Merhaba boşluk, merhaba… merhaba…
Bağırmanıza hiç gerek yok.
Neredesiniz?
Burada, orada, her yerde.
Ne kadar hoş bir sesiniz var.
Teşekkür ederim.
Bu söyleşiyi yapmaya girişmek konusunda kararsız kaldığımı itiraf edeyim.
Neden diye sorabilir miyim?
Pekâlâ, boşluk her şeyin ötesinde hiçlik olduğu için, tek yanlı bir söyleşi olacağını düşünüyordum.
Fikrinizi değiştirmiş olmanıza sevindim, ama ben hiçlik değilim.
Bir şey misiniz?
Kesinlikle.
Nesiniz?
Boşluk.
Evet, fakat boşluk her şeyin yokluğudur. Her şeyi çekip alırsanız, hiçliğe sahip olursunuz. Bu nedenle hiçliksinizdir, gücenmenize gerek yok.
Mantığınız iyi, fakat varsayımınız yanlış. Ben her şeyin yokluğu değilim.
Öyleyse nesiniz, boşluk nedir?
Pekâlâ, düzenli parçacıklar içermeyen bir uzay bölgesini düşünün; atom yok, elektron yok, foton yok, vs.; o zaman geriye kalan, benimdir.
Ama…
Devam etmeme izin verin. Hiçlik değilim, bütün bunları çıkardıktan sonra geride kalan çok zengindir ve karmaşık yapılıdır. Suyu hiç yüzeyinin gerçekten fokurdadığı, buhar çıkışıyla birlikte küçük su damlacıklarının saçıldığı ve sonra geri döndüğü noktaya dek kaynattınız mı?
Evet.
Beni de böyle düşünün.
Bu benim boşluğu daha önceki algılayışıma bütünüyle ters düşüyor.
Güzel, demek ki beni anlamaya başladınız. Bu arada, havayı temizleyebilir miyim?
Bunun için sizden daha isabetli bir şeyi düşünemiyorum, lütfen yapar mısınız?
Teşekkür ederim, bu uydurduğunuz bir cümleyle ilgili; hiçlik gerçeklikten uzaktır ve ben bunu oldukça aşağılayıcı buluyorum.
Hangi cümle?
Onu ağzımdan zorlukla, inleyerek çıkarabilirim.
Aaaa, neyi kastettiğinizi sanıyorum anladım…
Söyleyin lütfen, umarım son kez duyuyorumdur.
Bu cümlecik, “Doğa boşluktan hoşlanmaz” mı?
Evet, öyle. Ben doğanın bir parçasıyken, doğa benden neden hoşlanmasın? Gerçekte, doğa sever beni, onun büyük bir parçasıyım. Bir atomun içindeki ufak bir bölgeden yıldızlararası bölgedeki geniş boşluklara çoğunlukla ben varım; boş yerleri kaplarım. Doğanın her yerde, her zaman bulunan en yaygın kısmıyım.
O cümleyi bir daha asla ağzıma almayacağıma eminim. Söylediğiniz bir şeyle ilgili bilgi almak isterim.
Buyrun lütfen.
Boş başlığını kastetmiyorum, ama eğer, söylediğiniz gibi bütün parçacıkları, bütün atomları vs. kaldırırsak, böylesine yaşamsal bir yapıyı yaratabilmek için geride ne kalır?
Kalıntı parçacıklar terimi içinde düşünmeyin. Gerçekte, düşündüğünüz bu parçacıklar genellikle benim yolumda ele geçirdiklerimle ilgilidir. Kendi parçacıklarımı yaratıyorum.
Boşluk parçacıklar mı yaratıyor?!
Evet yaratıyorum ve sonra onları yok ediyorum. Gerçekte, kaynayan suyun yüzeyinde yarattığı balonların, buharın ve damlacıkların kısa süre yaşaması ve sonra ortadan kaybolmaları gibi, ben de parçacıklar yaratırım. Genellikle parçacık çiftleridir ve onları her zaman yok ederim. Açıkçası, olduğum şey için kendimi şanslı hissediyorum, Evren içindeki en heyecan verici varlığın kendim olduğu düşüncesindeyim, kimse gücenmesin.
Bu büyüleyici, fakat eğer dış uzayın içine doğru bakarsak, basbayağı karanlık görüyoruz, uzayın bu bölgeleri cidden boş görünüyor.
Geniş ölçekte düşündüğünüz gibidir; tanımladığım bu etki fark edilebilir değildir; ama mikroskobik ölçekte oldukça büyüktür.
Korkarım bir sorunum var. Hiçlikten parçacıkları nasıl yaratabilirsiniz, bu enerjinin korunumunu çiğnemez mi?
Evet eder.
Ama bu olanaksız.
Korkarım olanaklı.
Yani en el üstünde tuttuğumuz düşüncemiz olan enerjinin korunumunu çiğneyebiliyorsunuz?
Bunu her zaman yapıyorum, açıklayabilir miyim?
Buyrun lütfen.
İnsanların çoğu, deterministik bir Evren’e dair katı bir inanca sahiptir. Bu kavramlar size ilk günlerinizden son günlerinize dek öğretilir.
Öyle farz edelim.
Hidrojenle söyleşinizden de bildiğiniz gibi, kuantum mekaniğine göre bu yanlıştır. Bunun yerine, ölçtüğünüz niceliklerle bağlantılı içsel belirsizlikler vardır. Hidrojen, cisimlerin taşıdığı kesintililik ve belirsizliği vurgularken çok haklıydı.
O söyleşiyi okudunuz mu?
Oradaydım, bütün söyleşiniz boyunca orada bulunuyordum.
Elbette, lütfen devam edin.
Pekâlâ, enerji, belirsizlik hakkındaki niceliklerden biridir.
Evet, biliyorum.
Öyleyse, onun kesin değerini saptayamazsanız, aynı kalacağını söyleyemezsiniz. Bir anda, sıfır olacağını kabul edebilirsiniz, ama bir an sonra sıfırdan farklı olabilir. Öyle ki, daha kısa zaman aralığında özgülleştiğinizde, enerjideki belirsizlik daha büyük olur.
Evet ama bilmem ki, bu basitçe enerji değişebilir demek mi? Cebimde ne kadar para olduğunu bilmiyorum, ama miktarının değişmeyeceğini biliyorum.
Kötü bir örnek oldu.
Neden?
Çünkü en temel noktayı kaçırdınız. Hakkında konuştuğum bu belirsizlik, doğanın özüdür; sizin cisimlerin ne olduğu ya da ne olabileceğine dair malum cahilliğinizi göstermezler. Para örneğiniz bu doğadadır, belirsizlik sadece sizin zihninizde vardır, gerçeklikte yoktur. Benim ve hidrojenin konuştuğu kuantum belirsizliği, doğanın kendi içine temel olan içsel belirsizliktir.
Öyleyse neden beta bozunması üzerine bu kadar çok endişe var? Nötrino, enerjinin korunumunu açıklamak için kendisinin icat edildiğini anlatırken, sizin de orada bulunduğunuzu varsayıyorum.
Şunu söylediğimi anımsayın: Daha kısa zaman aralığına özgülleştiğinizde, enerjideki belirsizlik büyür. Aksine, daha uzun zaman aralığında, enerjideki belirsizlik daha küçük olur. Enerjinin korunumunu çiğneyebilirim, ama bunu yalnızca, çok kısa bir zaman için yapabilirim. Yaptığınız deneylerde, zaman çok uzundur; yani enerji korunuyordur.
Anlıyorum, yani bazı parçacıklar yaratabilirsiniz ama kısa bir zaman sonra onları yok edersiniz. Enerjinin korunumunu çiğnersiniz, ama çok kısa bir süre için.
Elbette. Daima, elektronları ve pozitronları, protonları ve anti-protonları ve diğer şeylerin çoğunu yaratırım. Çok zengin ve dinamik bir yapım vardır, eylemle doluyum.
Sizin hakkınızda spekülatif bir soru sormaya cüret edebilir miyim?
Tabii ki edebilirsiniz.
“Dünyamızın kuantum doğasından dolayı ölçtüğümüz her şey belirsizdir” ve hidrojenin söyledikleriyle uyum içinde, “Cisimler sürekli değildir” dediniz.
Evet, devam edin.
Bana öyle görünüyor ki, aynı zamanda uzayı ve zamanı ölçüyoruz. Bir şeyin boyunu ölçebilirim ya da iki olay arasında ne kadar zaman geçtiğini ölçebilirim, üstüne bu nicelikler kesinlikle süreklidir. Yani kuantum kuramına bağışıklığınız mı var?
Bu bir hastalık değil; ama hayır, bağışıklığım yok.
Öyleyse, sürekli değilsiniz?
Hayır.
Bu nasıl olabilir? Sürekliliği olmayan bir uzayı nasıl hayal edebilirim, bilmiyorum bile. Kesinlikle zaman süreklidir.
Hayır.
Uzay ve zaman sürekli değil midir?
Hayır.
Bunu açıklayabilir misiniz, lütfen?
Evet. Her şeyden önce bu etki, inanılmaz uzaklıklarda ve inanılmaz kısa zamanlarda ortaya çıkar. Sizinle yanınızda duran bir çekirdek arasındaki büyüklük oranı neyse, çekirdekten aynı oranda küçük bir uzunluk hayal edin. Bu Planck uzunluğudur, 10-33 cm’e karşılık gelir. Planck uzunluğunda, uzay ve zamanın kuantum doğalarının ortaya çıkacağına inanabilirsiniz. Aslında, bu ölçek, uzayın kuantum doğasını gösterir. Delikli bir cismi köpükle kapladığınızda, üzerindeki köpük daha çok deliklidir. İki ayrık bölgeyi bağlayan bir kulpla aşılanmışcasına, çoklu bağlantılı olabilecek bir yerdir. Bunu anlayabildiniz mi?
Gayret ediyorum.
Şimdi, benim ruhumun içini görüyorsunuz.
Bu keşfedildi mi?
Hayır, bu noktada, sadece sizin bir beklentiniz durumunda. Bazı insanlar bunu varsayıyor. Kuantum mekaniğinin çok kuvvetli kanıtlarına rağmen, uzay ve zaman ilgisizmiş gibi düşünülür ya da bir dakika önce düşündüğünüz gibi, kesintisiz olarak tanımlanırlar. Küçük ölçekte ne olduğuna dair diğer tartışma sıkıntı değildir; biliminsanları bunun üzerine düşünmeyi reddeder.
Yani bu konu üstünde, süregiden çok fazla araştırma yok.
Birkaç cesur ruh, gerçeğin fırtınalı denizlerinde, denize açılmaya gayret etti; ama çoğu, daha kazançlı pratikler içine yerleştiler. Yarım yüzyıldan biraz daha fazladır bildiklerini ispatlamak için deneyler yaptılar. Sarmal gökadanız, tam üstüne basmıştı, “Kendinize soru sormak zorunda kalırsınız, Evren hakkındaki her şeyi gerçekten öğrendiniz mi? Eğer öyle olsaydı fizikçilerin kuarkları aramayı bırakmaları ve uygulamalı konulara geçmeleri gerekirdi; örneğin daha iyi tost makineleri tasarlamaya çalışmak gibi. Yoksa büyük ve keşfedilmemiş bir denizin varlığını ortaya çıkaran ilk adımı mı attınız?” Çoğunuz daha iyi tost makineleri tasarlıyor.
Bunu açıkladığınız için teşekkürler. Bir dakika geriye dönersek, eğer dert etmezseniz, sizin betimlemenizde aklımı hâlâ kurcalayan bir şey var. “Bir boşluk üretmek için, bütün parçacıkları uzaklaştırmanız gerekir” dediniz.
Tam olarak öyle değil; bütün düzenli parçacıkları uzaklaştırmaktan söz etmiştim.
Böyle bir ayrım mı var?
Düzenli parçacıklar diyerek, doğrudan görebildiğiniz ya da ölçebildiğiniz parçacıklara gönderme yapıyordum. Göreli olarak uzun bir ömre sahip oldukları için, bu parçacıklar koruma yasalarını çiğnemez. Rutin olarak yarattığım ve yok ettiğim parçacıklara sanal parçacıklar denir; bunlar enerjinin ya da momentumun korunumunu çiğnerler.
Anlıyorum, yani siz kısa bir zaman için sanal parçacıklar yaratabiliyorsunuz.
Evet, ama bu istemsiz bir çaba. Sırası gelmişken, yaptığım sadece sanal parçacıkları yaratmak değil. Sizin telaşlı bozon, kuvvetlerin kökenini açıklarken şunları söylemişti: “Tam olarakolan şey şu; bir elektron, değiştokuş parçacıkları, fotonlar oluşturur ve bunlar da diğer elektronlarca emilir. Foton değiştokuşu aralarındaki kuvvetin esas kökenidir.”
Mükemmel bir hafızanız var.
Teşekkür ederim. Bozon bunu söylememişti, ama değiştokuş parçacıkları sanal parçacıklardır.
Anlıyorum. Sizin sergilediğiniz bu dinamizmi gözlemleyebildik mi, merak ediyorum?
Dolaylı olarak, evet. Örneğin, düzenli parçacıkların yanına sanal parçacıkları yaratmaktan hoşlanıyorum. Bunu yaptığımda, benim sanal parçacıklarımın varlığı, sizin düzenli parçacıkları ölçme yönteminizi etkiliyor.
Örneğin?
Pekâlâ, boşluk polarizasyonu (kutuplanması) buna bir örnektir. Hidrojenin yanında bir pozitron ve elektron yarattığımda, yayımlanan ışığın dalga boyu oldukça az değişir, bunu Lamb kayması diye anarsınız.
Yani sizin etkiniz çok küçük olsa bile, gözlediğimiz bu etkiyle, sizi dinamik bir yapı olarak düşünmek zorundayız.
Kimi etkim küçüktür, ama kimisi küçük olmayabilir.
Ne demek istiyorsunuz?
Size, sıfır noktası enerjisinden söz etmemiştim.
Öyleyse, lütfen söz edin.
Bildiğiniz gibi, kuramlarınız doğanın pek çok yönünü tanımlamada bayağı başarılı olmuştu. Yaptığınız söyleşilerin çoğunda görülebileceği gibi, en iyi kuramlarınızdan biri kuantum kuramıdır.
Evet.
Pekâlâ, bu kurama göre, ben sonsuz enerjiyi desteklerim.
Kulağa olanaksız geliyor.
Bir parça okkalı gibi…
Bu doğru değil, değil mi?
Bu kuramın orijinalinde vardı, ama bundan kurtulmak için kuramda küçük değişiklikler yaptınız. Kullandığınız bir argüman şuna dayanıyordu, herhangi bir deneyde yalnızca enerjide ki farklılıklar ölçülebilir, bundan dolayı da sabit değeri gerekli kılan bakış açısını başınızdan attınız.
Sonsuz olduğunda bile mi?
Bu argümanın nasıl geliştirildiğiyle ilgili bir konu, ama başka olasılıklar da var. Örneğin, sıfır noktası enerjisi belki orada kullanılabilir, fakat başka nedenlerden ötürü gerçekte sonsuz değildir.
Daha önce hiç ölçüldü mü?
Bir fizikçi gibi düşünmeye başladınız.
Bunu iltifat kabul ediyorum, ölçüldü mü?
Gerçekleştirilen gelmiş geçmiş en büyüleyici deneylerden biriydi.
Bu değerlendirme de nesnel misiniz?
Kesinlikle değilim.
Bu deney?
Casimir etkisi olarak adlandırılır.
Hangisi?
İki metal levhanın, paralel olarak birbirine çok yakın tutulduğunu düşünün. Bu levhalar, hiçbir elektrik yüke ya da akıma sahip değiller, yani elektromanyetik kuvvetler söz konusu değil. Küçük bir kütleçekimsel etkiye sahipler, fakat bunun Casimir kuvvetiyle hiçbir ilgisi yok.
Yani, kütleçekimini ihmal edersek, gerçekte levhalar arasında hiçbir kuvvet yok.
Kesinlikle. Şimdi benim sıfır noktası enerjimin etkisini incelediğinizi düşünelim. Sonsuz olsa bile, sıfır noktası enerjisinin levhalar arasında mütevazı bir çekim kuvveti üretebileceğini öngörebildiniz.
Bu ölçülmüş müdür?
Ölçülmüştür. Sıfır noktası enerjisinin bulunduğu gerçeğinin en şaşırtıcı örneklerinden biridir.
Ölçülen bu kuvvetin başka bir kaynağı olmadığına emin misiniz?
Dürüst olmak gerekirse, bunu metaldeki atomların arasındaki bir kuvvet olarak yorumlayabilirsiniz; ama sıfır noktası enerjisinin hesaplanması ölçülen kuvvetin kesin değerini verir diyen olgu işi zora sokar. Ayrıca, belirtmeliyim ki, ben yalnızca mobilyaları koruyan bir evim. Başka bir söyleyişle, Casimir etkisindeki sıfır noktası enerjisi elektromanyetik alandan doğar, içinde oturduğu yapıyı ben sağlarım.
Gerçekten ne kadar karmaşık olduğunuzu yeni anlamaya başlıyorum, çalkantının boş denizi enerji ve parçacıkla doluyor.
Bu resmin sadece bir kısmıdır. Gençliğimde, aşırı açıksözlüydüm.
Yaşınızı mı kastediyorsunuz?
Elbette, doğdum ve sizler gibi her geçen gün ben de yaşlanıyorum.
Kabul etmek zorundayım ki, bir başka patlama ayaklarımı yerden kesince, cisimleri anladığımı düşünmeye başladım.
Şanslısınız. Açık fikirliliğinizi korumalısınız ve cisimlerin hiç de göründükleri gibi olmadığını fark etmelisiniz.
Gayret ediyorum; ama ne zaman ve nasıl, nerede doğdunuz?
Yaklaşık 15 milyar yıl önce.
Bu aşağı yukarı Evren’in yaşı değil mi?
Evet, Büyük Patlama içinde yaratıldım.
Kara delik Büyük Patlamadan söz etmişti, ama bu konunun peşine düşme fırsatını hiç yakalayamadım.
Büyük Patlama her şeyin başlangıcıdır. Zaman ilerlerken, enerji maddeyi dönüştürdü ve tersi de oldu, fakat onun bütün yaratımı bir andaydı. Eşit ölçüde önemde, uzay ve mekân o anda yaratıldı.
Bir dakika durun, tamamen boş bir kara uzay içinde, devasa bir patlama olarak resmediyorum Büyük Patlamayı. Bu yanlış mı?
Uzaktan yakından alakası yok. Hiçliği hayal etmek çok zordur, yani sizi ayıplamayacağım. Buna rağmen, Büyük Patlamadan önce, zaman yoktu, uzay yoktu ve tabii ki, boşluk yoktu. Büyük Patlamadan önce hiçlik vardı.
Bunu anlamak çok zor.
Büyük Patlama olarak anılmasının nedeni budur.
Neden?
Pekâlâ, 20. yüzyıldan önce, her şey yolundaydı. İnancınıza göre, Evren genişlemiyordu, her zaman gördüğünüz gibiydi. Hoş, basit, ama yanlış.
Ne oldu?
Edwin Hubble, 1920’de, uzaktaki gökadaların bizden uzaklaştığını fark etti. Aslında, ne kadar uzaktalarsa, o kadar hızlı hareket ediyorlardı. Bu en sonunda, genişleyen bir Evren’in doğal sonucu olarak yorumlandı.
Takip edebildiğimden emin değilim.
Kafanızda bir yiyeceğin çapında bir balon canlandırın. Balon üzerine rasgele noktalara iki düzine madeni parayı zamklayın.
Tamam.
Şimdi balonu şişirin ve madeni paraları seyredin. İki şey fark edeceksiniz. Her bir madeni para, diğer madeni paraların hepsinden daha da uzaklaşacaktır. Sizden en uzaktaki madeni paranın en hızlı uzaklaşan olduğunu da fark edeceksiniz. Balonu iki boyutlu bir uzay olarak düşünebilirsiniz; madeni paraların hareketi de, genişleyen bir Evren için karakteristiktir.
Anlıyorum.
Güzeeel. Evren’de madeni paralar gökadalar ya da gökada kümeleridir; balonun yüzeyi içinde yaşadığımız eğri uzaydır. Hepsi Büyük Patlama ile başlamıştır.
Neden Büyük Patlama olarak adlandırıldığını açıklayacak mısınız?
Pekala, başlarda herkes bu görüşü kabul etmemişti. Her şeyin bir anda hiçlikten doğmuş olduğunu düşünmenizi beklemek, hayal gücünüzü çok zorlayacak bir istektir; Evren’in genişlediğinin deneysel bilgisiyle yüzleşmişseniz ve hâlâ Evren’in her zaman neyse öyle olduğuna inanıyorsanız, tek bir olasılık kalıyor.
Neymiş o?
Sürekli oluşum ya da sabit durum. Bu model içinde Evren genişlerken, ilerledikçe sürekli madde yaratır. Bu Evren’in genişlemesini olanaklı kılar, ama ortalamada, zaman aktıkça aynıymış gibi görünür.
Sabit durum modeli kabul edilmedi mi?
Hayır, ama bir süreliğine çatışma şiddetlendi ve sabit durum avukatları, modelle dalga geçmeye çalışırken Büyük Patlama deyimini uydurdular; bu ad tutuldu ve artık insanlar bundan hoşlanıyor.
Kara delik, eğri uzayı yeterince açıkladı, siz şimdi sağduyulu bir diğer örnek verdiniz; ama genişleyen eğri bir uzayın altında yatan kuramın ne olduğunu sorabilir miyim?
Einstein’ın genel görelilik kuramı. Einstein’ın bakışında uzayı madde eğiyordu. Kara deliğin örneğinde, balonun yüzeyinde kaldığınızda, yüzeye bükülürsünüz. Pekâlâ, Einstein’a göre, madde üç boyutlu uzayı eğer. Aynı şekilde, zamanı da bozabilir.
Bunu hayal etmek çok zor.
Neyse ki, sizin hayal gücünüz kısa geldiğinde, matematikçileriniz başarılı olur.
Yani, Einstein kuramsal olarak genişleyen bir Evren’de yaşadığımızı kanıtladı.
Pekâlâ, hikaye bir kez daha ironik bir şekil alıyor.
Şaşırmadım. Ayrıntı verecek misiniz?
Einstein, denklemlerini 1915’de buldu. Bu denklemleri Evren’in yapısına uyguladı.
Özür dilerim, ama kuyrukluyıldızın ne dediğini anımsamama izin verin, “Einstein Newton’un kütleçekimi kuramının yerini alacak olan genel görelilik kuramını geliştirdi.”
Bu doğru.
Elmaların ağaçtan nasıl düştüğünü açıklamak için kullandığımızla aynı kuramı mı demek istiyorsunuz? Ya da gezegenlerin Güneş’in çevresinde dönüşü, bütün Evren’e uygulanabilir olabilir mi?
Göklerdeki elmalar, kesinlikle, işte bu fiziğin güzelliğidir. Aslında, bu Newton’un dahiliğinin bir kısmıdır. Newton’un doğa yasasına olan güçlü inancı, yeryüzünde yapılan deneylerden ya da laboratuvar sonuçlarından göklere dair çıkarımlarda bulunabilmesini olanaklı kıldı.
Anlıyorum, yani Einstein da aynısını yaptı.
Evet, ama kendi denklemlerine bir çözüm bulamayacaktı.
Ne kadar moral bozucu!
Onun varsayımında, elbette Evren sabitti.
Bu Hubble’in gözlemlerinden önceydi…
Evet, ve o zamanda statik Evren kavramı, ruhunuz gibi bilinciniz içinde de derinlere işlemişti. İçine girilemeyen bir kale gibiydi, çürütülemezdi ve tartışılmazlığa terk edilmişti.
Şimdi ne kadar doğal geliyor bize…
Gerçekten öyle. Bataklık kumu üzerine inşa edilmiş kaleler gibi, düşüncelerinize böyle kılavuzluk yapan başka kaç tane temel inancınız vardır?
Artık bize anlatacaklarınızı tahmin edemiyorum.
Kusura bakmayın, ama hikâyemi anlatmaya devam edeceğim. Einstein, denkleminin statik, homojen bir Evren tanımı sağlayamadığını fark etti. Bir şeylerin değişmesi gerektiğini biliyordu.
Statik Evren varsayımını değiştirmedi mi?
Hayır, bataklık kumu, hâlâ toprak olarak görünmüyordu. Denklemini değiştirdi! Ona şimdilerde kozmolojik sabit denilen bir ek yaptı. Bu sabitten hoşnut değildi ve sonraları bundan hayatının en büyük gafı olarak söz edecekti. Denklemi içindeki bu ek terimle, bugünlerde artık yanlış olduğunu bildiğimiz bir çözüm üretebildi.
Demin gönderme yaptığınız ironi bu mu?
Hayır, bu bir ironi karışımı ve Pandora’nın kutusu. Doğrusu, Einstein’ın denklemlerinin zaman evrimsel çözümü, daha sonra bulundu ve kozmolojik sabitin yersiz ve gereksiz olduğu anlaşıldı.
Yani kozmolojik sabit bırakıldı mı?
Hayır, onu konuştuğumuza göre, kutunun içine asla geri konulmadı. Aslında, 20. yüzyılın sonuna doğru, sıfır noktası enerjisi ortaya çıkarken, fizikçilerin çoğu onu dikkate aldı.
Yani resme geri döndünüz.
Resmi asla terk etmedim ki. Bir sıkıntı vardı; hesaplamalar, kozmolojik sabitin, eğer sıfır noktası enerjisinden doğuyorsa, 100 basamaklı büyüklükten çok daha büyük olacağını gösterdi.Bu sayıyla, Evren bir kıvılcımla varlık kazanmış olur ve bir flaşla da gidecektir.
Yani, kuram bütün her şeyden sonra yanlış mı?
Bazı kısımları yanlış, bunların nerelerde olduğunu bulacağınıza eminim. Ek bir ironi, hidrojen atomunuzun söz ettiği gibi, Einstein’ın kuantum kuramından hoşlanmamasıdır. Onun öngörülerinin verdiği terimleri, Einstein ömrünün en büyük gafı olarak adlandırmıştır.
Çok ilginç. Yani, kozmolojik sabiti hiç getirmemiş olsaydı; Evren’in genişlediği öngörüsüne olasılıkla Einstein da varacakmış gibi görünüyor.
Ya da anlaşma yapacaktı, ama evet, o görüşü üretebilmesinin nedeni budur. Derslerinizi unutmayın, cisimleri görmenin yolu oradadır ve konuştuğunuz yollar değildir, çok daha zordur. Ayda dikilerek, Atlantik Okyanusu’nun dibindeki kumları görmek, gerçeği görmekten daha kolaydır.
Umutsuz mu görünüyor diyorsunuz?
Hayır. Sizin ardı arkası kesilmeyen aksaklıklara, doğru olandan çok daha fazla hatalı kuramınız bulunmasına, yanlış yorumlarınıza, yanlış tasvirlerinize ve büyümenizi durduran bütün tost makinesi teknolojilerinize karşın ısrarla çalışmanız, en iyi özelliğinizdir.
Eşyaya dair iyi bir perspektife sahip olduğunuzu söylemenin adil olacağını varsayıyorum.
Temel bir perspektifim var. Her şeyin üzerinde inşa edildiği çerçeve benim, gökadaları çevrelerim ve uzay ve zamanın en uzak bölgelerinin içine işlerim. Meydana gelen ve meydana gelecek olan her olayın bir parçasıyım. Süpernova patlamalarının atımlarını, Evren’in bir ucundan bir ucuna gökadalar boyunca tohumlarını yayarken, hissederim. Minik atomlarıma kibarca mesajlarını iletirken, uzak geçmişten günümüze pulsarların yoğun enerjisini getiririm; atomlarımı onların kişisel anlaşmazlıklarını ortaya çıkarmaya teşvik ederim. Değişim içindeyken ve atomlarımın yeniden doğumuyla bayram ederim ve onlar çağlar boyunca kendi kimliklerini inatla sürdürürken, parçacıklarımın arkasında dururum. Bir kara delik kendi kendini yok ederken, kaybın ağrısını hissederim ve yeni bir yıldızın oluşumu daima doğumun neşesini getirir. Büyük keşifler gözden kaçmış noktalara doğru ilerlerken ve yeni bir kuram, cahilliğin karanlığı içine ışığı getirirken, ben oradayım. Bütün her şey yaratılırken oradaydım ve zamanın sonuna kadar orada kalacağım.
Kaynak:Richard T. Hammond, Evrenle Söyleşiler, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, Şubat 2014, 1.Baskı S.187-200