileri var mıydı? Birbirlerinden etkilendiler mi?
Mısır, Hint ve Çin’de Mezopotamya etkisi
Alâeddin Şenel, Sümer ve Mısır uygarlıkları arasındaki etkileşim konusunda şunları yazıyor:
“Mezopotamya uygarlığının her iki bölgenin (Mısır ve İndus) uygarlığının oluşmasında kesin rolü olduğu konusunda bilim adamları hemen hemen görüş birliği içindedirler. Ancak bu rolün niteliği ve derecesi konusunda aralarında tartışmaktadırlar. Mısır’da Erken Hanedan döneminden az önceki tarihlerde yüksek pruvalı gemilerin Nil’den içerilere kadar girip, alçak pruvalı gemilerle (Mısır gemileriyle) savaşlara giriştiklerini gösteren Mısır resimleri bulunmuştur. Yüksek pruvalı gemilerin Mezopotamya gemileri oldukları bilinmektedir. Ancak Mısır Uygarlığı’nın böyle bir akın sonucunda Mısır halkı üzerinde egemen bir sınıfın oluşmasıyla mı, yoksa bu gemilerle birlikte gelen kültürel etkilerle mi doğduğu tartışmaları kesin bir sonuca bağlanamamıştır. Ne var ki Mezopotamya’nın uygarlık birikiminden yararlanan Mısır toplumunun, Sümerlerin bin, iki bin yılda oluşabildikleri sonuca, yarım yüzyıl gibi kısa bir süre içinde ulaşarak, MÖ 3000 dolaylarında Sümer Uygarlığına eşit düzeyde bir uygarlık geliştirdiğini görüyoruz.” (A. Şenel, İlkel Topluluktan Uygar Topluma, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 1995, 4. baskı, s.259)
Mezopotamya’nın İndus uygarlığı üzerinde de benzer etkilerinin olduğu, iki bölge arasında yoğun bir ticaretin yaşandığı, Mezopotamya’da bulunan İndus yapısı mühür ve mallardan anlaşılıyor. Öte yandan bazı Sümer tabletlerinde Mezopotamya ile İndus vadisi arasındaki ticaret yollarına ilişkin bilgilere rastlanmıştır.
Uzmanlar, başlangıcı MÖ 1500’lere tarihlenen Sarı Irmak vadisindeki Çin uygarlığının da Mezopotamya ile ilişkisi olduğunu, örneğin Çin’de tunç işletmeciliğinde görülen ani gelişmenin Mezopotamya etkisi ile oluştuğunu belirtiyorlar (McNeill’in A World History ve Hawkens’in The Atlas of Early Man adlı kitaplarından aktaran A. Şenel; aynı kaynak, s.261)
Gelişme ‘arileşerek’ değil ‘melezleşerek’
Sonuç olarak, farklı fakat yakın bölgelerde yeşeren ilk uygar toplumların belli düzeylerde etkileşim içinde oldukları, birbirlerinin gelişimlerini hızlandırdıkları, birbirlerinden öğrendikleri anlaşılıyor. Henüz bütünleşmiş bir uygarlıktan söz edilemez ama, çeşitli kılcal damarlardan bir insanlık uygarlığı damarının oluşmakta olduğu söylenebilir.
Her yeni yeşeren uygarlık, bir öncekinin geçtiği aynı süreçlerden geçmek zorunda kalmıyor, Sümer’deki bir gelişme belli bir süre sonra Mısır veya İndus’ta da görülüyor. Mısır’ın erken Mezopotamya’da görülen kent devletleri dönemini atlayıp kısa zamanda merkezi devlet düzeyine ulaşması bir “Mısır mucizesi” değil, Mezopotamya etkisi. Çin’de tunç işletmeciliğinde görülen ani gelişmenin bir “Çin mucizesi” olmadığı gibi.
İnsanlık tarihi mucizelerle açıklanamaz. Uygarlık tarihi, (en erken dönemlerinde dahi) giderek bir bütünleşmenin, daha üst düzeylerde sentezlere ulaşmanın tarihidir. Uygarlık “arileşerek” değil “melezleşerek” gelişiyor.