Ana Sayfa Dergi Sayıları 122. Sayı Maymunlarla yaşayan kadınlar

Maymunlarla yaşayan kadınlar

1803
0
Trimatlar: Soldan sağa, Birutè Galdikas, Jane Goodall ve Dian Fossey.

Nalân Mahsereci

Paleoantropolog Leakey, “İnsanı insan yapan nedir?” sorusunun yanıtlanabilmesi için, atalarımızın kalıntılarını bulmaya dönük araştırmaların yeterli olmayacağını; yaşayan en yakın akrabalarımız olan şempanzeler, goriller ve orangutanların da çalışılması gerektiğini düşünüyordu. Leakey’in “üç primatlar” diye adlandırmaya başlayacağı kadınlardan, Jane Goodall şempanzeleri, Dian Fossey gorilleri, Birutè Galdikas orangutanları çalıştı. Leakey kadınların böylesi araştırmalar için daha uygun olduğunu düşünüyordu. Neden?

1960’ların sonunda, Harry Harlow erken çocuklukta anne ilgisinin önemini göstermek üzere rhesus maymunları ile yaptığı çalışmalarla alkışlanıyordu. Harlow yaban ortamda çalışmadı; doğada tanık olacağı/olmayacağı bir dolu “dramı” laboratuvar ortamında kontrollü olarak yarattı. Bebek maymunları doğar doğmaz annelerinden ayırdı, bir kuyucuğun içinde tüm canlılardan tecrit etti; onların çaresizce kollarını kendilerine sarmalarını, sinip büzelmelerini, titremelerini izledi. 6 ay, 1 yıl gibi sürelerle tecrit edilen bebek maymunlar bir süre sonra yemek yemeyi reddediyor, hareket etmekten vazgeçiyor, sonunda ölüyorlardı. Uzun süre tecritte kalmış dişi maymunlar suni yollarla anne olduklarında, doğan yavrularını öldürüyorlardı. Telden anne maketleri yaptı, bebeğin bunlara bağlanıp bağlanmadığını ölçtü. Maketleri peluşla kapladı, üstlerine şişe sütler iliştirdi; giderek laboratuvarını bir işkencehaneye çevirdi, soğuk hava üfleyen, dikenli telden anneler yaptı; bebek maymunlar her seferinde onlara acı veren yapay annelere yanaşmaya devam ettiler. Kötü anne, annesizlikten iyiydi… Harlow, “Maymunlara sevgi beslemiyorum, hiç beslemedim. Bir maymunu nasıl sevebilirsiniz ki?” diyordu.

Aynı yıllarda, erken çocuklukta annenin yakın ve destekleyici ilgisinin ne kadar önemli olduğu sonucuna, Jane Goodall da ulaşmıştı. Tanzanya’da on yıllar boyunca şempanze kuşaklarını doğumlarından ölümlerine dek, önce uzaktan, güvenlerini kazandıkça yakından izleyerek, günlük notlar tutarak, grup içindeki farklı annelik rollerini ve yetiştirdikleri çocukların konumlarını, durumlarını yıllar içinde kıyaslayarak… Goodall tanıdıkça isimler verdiği şempanzelerinin her birini çok sevdi. Onun çalışmalarını dosyanın devam sayfalarında ayrıntılı olarak okuyacaksınız.

Tam burada, bir parantez açalım ve hayvan araştırmalarının bu iki farklı yolunu kıyaslıyor gibi görünen Stephen Jay Gould’un, Jane Goodall’ın İnsanın Gölgesinde kitabına yazdığı önsözünden bir alıntı yapalım: “Biricikliği soyup çıkarma ve asgari ortak paydanın ölçülebilirliğini bulmaya odaklı laboratuvar tekniği, tarihin gerçek zenginliğini yakalayamaz. Doğa bağlamdır ve organizmaların kendi doğal çevreleriyle etkileşimidir. Şempanzelerin bireyselliği önemlidir ve nihai olarak, bir tür olarak onları tarihlerindeki olaylar şekillendirir. Bundan dolayı, her bir hayvan, ayırıcı bir isme gereksinir. Siz (özel olarak, bir laboratuvarın yapay bağlamı içinde) bir şempanzenin yaşamını onu tanımlayan sosyal ve çevresel bağlamı bozmadan manipüle edemezsiniz. Doğa içinde gözlemeniz gerekir. Şimdi ya da sonra rasgele birkaç görüntü alamazsınız. Bütün topluluk için tarihi ve örüntüyü şekillendirecek olan garip ayırt edici (ve sıklıkla kısa) olayları kaçırmayasınız diye, saat ve saat, bütün zamanlarda ve mekânlarda takip etmeniz gerekir.” (Gould, 1988)

Kadın araştırmacıların avantajları

Peki, hayvan davranışları araştırmalarının birbirinden çok farklı bu iki yapılış yolu, araştırmacıların cinsiyetlerinin farklı olmasına bağlanabilir mi? Bu üzerinde uzun uzun düşünülmesi, araştırılması, soruşturulması gereken bir soru olarak ortada duruyor. Paleoantropolog Louis Leakey, kadınların hayvan araştırmaları için çok daha uygun olduğunu düşünüyordu. Leakey, Doğu Afrika’da ortaya çıkardığı fosillerle, insanın evriminin beşiğinin Afrika olduğunu ortaya çıkarmış ve atalarından insana giden hattın çok uzun olduğunu kanıtlamış çok önemli bir biliminsanıdır. Leakey, atalarımızın fosilleşmiş kalıntılarının, “İnsanı insan yapan nedir?” sorusunu yanıtlamayacağını, yalnızca insanın erken örneklerinin neye benzediğini göstereceğini, bulunabilen aletlerinin ise onun kültürünü sadece ima edeceğini düşünüyordu. İnsanın ayırıcı özelliğinin anlaşılabilmesi için, yaşayan en yakın akrabaları olan şempanzeler, goriller ve orangutanlar da çalışılmalıydı. 3-4 yıl arayla birbirine eklenerek sayıları üçe tamamlandığında Leakey’in trimatlar (“tree primates-üç primatlar”dan türettiği bir sözcük) diye adlandırmaya başlayacağı kadınlardan, Jane Goodall şempanzeleri, Dian Fossey gorilleri, Birutè Galdikas orangutanları çalıştı.

Leakey’in bu çalışmalar için eğitimlerinin ne olduğuna bakmaksızın kadınları seçmesinin gerekçesi şuydu: Bir antropolog olarak uzun yıllar edindiği deneyimlere göre, kadınlar çok daha iyi gözlemciydi. Her zaman çok daha fazla ayrıntıyı fark ediyorlardı. Doğanın geniş bağlamı içinde gözlem yapılırken bu önemli bir avantajdı. Leakey, örneğin Birutè’le yaptığı ilk görüşmede, onun bir an gösterdiği kartlardan ne kadar ayrıntıyı anımsayabildiğini test etmişti. Dian da, Leakey ile çevrede dolaşırken dikkatlerini ve gözlem güçlerini arttırıcı oyunlar oynadıklarını anımsıyor: Bir örümcek ağında tek bir anda ne kadar şey görebilirsin? Ağı, örümceği, takılı kalmış böcekleri ve çalı-çırpıyı vs.

Leakey’in ikinci gerekçesi de, kadınların doğa ve toplum tarafından uzun erimli işler için programlandıklarıydı. Annelik, yani çocuk doğurmak ve uzun yıllar bakımını üstlenmek, kadınların sabırlı, anlayışlı ve azimli olmalarını gerektiriyordu. Bunlar da primatları doğada uzun yıllar araştırabilmek için gereken özelliklerdi. Leakey, sahada 3-5 ay çalıştıktan sonra, üniversitelerin rahat koltuklarına gömülüp, bu kısa pratikten çıkardıkları üzerine atıp tutan biliminsanlarını küçümserdi. Erkekler, tipik olarak kolay yön değiştirebilen heveslerle ve daha sabırsız ve maceracı davranıyorlardı.

Gerçekten de Jane ve onun açtığı yoldan giden Dian ve Birutè, on yıllar boyunca sabırla primat kuşaklarını gözlemlemiş; çalışmalarını derinleştirmiş, kurumsallaşma yoluna gitmiş, yeni araştırmacılar yetiştirmiş ve bir gelenek oluşturmuşlardır. Üçü de araştırmacı olarak çıktıkları yola, önce çalıştıkları hayvan topluluklarını koruma boyutunu eklemişler, sonra da bütünüyle korumaya odaklanmışlardır.

Bu kadınlar bilimi insanlıklarının önüne koymayı reddetmiştir

Leakey bu gerekçeyi özel olarak göstermez ama, kadınların canlılara yalnızca “araştırma nesnesi” gözüyle bakamaması ve onlarla duygusal ilişkiler geliştirmesi, onları korumak için mücadele etmesi genellenebilecek kadar sık görülen bir durumdur. Trimatlar, yani Goodall, Fossey ve Galdikas, “bilimi insanlığın önüne koymayı”, “merhametsiz, sevgisiz, yani duygusuz bir bilimi” her zaman reddetmişlerdir. Çalıştıkları topraklarda önceliği hayvanlara, sonra yerlilere, sonra araştırmacılara ve en son bilime vermişlerdir.

Bu dosyayı hazırlarken okuduğum kimi araştırmacılar, bebeklerin konuşamadıkları dönemde onların ihtiyaçlarını anlamaya çalışmanın, kadınların yüksek empati becerilerine sahip olmasını gerektirdiğini, bunun da kadınları sözlü iletişim olmadan karşısındakini anlamaya yatkınlaştırıyor olabileceğini söylüyor.

Birçok kaynakta özellikle belirtilen bir durum da, burada ele aldığımız üç primatoloğun her birinin, çalıştıkları primatlara ne kadar saygılı ve sabırlı davrandığıdır. Trimatlar, primatlarla kurdukları ilişkilerde ipleri kendi ellerinde tutmaya çalışmamış, karşılarındaki hayvanlara bırakmışlardır, onlar kendileriyle bir ilişki başlatana kadar sabretmişler, sonra da onların belirledikleri koşullarda ilişkiyi sürdürmüşlerdir. Yaban ortamda, kendisine yeten koşullarda bulunan, insana hiçbir gereksinim duymayan bir canlıyla, başka türlü uzun vadeli bir ilişki kurabilmek de mümkün değildir. Bu kadınlar bunu başararak, primatoloji çalışmalarına yepyeni bir yaklaşım getirmişlerdir.

Kuşkusuz onların açtığı yoldan giderek, hayvan davranışları çalışan, onlara benzer bir biçimde “uzun süreli, empatili ve duygusallık içeren ilişkiler geliştiren” bir dolu kadın araştırmacı vardır. Bu dosyada, sadece öncüleri konu edindik. Ama buradan, Madagaskar lemurlarıyla 20 yıldan fazla çalışan, birinden benim de yararlandığım birçok sayısız popüler bilimi kitabı kaleme almış Allison Jolly’e; Jane’in öğrencisi olan, babunlarla uzun vadeli çalışmalar yürüten Barbara Smoots’a; babun topluluklarında arkadaşlık rollerine yoğunlaşan Shirley Strum’a; Kenya’da Amboseli Milli Parkı içindeki fil sürüleriyle uzun yıllar geçiren Cynthia Moss’a ve ismini bilmediğimiz onlarcasına bir selam gönderelim. Özel olarak da, vefasından ötürü, Janis Carter’a. Carter, psikoterapist karı koca Temerlin’ler tarafından bir insan bebeği gibi büyütülmek üzere evlatlık edinilmiş şempanze Lucy’nin bakıcısıydı. Temerlin’ler Lucy 12 yaşına ulaştığında, onunla ev ortamı içinde baş edemez hale geldiler; Lucy’i Afrika’ya, Gambia Şempanze Rehabilitasyon Merkezi’ne göndermeye karar verdiler. Uygar ortamda doğmuş, büyümüş ve şempanzelerle değil, insanlarla iletişim geliştirmiş olan  Lucy’nin, yaban bir ortamda nasıl yaşayabileceği konusunda endişelenen Janis, onu bu hayata alıştırmak üzere onunla birlikte Afrika’ya gitti. Ne yazık ki Lucy, yeni evine alışamadı, diğer şempanzelerle iletişim kurmadı ve depresyona girdi. Janis başlarda düşündüğü 3 haftalık zamanı uzatarak Lucy’nin yanında bir yıl kadar kaldı. O Gambia’dan ayrıldıktan kısa bir süre sonra Lucy ortadan kayboldu; Janis geri dönerek onu aradı, ama ona ait olduğunu düşündüğü, çürümüş bir şempanze ölüsünden başka bir şey bulamadı.

Kaynaklar

1) Alex Boese, Psikonevrotik Atomik Keçiler, Gürer Yayınları, Çev. Turgut Gürer, 2012, 380 s.

2) Alison Joly, Lucy’nin Mirası –İnsan Evriminde Cinsellik ve Zekâ-, Çev. Nalan Öztürk,  Kitap Yayınevi, Aralık 2004.

3) Stephen Jay Gould, “Introduction to the revised edition”; in In The Shadow of Man (by Jane Goodall), Houghton Mifflin Company, 1988, pp.V-IX.

4) Lydia Millet, Çaresizlik Kuyusu, Çev. Funda Başak Dörschel, Kolektif  Kitap, 2014,ss.11-22.

5) Sy Montgomery, Walking with the Great Apes –Jane Goodall, Dian Fossey, Birutè Galdikas-, Chelsea Green Publishing, 2009, 281 s.