Psikanalist deyince zihnimizde beliren temsil nasıl biri?
Belki Freud’un etkisinden sıyrılabilmiş değil. Psikanaliz ve Freud, birbirinden neredeyse ayrılmaz bir şekilde ikili dolaşırlar insanların zihninde. Dolayısıyla psikanalist deyince zihinlerdeki temsilin erkek, nispeten yaşlı ve gülmeyen biri olması epey muhtemel. Oysa Freud’un üzerine psikanalitik teoriyi ve uygulamayı geliştiren, dönüştüren çok fazla kişi oldu. Ancak pek çok kişi bu Freud sonrası analistleri ya çok az bilir ya da bilmez. H. S. Sullivan, D. W. Winnicott, W. R. D. Fairbairn, O. F. Kernberg, H. Kohut, J. Lacan… Kadın psikanalistler de var elbet; M. Mahler, M. Klein, S. Spielrein, L. A. Salome… Bunlar aklıma gelenler. (İlgilenenler için Mitchell ve Black’in Freud ve Sonrası kitabı güzel bir kaynak olabilir.)
Ancak bir Freud varmış, başka da kimse yokmuş, psikanaliz de Freud’un yaptıklarıyla sınırlıymış gibi bir rüzgâr esiyor. Bu rüzgâr beni üşütüyor. Alandan olan arkadaşlarımın bile psikanaliz hakkında böyle bir algıya sahip olmaları gerçeğine çarpıp duruyorum sohbetlerde sık sık. Psikanalizi “çok katı”, “çok sert”, “çok yavaş”, “modası geçmiş”, “günümüz insanının ihtiyaçlarına cevap vermeyen”, “semptomu geçirmeyip hastaya acı çektiren” bir pratikmiş gibi yani adeta öcüymüş gibi anlatıyorlar. Psikanalist ise “sessiz”, “duvar gibi”, “sert yorumlar yapan”, “asık suratlı” biri onlar için. Neden böyle bir algı var, bu algıya zemin hazırlayan meselelerde psikanalitik camianın nasıl ve ne kadar sorumluluğu var bunlar hep üzerine daha fazla kafa yorulabilir şeyler. Bu camia da kendisine özeleştiri yapma kapısını açık tutmalı; bunu en iyi becerebilecek olanlardan biri zaten onlar. Kendim de psikanalitik yönelimle eğitim gören, bu alana gönlünü kaptırmış biri olarak “Neden böyle görünüyoruz dışardan? Neden empatiden yoksun bir pratik gibi yer tutuyoruz zihinlerde?” sorularını soruyorum. Psikanaliz gerçekten esneklik barındırmayan bir pratik mi?
Psikanaliz için, psikanalize yönelik bahsi geçen olumsuz algı için hayırlara vesile olacağını düşündüğüm bir işe girişip Empatik Bir Psikanalizden Kesitler kitabını yazmış Serge Tisseron. Öfkeyi bu kadar güzel ve işlevsel kullanabilmesine hayranlıkla haset karışımı hisler besleyerek okudum Tisseron’un kitabını.
Kitabın güzelliği ve etkisinin büyük olacağını düşündüğüm özelliği, yazarın kendi psikanaliz sürecinde yaşadıklarından oluşması. Onu samimi, etkileyici ve kıymetli yapan şey bu. Kendisi de psikanalist olan Tisseron kitabında Didier Anzieu ile analiz sürecinden kesitlere yer veriyor. Otuz kısa anekdot ve bu anekdotların kapı açtığı otuz terapi meselesi var. “Karşılaşma” ile başlıyor. Randevu aldığınız andan itibaren (hatta bence daha da öncesi: kimden randevu alacağınıza karar verdiğiniz yani terapistinizle iç dünyanızda karşılaştığınız ilk andan itibaren) süreç başlıyor. Analistin ofisinin muhiti, ofiste çalışanlar, ofisteki eşyalar bunların hepsi henüz yüz yüze karşılaşmadan önce bile ona dair onlarca bilgi veriyor. Tüm bunların sonrasında bir seans yaşanıyor, iki öznellik birbiriyle karşılaşıyor, çarpışıyor, kendi ritimlerini bulmaya çalışıyor. “Karşılaşma” bölümünde, hem okurlar olarak biz kitapla ve yazarla karşılaşıyoruz hem de yazarın analistiyle karşılaşmasının ondaki izlenimlerini kendi gözlerimizle onun dilinden görüyoruz. Sanırım Tisseron’un analistiyle karşılaşmasında hissettiği şaşkınlık gibi, biz de böyle bir kitapla karşılaşmanın olumlu şaşkınlığını yaşıyoruz. Bu bölüme dair en sevdiğim sözü bölümün sonunda paylaşıyor yazar: “Bir terapiste güven duymak cesur bir harekettir.” Bu bölümü okuduğumda, psikanalize yönelik olumsuz algıyı dönüştürebileceğine dair güven duydum; cesaretimi de fark ederek sevindim.
Yorumlama
Gördüğüm kadarıyla, psikanalize dair olumsuz algının büyük parçalarından biri analistin “tek gerçek kendisininki” imiş gibi bir tavırla yorum yapmasıdır. Yorum “yapılır” mı, yoksa hastaya “sunulur ve önerilir” mi? Tisseron’un deneyimi, analistinin ona yorum yaparken “kendi yolunu araştırma aşamasında analistininkilerin önünü kapamasına müsaade etmeyen” bir tutumu içselleştirmiş olduğuydu. Analistinin yaptığı yorumlar, Tisseron’un tek ve değişmez gerçeği değildi; yorumu kendisine göre uyarlama ve değiştirme olanağı her zaman kendisine tanınıyordu. Yorum da tartışılabilir, kabul edilmeyebilir, yanlışlanabilir, hatta yanlış olmasından yola çıkıp hastayla ilgili daha gerçek yollara varmaya vesile olabilirdi. “Empati” dediğimiz şeyin hakikati bu olabilir mi?
Bilmiyorum
“Bilmiyorum” bölümünde Tisseron, analisti Anzieu ile paylaştıkları en önemli şeyin merak olduğunun altını çiziyor. Bazen -hatta belki pek çok zaman- analistin de kafası karışır. Danışanın/analizanın getirdiği ve odaya bıraktığı ruhsal malzemeler birbirleriyle -henüz- bağlantısız bir biçimde orada dururlar. Ancak analiste atfedilen rol, onun “biliyor” olduğudur. Analistin “biliyormuşçasına” bir tavır takınması, bildiğini düşünse dahi, ne empatiktir ne de sahicidir. Bazen “bilmiyorum” demesi, çalışmayı ilerleten bir etkiye sahip olabilir. Ayrıca analistin de “insan olduğunu” hatırlatır.
Birlikte zorlukla /zorlukta kalabilmek
Okurken içimi ısıtan bölümlerden biri olan “Aynı Sularda Yüzmek”, bana tekrar tekrar terapi deneyiminin ne kadar eşsiz ve ne kadar değerli olduğunu anımsattı. O odanın içindeki iki kişi (Ogden’ı anmadan geçmeyelim, analitik üçüncü ile birlikte üç kişi aslında) danışanın zorlukları, acıları, hayal kırıklıkları, yükleri ile baş başa. Bütün bunlarla kalabilmek, yalnızca o odanın içinde durabilmek bile epeyce zor bir deneyim. Ancak, Tisseron’un bahsettiği gibi “biz” olabilmek ve bunu söyleminde de kullanabilmek bu zorlukta kişinin yalnız olmadığına vurgu yaparak güvende hissettirebilir. Anzieu’nun, Tisseron için zor bir seansın ardından “Bugün iyi çalıştık.” demesindeki destekleyici ve empatik tavır, psikanaliz pratiğine dair “acılarla dolu çileli bir süreç” algısına meydan okuyabilir.
Kitaba dair bu yazıyı sonlandırırken, Tisseron’un şu sözlerini dile getirmeye niyetlendiğimi fark ediyorum: “Söz konusu en önemli sorular olduğunda, yanıtları tek başımıza bulmamız gerekir.” Ben de bir soruyla başlamıştım yazının başlığında. Umarım, empatik bir Öteki’nin varlığında güvenle sorularınızı sorar, şansınız yaver giderse de yanıtlarınızı bulursunuz.
Empatik Bir Psikanalizden Kesitler, Serge Tisseron, Çev. Defne Satgan Gaubon, Bağlam Yayıncılık, 2019, 176 s.