Ana Sayfa Bilim Gündemi Devrimin normalleşmesi

Devrimin normalleşmesi

444
0

Ender Helvacıoğlu

Aslında herkes biliyor ki (en azından hissediyor ki) Türkiye’nin sorunları, öyle ufak tefek reformlar ve düzeltmelerle değil, ancak son derece radikal tedbirlerle, bölüşüme radikal bir müdahaleyle, bir yön değişikliğiyle, yani bir devrimle çözülebilir.

Güncel ve hesabı basit bir tartışmadan yola çıkalım: İktidar en düşük emekli maaşını 12 bin civarına çekip çekmemeyi tartışıyor. Muhalefet ise asgari ücret düzeyine çıkarılsın, yanı 17 bin yapılsın diyor. Peki, on yıllar boyu topluma hizmet edip emekli olmuş bir yurttaşın ömrünün geri kalanını rahat bir biçimde geçirebilmesi için maaşına ne kadar zam yapılması gerekir? En az 50-60 bin TL civarına getirilmesi gerekmez mi? Genç bir emekçinin gelecek kaygısı duymadan yaşayabilmesi (geleceğini inşa edebilmesi) için asgari ücretin 3-4 katına çıkarılması gerekmiyor mu? Mevcut sistem içinde bunlar mümkün mü? Sistemin sahiplerinin bütçe yapma tarzı bu “yükü” kaldırabilir mi? Yaptıkları tartışma, emekli ve emekçi dilenci mi yoksa köle mi olsun tartışmasıdır. Türkiyeli bir emekli ve emekçinin insanca yaşayabilecek bir gelir elde edebilmesi, sürekli büyük sermayeden yana yontan bu sisteme radikal bir müdahaleden geçmektedir; başka hiçbir yolu yok.

Küçük bir azınlığa doğru akan hortumları kesmeden, bu kesimin on yıllardır oluşturduğu kirli ve haksız servete dokunmadan, ülkenin yerli-yabancı sermayeye peşkeş çekilmiş tüm zenginlikleri kamulaştırılıp yeniden toplumun malı haline getirilmeden, hızla üretim ekonomisine geçilip tarım ve sanayi yeniden kalkındırılmadan, halktan yana bir bölüşüm politikası uygulanmadan yapılacak küçük “düzeltmeler”in hiçbir anlamı olmayacaktır.

Kısacası emekli ve emekçinin çağdaş bir yaşamı sürdürebilecek gelire kavuşabilmesi, devrim meselesidir. “Devrim” demese de bunu herkes biliyor ve dile getiriyor. İktidar sahipleri de “çaresizliğe ve olanaksızlığa yatarak” bunu ifade ediyorlar. Örneğin emekli maaşının asgari ücret seviyesine çekilmesinin dahi mevcut bütçenin yarısına mal olacağını söyleyerek. Doğrudur; bütçe bu şekilde oluşturulursa…

Öte yandan geldiğimiz noktada, Türkiye’de hangi temel alanın sorunları küçük reformlarla çözülebilir? Hukuk sistemi, eğitim, sağlık, güvenlik, konut, çevre, şehircilik… Bütün bu alanlar darmadağın edilmiştir ve sistem içinde çözülmesi olanaksız çetrefilli sorunlarla boğuşmaktadır insanlar. Siyaset sahnesinde bir şekilde yer tutmuş -iktidarı, muhalefeti- hiçbir politik odak, bu sorunlara bütünsel bir yaklaşımla çözüm paketleri sunmamakta, sunamamaktadır. Çaresizdirler, çünkü mevcut sistem içinde kalarak bir çözüm gözükmemektedir.

Daha da genel ve kadim sorunlarımızı düşünelim. Demokrasi, laiklik, Kürt meselesi, göçmen sorunu gibi… Bu konulardaki tıkanıklıklar, -göçmen sorunu hariç- AKP dönemi ile sınırlı değil, çok daha köklüdür ve artık kangrenleşmiştir.

***

Saydığımız-saymadığımız tüm bu sorunların tek tek çözümleri yoktur. Sistem çalışıyor olsaydı, aksayan yönler için iyileştirici tedbirler geliştirilebilirdi: “Kürt sorununa çözüm paketi”, “laiklik programı”, “göçmen meselesine çözüm önerileri”, “sağlık/eğitim sistemini düzeltme önerileri” vb. gibi. Türkiye ne yazık ki artık bu eşiği aştı. Dolayısıyla sorunlarını bir hükümet değişikliğiyle aşabilme olanağını yitirdi.

(Bu tespitin doğru olup olmadığını kısa bir zaman içinde pratikte de göreceğiz. Ama ben özellikle gençlerin bunu gördüklerini, daha doğrusu hissettiklerini düşünüyorum. Mevcut çürümüş iktidardan bir an evvel kurtulmak için muhalefete doğru bir kayış elbette vardır; ama mevcut muhalefetin bu sorunları çözebileceğine dair güçlü bir umut var mıdır, emin değilim.)

Türkiye toplumu, yüz küsur yıl öncesine benzer biçimde, bir varlık-yokluk ikilemiyle karşı karşıyadır. Yukarıda saydığımız bütün sorunların üzerinde “Nasıl bir toplum olacağız?”, “Bir toplum olarak birliğimizi nasıl sağlayacağız?”, “Nasıl bir rejim ile yönetileceğiz?” gibi sorular, afaki değil acil sorular haline gelmiştir. Türkiye toplumu, dilenciler, köleler toplumu, ümmet toplumu olamaz. Eğer bu yönde ısrar edilirse toplumsal bütünlüğünü koruyamaz.

Bu durum “devrimin normalleşmesi” anlamına gelir. Bugün herkes normalleşmeden söz ediyor ya, normal bir toplum olabilmek için devrimden başka bir yolun kalmaması anlamına gelir. Sistem içi iktidarın veya muhalefetin, emekçileri, emeklileri, gençleri, yoksulları… normalleştirmek için bütünsel bir programı var mıdır?

***

Peki, ne olacak? Bence bu sistem yıkılacak. Toplumsal bir devrimle veya çökerek.

Devrimler, devrimci bir sınıf ağırlığını koyarsa ve bu ağırlık devrimci bir önderlik yaratabilirse gerçekleşebilir; yani bir “bilinç unsuru” gereklidir. Diğeri ise “evrimci seçenek”tir. İnsandan bağımsız doğa ve toplum yasaları işler; çökersiniz, dağılır gidersiniz. Bugün bir Sümer, Babil, Asur, Hitit, Roma, Göktürk, Bizans, Selçuklu, Osmanlı toplumu var mı örneğin?

Sistem içi muhalefeti geçtim, ülkemizin devrimcileri, sosyalistleri bu yakıcı ikilemin ne kadar farkındalar veya umurlarında mı, bilmiyorum. Kendi küçük dünyalarında çok daha önemli (!) sorunlarla meşgul oldukları görülüyor. Bölünüyorlar, yeni yeni “en sosyalist partiler” kuruyorlar, sopalarla birbirlerinin binalarını basıyorlar, hallerinden memnunlar…

Ama Türkiye toplumu bu denli zavallı ve umarsız bir toplum değil. Madem devrim bu kadar normalleşti, içinden bir devrimci öncü çıkaracaktır. Yüz yıl önce çıkarmış; yine çıkarır.