Kanayan yara olma sürekliliğini her daim bağrında taşıyan Ortadoğu özellikle son 10 yıldır yaşanan gelişmeler ile dünya (siz küreselleşme olarak okuyun) politik arenasının ve ‘denge’lerinin belirsizliğini oluşturan bir zemine dönüştü, dönüşüyor. Kuşkusuz, bu durum küreselleşmenin getirdiği sıkıntıların yansıması olarak düşünülmeli. Bu anlamda yaşanan ve yaşanacak olan yeni gelişmelerin yeni soru işaretlerini de sürekli gündemde tutacağını ifade etmek gerekir.
Son yıllarda hepimizin tüylerini diken diken eden IŞİD gerçekliği ise bilinenlerin yanında bilinmeyenleri ile muamma oluşturacak düzeyde kafamızı kurcalayan bir başka soru olarak karşımıza çıkıyor. Hele ki Suriye’de yaşanmakta olan İdlip geriliminin ülkeye nasıl yansıyacağı doğrultusundaki merak artarken bu sorun gündemimizdeki yerini ilerleyen günlerde de koruyacak gibi duruyor.
Geçtiğimiz günlerde Doğu Eroğlu’nun kaleme aldığı “IŞİD Ağları, Türkiye’de Radikalleşme, Örgütlenme, Lojistik” isimli çalışma bu anlamda ufuk açıcı bir niteliğe sahip. Eroğlu çalışmasında artık bir olgu haline gelen IŞİD meselesini olağanüstü bir çaba ile gün yüzüne çıkarmaya çalışmış. Ancak bunu yaparken olgunun özellikle ülkemizdeki sosyolojik boyutu üzerinde durmayı da ihmal etmemiş. Dolayısıyla IŞİD algısı ve bu çerçeveye ilişkin ayrıntıların, Türkiye IŞİD’i bağlamında nasıl bir bütüne dönüştüğünün altını da çizmiş. Bu anlamda Türkiye’deki IŞİD yapılanması ve bu yapılanmayı oluşturan grup/cemaat ilişkilerini de geniş bir perspektifle ele almış.
Özellikle örgütün ülkemizdeki faaliyet alanına dair bölgesel ve kimi noktasal faaliyetlere ilişkin detaylı bir rapor haline getirilmiş vurgular ise Türkiye’deki kimi kentlerde örgütün nasıl bir gelişim seyri izlediğini de gözler önüne seriyor.
IŞİD ve İslâm Devleti markası altında yürütülen radikalleşmenin örgütlenme ve lojistik faaliyetlerini etraflı biçimde inceleyen Eroğlu, aynı zamanda yerellerde kimi zaman tarihsel El-Kaide ağlarından gelen ilişkiler, kimi zaman da konjonktürel veya rastlantısal işbirlikleriyle ortaya çıkan yapılanmalara da ışık tutuyor. Aynı zamanda Türkiye içinde, İslâm Devleti bürokrasisinin yönlendirmesiyle faaliyet göstermiş kurumları, bu kurumlar tarafından yürütülmüş tıbbi yardım şebekelerini, sınır geçiş trafiği ile silah ve patlayıcı sevkiyatlarını da araştırıyor.
Bu kapsamlı çalışmanın en önemli noktalarından biri de yapılanmanın örgütlenme biçimleri. Eroğlu çalışmanın bütününde örgütlenme biçimleri, lojistik destek, medya ve yerel çalışmalar konusunda titizlikle dururken aynı zamanda IŞİD’in yeni sürece entegre edilmesi olarak tasarlanan ılımlılaştırma çabalarına da odaklanıyor. Örneğin bu durumda Türkiye IŞİD’i ve İslam Devleti’ni ayrı ayrı ele alma çabasının gereklerini de görebilmek mümkün. Ilımlılaştırma çabalarının bir anlamda siyasal çıkarlarla örtüştüğünün ve bunun yansıması olduğunu belirten Eroğlu, yerel yetkililerin faaliyetlerin önlenmesi konusunda imtina ettiği kimi çabaların bu siyasal çıkarlarla bağlantılı bir olgu olduğunu ifade ediyor.
Meselenin ilgi çekici boyutlarından biri de Eroğlu’nun bu çalışmayı salt bir örgüt ve onun uluslararası ilişkiler anlamında girdiği grift ilişkilere odaklanmaması. İşin sosyolojik boyutu dediğimiz kısmında birebir sohbetlerden çıkarılan sonuçlar ile olgunun başka bir kısmına tutulan mercek ise okuyucuya daha derinlikli bir perspektif sunuyor.
Doğu Eroğlu, IŞİD içinde örgütlenen kişilerle söyleşi yapıp, aileleriyle görüşüp, radikalleşmenin yaşandığı sıcak noktaları inceleyip, bu mahallelerde yaşayanların gözlemlerini derleyip, haklarında dava açılanların dosyalarında yer alan iddiaları değerlendirip, bu bilgileri daha da derinleştirerek, bir Türkiye IŞİD’i örgütlenmesini ortaya çıkarıyor.
Buradaki önemli noktalardan biri ise kentsel dönüşüm adı altında gerçekleşen ya da ülkenin genel yapısının kişilerde ortaya çıkarmış olduğu kimi reflekslerin örgütün kitleselleşmesi anlamında nasıl bir etkide bulunduğu. Yapılan kimi sohbetlerden ortaya çıkan çarpıcı detayların bu anlamda verili kimi yaklaşımların yüzeyselliklerini de açığa çıkarıyor oluşu bu anlamda kitabın kapsam ve içeriğinin de zenginliğini ifade etmiş oluyor.
Özellikle çeşitli mahrumiyetlerle yaşamaya zorlanan bireylerin İslam Devleti’ne hicret etme fikrine sıcak bakmalarının hiç de şaşılacak bir durum olmadığını gördüğünü ifade ediyor Eroğlu. Maddi ve manevi biçimde yerinden edilmiş, toplumsal pozisyonunu muhafaza edemeyen şahısların yalnızca maddi olarak daha geniş imkânlar için değil, kendilerinden daha büyük bir yapının parçası olma, kabul edilme ve değer görme gibi toplumsal eksenli sebeplerle de onların deyimiyle “cihada” katılabilmelerinin nedenlerine dair sorulara da farklı bir yaklaşımla cevaplar arıyor. Dolayısıyla IŞİD/İslâm Devleti oluşumunun Suriye ve Irak’ta çözülmesinin Türkiye’de Selefi cemaatini ortadan kaldırmadığına dikkat çeken çalışmanın bütününde, hem meselenin yüzeysel bir terörizm faaliyeti olmadığı, hem de onu ortaya çıkaran nedenlerin temeline de vurgu yapmış oluyor.
Işid Ağları
Doğu Eroğlu, İletişim Yayınları, 2018, 488 s.