81 yaşındaki, Sosyoloji Profesörü Orlando Patterson her zamanki gibi meşgul görünüyordu. Jamaika doğumlu kölelik ve ırk meseleleri uzmanı, bir ay önce iki bahar kursu vermeye hazırlanırken ada ülkesindeki eğitim reformu hakkında 340 sayfalık bir rapor sunmuştu. Kurs ve çalıştaylarının konuları da toplum ve insan ticareti- kölelik ve bunların toplumun tarihsel yapısıyla sosyolojisine etkileriydi. Tüm bu yoğun tempoyu, çok sayıda yüksek lisans öğrencisine danışmanlık yaparken, bölümündeki çeşitli idari görevleri yerine getirirken ve 26 yaşındaki eşi Anita Goldman ile 17 yaşındaki kızı Kaia’ya ebeveynlik yaparken sürdürmüştü.
Patterson, programından yakın zamanda geri adım atmayı planlamıyordu ve giderek artan sayıdaki akranları arasında da yalnız değildi. Çünkü O, bir kişinin sağlıklı olduğu sürenin uzunluğu ve yaşam beklentisindeki eş zamanlı artışlar ve “sağlıklı yaşam süresi” tarafından yönlendirilen büyük bir demografik dönüşümün parçasıydı.
Harvard Tıp Fakültesinde psikiyatri doçenti ve Harvard T.H. Chan Halk Sağlığı Okulu’nda epidemiyolog olarak çalışan Olivia. I. Okereke: “Sadece ortalama yaşam süresi değil, sağlık süresi de arttığından sonuç olarak, her zamankinden daha fazla sayıda yaşlı insan, iş, bilim, siyaset, kültürel ve sivil yaşam dahil olmak üzere çok çeşitli faaliyetlerle meşgul oluyor ve bu şekilde, sağlıklı yaşam sürüyor gibi görünüyor” diyor.
Patterson, sağlıklı ve aktif kalmanın tavuk-yumurta önermesine benzediğini söylüyor. “Bence ne kadar çok çalışırsanız ve ne kadar çok hedef belirlerseniz, sağlığınız için o kadar iyi olacaktır. İnsanlarla etkileşim kurmak, insanların sizden beklentileriyle ve bu beklentilere verdiğiniz tepkilerle, çalışmak ve düşünmek, benim için hayatı anlamlı kılacak şekilde hayatta kalmanın bir parçası. Bundan vazgeçmek istemem” diye de ekliyor.
ABD Nüfus Sayımı’na göre, 1946 ve 1964 yılları arasında doğan Baby Boomerların(Bebek patlaması, sessiz nesil’i izleyen ve X Kuşağı’ndan önceki demografik grup, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Dünya genelinde ortaya çıkan geniş nüfus artışıyla ortaya çıkan kuşak.) yaşlanması nedeniyle ülkenin 65 yaş ve üstü nüfusu 2010’dan bu yana hızla arttı. Bu insanların daha uzun ve daha sağlıklı yaşamasıyla son 50 yılda nüfus içindeki etkinlikleri de iki katına çıkmış oldu.
Bu elbette, sadece tıp alanındaki uzmanların fark ettiği bir olgu değildi. Geçtiğimiz iki yıl içinde hem COVID pandemisini hem de 6 Ocak ayaklanmasını çevreleyen siyasi krizin ortasında ülkeyi yönetmeye yardımcı olan Temsilciler Meclisi başkanı Nancy Pelosi ve immünolog- Ulusal Alerji Enstitüsü direktörü Anthony Faucive gündemdeydi. Her ikisi de 1940 doğumluydu. Diğer üst düzey liderler de çok genç sayılmazlardı: Başkan Joe Biden Kasım’da 79 yaşında olacak ve Cumhuriyet Senatosu azınlık lideri Mitch McConnell bu ay 80 yaşına girecek. Aslında internet, 80’lerin üzerindeki nüfuzlu kişilerin listeleriyle dolu: aktivist Jane Fonda’dan (84) aktör yönetmen Clint Eastwood’a (91), sanatçı Joan Baez’den (81) ve oyuncu Rita Moreno’ya (90) kadar pek çok kişi sayılabilir.
Seksen doksan yaş arasındakilerin gençliklerini iyi geçirmiş oldukları çoktandır düşünülüyordu. Gerontoloji Anabilim Dalı başkanı MD Lewis Lipsitz, anne ve çocuk sağlığı bakımı, sanitasyon ve halk sağlığı önlemlerinin yanı sıra aşılar ve antibiyotikler gibi tıbbi iyileştirmelerin uzun ve sağlıklı bir yaşamı günümüzde istisna olmaktan çıkardığını belirtiyor.
Demografik sıkıntılar
20. yüzyılın başlarında, ortalama yaşam süresi yaklaşık 50 yıldı ve bundan daha uzun yaşayan insanlar bunu sıklıkla kronik fiziksel ve zihinsel rahatsızlıklarla yaşadılar. Lipsitz, şimdi ortalama yaşam süresinin 80’lerde olduğunu, bunlarının çoğunun bilişsel ve fiziksel olarak güçlü kaldığını, yaşlılıklarının tamamı olmasa da çoğunu hastalık veya sakatlık olmadan yaşadıklarını vurguluyor.
“Uzun ve başarılı hayatlar yaşayan insanları görmek eskiden istisnaydı ve bugün kural haline geliyor” diyor Harvard Tıp Okulu’na bağlı bir üst düzey bakım kuruluşu olan İbranice SeniorLife’da Marcus Yaşlanma Araştırmaları Enstitüsü müdürü Lipsitz ve bunu ‘hayatta kalma eğrisinin karesi’ dediğimiz şey” olarak adlandırıyor.
“Yaşlanma alanında yapmak istediğimiz şey, uzun bir düşüş dönemi yaşamak yerine herkesin tüm yaşam sürelerini sağlıklı yaşamasını sağlamaktır ve bunun olduğunu görmeye başlıyoruz” diye de ekliyor.
Harvard Nüfus ve Kalkınma Araştırmaları Merkezi direktörü Lisa F. Berkman, uzun ömürlülüğün artmasıyla birlikte başka bir demografik kaymanın gerçekleştiğini söyledi. İnsanlar daha uzun yaşarken, doğurganlık oranları düşüyor ve her iki eğilim de giderek daha az piramide benzeyen demografik piramidi yeniden şekillendiriyor.
Harvard T.H.’de Thomas D. Cabot Kamu Politikası, Epidemiyoloji ve Küresel Sağlık ve Nüfus Profesörü olan Berkman, “Sahip olduğumuz şey, piramidin dikdörtgenleştirilmiş hali” dedi. “Artık, doğurganlık oranları düştüğü ve orada kaldığı için en altta çok sayıda gencin bulunduğu ya da uzun ömür arttığı için tepede çok az insanın bulunduğu bir piramit değil.”
Berkman’a göre demografik dönüşüm, yaşlanan bir nüfusa uyum sağlamak için kendilerini yeniden tasarlaması gereken toplumlar için bir zorluk teşkil ediyor. Yaşlı insanları işgücünde tutmanın genç çalışanları yerinden etmeyeceğini ve birçok şirketin daha yaşlı çalışanların sahip olduğu kişilerarası ve müzakere becerileri gibi “yumuşak becerilerden” yararlanacağını söyledi.
Berkman, “Birçok toplum, yaşlıların bilgeliği üzerine inşa edildi. Bazı açılardan, Nancy Pelosi, Joe Biden ve Tony Fauci gibi insanların etrafta olması şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan şu ki, 50 yıl önce asla hayatta olamayacaklardı çünkü 50 yıl önce 80 yaşına kadar hayatta kalma ihtimalleri çok daha düşüktü” diyor.
Sağlıklı Yaşlanmaya Giden Yol
Araştırmacılar “sağlıklı yaşlanmayı” dört bölümde tanımlıyor: uzun ömür, fiziksel sağlık, duygusal sağlık ve bilişsel sağlık. Okereke, dört alanda da iyi bir statüye sahip olarak daha ‘yaşlı’ yıllar yaşayan bir kişinin “sağlıklı yaşlandığı”söylenebilir diye belirtiyor.
Ancak sosyal eşitsizlikler sağlıklı yaşlanma kalitesinde önemli rol oynuyor. Daha uzun ve daha sağlıklı yaşayanlar, daha yüksek gelir ve eğitim seviyelerine ve diğer sosyo-ekonomik avantajlara sahip olma eğilimindeler. Okereke, eşitsizliğin, erken ölümlere neden olan faktörlere yol açabileceğini söylüyor. “Doğduğunda, ABD’deki bir siyah erkeğin yaşam beklentisinin Latin olmayan beyaz bir kadınınkinden en az on yıl daha kısa olduğu tahmin ediliyor” diye de ekliyor.
Okereke, genetiğin uzun ömürlülüğe katkıda bulunabileceğini söylüyor, ancak hayatta kalma ve sağlıklı yaşlanmada daha önemli olan “yetişkinler olarak yaptığımız seçimler”: düzenli egzersiz, sağlıklı beslenme ve sigara içmeme. Sağlığın sosyal belirleyicilerinin de ölçekleri değiştirebilir olduğunu vurguluyor.
“Örneğin, hane halkı zenginliğine karşı yoksulluk; gıda ve finansal güvenceye karşı istikrarsızlık; sağlığın teşvik edilmesine karşı travmatik ortamlar; eğitim düzeyi ve kalitesi düşüklüğü vb. daha uzun, daha sağlıklı bir yaşam değil” diyor Okereke.
Patterson’ın durumu ele alındığında, ailede uzun yaşam beklentisi olduğu görülüyor. Babasının büyükanne ve büyükbabası, biri 96, diğeri 102 yaşında ölene kadar aktif bir yaşam sürmüşler. Ama kendisi de ne yediğine ne atıştırdığına (sadece fındık) epeyce dikkat ediyor. Her gün bir mil yürüyor ve hava uygun olduğunda işe bisikletle gidiyor. Sadece beş saat uyuyor ve bundan fazlasına ihtiyacı olmadığını söylüyor.
“Yaşlandıkça daha az uykuya ihtiyacım var” diyor. “Yaşlandıkça daha çok çalışıyorum çünkü zamanın daha kısa olduğunu ve bundan en iyi şekilde yararlanmak istiyorum.”
Uzmanlar, meyveler, sebzeler, zeytinyağı ve tekli doymamış yağlarla orta miktarda kırmızı şarap üzerine kurulu Akdeniz diyeti gibi sağlıklı bir diyetin yanı sıra sağlıklı yaşlanmayı sağlamak için düzenli fiziksel egzersizin sihirli mermi olduğunu vurguluyor. Lipsitz, eğitimin ayrıca yaşamın ilerleyen dönemlerinde bilişsel gerilemeye karşı bir miktar koruma sağladığını, ancak diğer önemli katkıların güçlü sosyal bağları sürdürmekte ve anlamlı bir faaliyette bulunmakta olduğunu belirtiyor.
Lipsitz, “Yalnızca erken çocukluk hastalıklarının ve ölümlerinin üstesinden gelmek zorunda değiliz” diyor. “Ancak hayatımızın geri kalanı boyunca, bir şeylere katkıda bulunduğumuzu hissettiren bir amaç duygusuna sahip olduğumuzdan ve ayrıca uzun ve sağlıklı bir yaşam sürmek için kritik olan sosyal bağlantılarımızı sürdürdüğümüzden emin olmalıyız” diye ekliyor.
Patterson, sağlığının ve ömrünün uzun olmasının sırları hakkında sorulduğunda, pek çok şey olduğunu söylüyor: Genç insanlardan aldığı canlılık, çalışma tutkusu ve üç farklı ülkede yaşamış olması: Jamaika, bir polis dedektifi ve bir terzi olan ebeveyniyle büyüdüğü yer. lisans ve doktora çalışmalarını yaptığı İngiltere ve son 50 yıldır yaşadığı ABD.
“Bir bakıma üç farklı hayatım oldu” dedi. “Üç kez yeniden doğmuş gibi oldum ve bu son derece gençleştirici oldu benim için” diyor.
Altı büyük akademik eser ve üç roman yazmış bir akademisyen olan Patterson’a göre, süper-yaşlı olmak meşgul olmayı, üretken olmayı, işten ve hayattan zevk almayı ve mümkün olduğunca çok projeye dahil olmayı gerektiriyor.
“Sağlıklı kalmak önemli. Bir projeye bağlı ve tutkulu olmak da öyle. Bir romana, bir gazeteye, bir kitaba takıntılı olmadığım bir dönem düşünemiyorum. Her zaman dört gözle bekleyecek bir şeyim olduğundan emin oldum.”
KAYNAK: Liz Mineo, The Harvard Gazette