Burjuvazinin bir halkı vardı. Ezdiği, sömürdüğü, köleleştirdiği bir halkı… Kârını artırmak için emeğine muhtaç olduğu bir halkı…
Küresel burjuvazinin ise bir halkı yoktur.
Burjuvazinin bir ulusal kimliği vardı. Zaten başlarda kendi piyasası anlamında “ulus”u burjuvazi üretti. Emperyalist burjuvazilerin bile kendi “merkez üsleri” anlamında bir ulusları vardı.
Küresel burjuvazinin ise bir ulusu yoktur. Tam anlamıyla “enternasyonalist”tir küresel burjuvazi.
Burjuvazinin bir devleti vardı. Sistemini koruyup kollayacak, düzeninin devamını sağlayacak, aile içi anlaşmazlıkları bir şekilde çözecek ve merkez üssü idare edecek bir devleti vardı.
Küresel burjuvazinin ise bir devleti yoktur. Her devletin şu veya bu oranda içindedir küresel burjuvazi. Bir dönemdir (en güçlü sandığımız devletlerde, örneğin ABD’de bile) devlet içi çatışmaların arttığı görülüyor. Belki de bir “dünya devleti” ütopyasını zorluyor küresel burjuvazi.
Burjuvazinin bir dini vardı. Sömürdüğü kitleler içinde rıza üretimi ihtiyacını sağlamak için kullandığı bir dini. Hıristiyan’dı, Müslüman’dı, Budist’ti, ama bir dini vardı.
Küresel burjuvazinin ise bir dini yoktur. Veya şöyle söyleyelim “çok-dinli”dir. Bir “dünya dini” veya bir “tekno-din” olursa ne âlâ, ama mevcut herhangi bir dinin kabına sığamaz küresel burjuvazi.
Halk, ulus, ülke, devlet, sınır, din tanımayan bir sınıf. Tıpkı virüs gibi…
Devletlerin, dinlerin, ulusların, sınırların ortadan kalktığı bir dünya… Bu, Marx’ın ve Marksistlerin bir rüyası değil, saptamasıydı. Üretim ilişkilerinin iç çelişkilerinin ister istemez böyle bir dünyaya yol açacağına dair bilimsel bir saptama, öngörü… Çatışma bunun burjuvazi eliyle mi (ki bu küresel bir faşizm demek), yoksa emeğin ve emekçilerin eliyle mi (bu da sömürünün ve her türlü ezen-ezilen ilişkisinin yok olacağı bir dünya toplumu) olacağı arasında.
Koronavirüs salgını sürece yayılmış bu çatışmayı tetikledi. Yaşanan savaşın niteliği konusunda berraklaşalım. Dünya bir virüsle savaşmıyor. Virüsün aniden gündeme soktuğu arenada emek ile küresel burjuvazi savaşıyor.
Kitleleri neredeyse bir deney hayvanı olarak kullananlarla emek savaşıyor.
İnsanları bir rakam olarak görenlerle insanlığın binlerce yılda yarattığı değerler savaşıyor.
Emekçileri işsizliğe, yoksulluğa veya virüsün kollarına itenlerle işimiz, emeğimiz, hatta canımız için savaşıyoruz.
Yaşlıları ve hastaları yük gibi gören ve feda eden bir sistemle anamızı babamızı, dedemizi ninemizi kurtarmak için savaşıyoruz.
Hipokrat yemini etmiş bir doktoru kimin öleceğine karar verme noktasına getirmiş bir sistem ile ölümü göze alarak mücadele eden hekimler ve sağlık elemanları savaşıyor.
Bu ölüm-kalım savaşından galip çıkmak zorundayız.