Ülkemizde yeni gösterime giren Christopher Nolan’ın yönettiği “Oppenheimer” adlı sinema filmi çok seyredildi ve çok tartışıldı. Konusu tam da alanımıza girdiği için biz de seyrettik. Baştan söyleyelim: Filme derin sorgulamalar beklentisi içinde gidecek olanlar hayal kırıklığı yaşayacaktır. Nolan’ın “Oppenheimer”ı tipik bir piyasa filmi. Ama biz bu filmden yola çıkarak bazı sorgulamalar yapabiliriz. Bunu gelecek sayımıza bırakıyoruz ama bu sayıda da daha önce dergimizde yayımlanmış konu ile ilgili bir makaleyi okurlarımıza hatırlatıyoruz: Nail Bezmen’in “Bilim ve kurumlar ilişkisi bağlamında Galile ve Oppenheimer üzerine” adlı makalesi.
Öte yandan arkadaşımız Nalân Mahsereci’nin filme ilişkin sosyal medya notunu, tavrımızın çok güzel bir özetlemesi olduğu için bu köşeden size aktarıyoruz:
“Hiroşima’dan sonra Nagasaki’ye de atom bombası atılmış. Oppenheimer Başkan Truman’ın karşısına çıkıyor. ‘Sayın başkan, ellerimde kan var’ diyor. Truman’ın yanıtı ve tavrı ‘Oppenheimer’ filminin mesajı açısından kritik noktalardan biri: ‘Japonlara tepelerine bombayı atanın kim olduğunu sorsan, bombayı yapanı mı söylerler, bombayı atma kararını vereni mi?’ Ardından büyük iltifatlarla, kahraman gibi karşıladığı Oppenheimer çıkarken ekliyor Truman, ‘Bu sulu gözü bir daha bu ofiste görmek istemiyorum.’
“Kuşkusuz kadim tartışmalardan biri: Bilimsel bilgi iyi ya da kötü değildir, onun kullanımları iyi ya da kötü olabilir. Biliminsanı bilgi üretmekle yükümlüdür, onun kullanımıyla ilgili sorumluluğu yoktur. Yoksa var mıdır? Peki, biliminsanının politikacı karşısında, ‘sulu göz’ bir kullanılan olmak mı kaderi? Bilim bu kadar ‘pirüpak’, ‘temiz’, ‘nötr’, ‘aciz’ bir üretim alanı mı? Bilim ve biliminsanı, politik alanın bu kadar dışında mı? Yıkıcılığı tartışmasız bir bombanın üretiminden söz ediyoruz.
“Biliminsanı etik, politik sorumluluklardan azade değil, olamaz. Kuşkusuz başta Einstein olmak üzere, dönemin biliminsanlarını Amerika’nın atom bombası yapması gereğini bir mektupla Başkan Roosevelt’e iletirken, temel kaygıları Almanların durdurulamayan genişlemeleri ve bütün dünyanın bir toplama kampına dönüştürülmesi korkusuydu.
“Bomba yapıldıktan sonra, neredeyse savaş bitmişken Japonya’ya atılması fikrini destekleyenlerden biri de bombayı geliştirme projesinin başındaki Oppenheimer oldu. Vicdanını şöyle aklıyor: Bu bomba, bundan sonra atılacak tüm bombaları, çıkacak bütün savaşları önleyecek. Özetle, çok güçlü bir silahın varlığını, gücünü bir kere (nispeten küçük ölçekle) göstermesini bir caydırıcı olarak düşünme eğilimindeydi. Safça diyebilir miyiz?
“Son olarak: Savaş neredeyse bitmişken, Almanya durdurulmuşken ve Japonya’yı bu bombayı kullanarak değil, varlığıyla bile savaştan vazgeçirmek mümkünken, Amerika neden bu bombayı attı? Nedense benim aklıma, ‘babalığını’ herkese kabul ettirmek isteyen yeni palazlanmakta olan mafya şefinin, gereksiz yere büyük bir şiddet eylemiyle, insan kıyımıyla egemenliğini tartışmasız kılmaya çalışması geliyor. Bedelini yüz binlerin ödediği bir eylemle…”
***
Geçtiğimiz aylarda çok önemli iki toplumbilimcimizi art arda yitirdik: Prof. Dr. Zafer Toprak ve Prof. Dr. Kadir Cangızbay. Değerli hocalarımızı öğrencilerinin kaleminden iki kısa yazıyla anmak istedik. Dergimizin matbaaya gideceği sıralarda peş peşe kayıplarla yeniden sarsıldık. Köy Enstitüsünden yetişmiş eğitimci-yazar Pakize Türkoğlu, araştırmacı-yazar Esat Korkmaz ve sanatçı Yılmaz Gruda’nın hayata veda ettiklerini öğrendik. Bir bir yitiyor bu ülkenin yerleri çok zor doldurulabilecek değerleri. Eserleri ile yaşamaya devam edecekler.
Dostlukla kalın…