Patika / Nalân Mahsereci
“Müstehcen” güncel bir hedef gösterme etiketi oluverdi. Oysa müstehcenlik kişiye, topluma, zamana ve kültüre göre farklılaşan bir kavram. Yasalarla tanımlanırken, toplum yararı ve özgürlüklerin karşı karşıya gelebildiği bir alanda sınırlar gözetilerek genel düzenlemeler getiriliyor olmalı. İktidar sahipleri ise bu genelliği kendi hedeflerine doğru sündürmekte: Kamuoyunu şekillendirmek istediklerinde, ilgili yasaların geniş yorumlarıyla, kişileri ya da eserleri hedefe koymaktalar.
“Müstehcenlik” hem dünya hem de ülkemiz tarihinde çoğunlukla sansüre bahane edilmiş bir kovuşturma gerekçesi. Örneğin Özal döneminde çıkarılan, 1986’da yürürlüğe giren “Muzır Neşriyatın Önlenmesi Yasası” ile pek çok eser toplatılmış ve yargılanmış. Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Can Yücel, Orhan Kemal, Pınar Kür, Melih Cevdet Anday, Duygu Asena, Zülfü Livaneli, Nedim Gürsel gibi Türk edebiyatının önemli yazarlarının eserleri bu yasanın azizliğine uğrayanlardan…
Kısa süre önce kaybettiğimiz Pınar Kür’ü, “Türk edebiyatına en büyük katkım”1 dediği Asılacak Kadın romanıyla anmaya niyetliydim. Ele alınacak konudan bağımsız olarak, ülkemizin sıcak gündemi fazla uzaklaşmamıza izin vermiyor. Sonuçta Asılacak Kadın’ın “müstehcenlik” gerekçesiyle yargılanmış olması yazıya başlangıç noktamı oluşturdu. Kendisi de bir yargılama sürecini konu alan Asılacak Kadın, Kür’ün dava dosyalarına taşınmış üç eserinden biri. Asılacak Kadın ve Bitmeyen Aşk romanları, Muzır Neşriyatın Önlenmesi Yasası çerçevesinde; Yarın Yarın romanı ise, gene 1980 sonrasının “düşünce suçlularını” cezalandıran 142. madde kapsamında, komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yargılanmış.
Kür’ün Asılacak Kadın’ın güncel baskılarında yer verilen mahkeme savunması, bugüne gelen yolların o günlerde kazıldığını belgeliyor: “Düşünce özgürlüğünü bir kavram olarak bile ortadan kaldırmanın en iyi yolu, düşünmeyi bilmeyen kuşaklar yetiştirmektir. İşte bu yönden, bir süredir bu ülkede, okuyan, bağımsız düşünebilen insanların sayısını azaltmaya, gittikçe yok etmeye yönelik bir kültür politikası güdülmektedir.”2
Asılacak Kadın’a esin veren gerçek bir olaydır. Pınar Kür 21 yaşındayken evde asılarak öldürülmüş bir kadını gösteren bir fotoğraf bulur. Kadının kim olduğunu soruştururken, teyzesi (şair ve yazar) Halide Nusret Zorlutuna’dan hikâyesini öğrenir: Kırklareli’nin bir köyünde, adamın biri kimsesiz bir kızcağızı almış ve onu erkeklere peşkeş çekmeye başlamıştır. Derken köyün bir genci kıza âşık olur ve adamı tarlada vurarak öldürür. Dava açılır; bütün köy öldürülen adamın kıza yaptıklarına şahitlik eder ama sonuç değişmez; kız idam edilir.
Pınar Kür bu hikâyeyi 15 yıl zihninde evirip çevirdikten sonra kente, Osmanlı’dan kalma mal mülk zengini bir ailenin köhne yalısına taşır. Yargıcın kızın suçsuzluğuna rağmen idam kararını nasıl vermiş olabileceğini anlamak için adliyeye gider, davalar izler. Sonunda karakteri kafasında oturtur. Büyüme ve cinselliği keşfetme sürecinde, yoksul kökenlerine ve kadınlara düşmanlık geliştirmesine yol açacak deneyimler yaşamış biridir o.
Çoklu anlatıcı tekniğiyle yazılmış olan eserde, üç ayrı kişinin sesi vardır. Yargıç İrfan ve Melek’in zihnine bilinçakışlarını izleyerek dahil oluruz. Yalçın’ın ise mahpusken yazdıklarını okuruz. Kür, yargıcın ruhsallığını olduğu gibi, köyünden kopartılıp getirilmiş Melek’in sesini de, hayatının farklı dönemlerinde kullanmış olabileceği kelimeleri ve aklındaki türküyü de sıkı araştırmalarla kurmuştur.
Yargıç İrfan’ın, geçmişine ve özel hayatına gidip gelen zihninde, ilk andan itibaren Melek’in suçlu olduğu fikri hazırdır. Yalçın’ın cinayeti kendisinin işlediği itirafına ve tanıkların anlattıklarına rağmen bu kararı değişmez. Erkeğin suçu kadın tarafından baştan çıkarılmak olabilir, esas suçlu kadındır; o kalem kırılacaktır.
Yaşamı boyunca erkeklerden eziyet görmüş, dayak yemiş, tecavüz edilmiş, cinsel ilişkiye zorlanmış, sadece bir bedenmiş gibi nesneleştirilmiş, benliğini kaybetmiş ve meczup bir halde kendisine söyleneni yapmaya başlamış; canının alınması an meselesiymişçesine ürkekleşmiş Melek’in gerçeklikle bağı kopuktur; suskundur, zihninde evirip çevirdiği bir şefkat anına sığınmıştır: Beyaz çiçekleri dökülen bir ağacın altında, dizine yattığı dedesinin saçını okşayan eli ve ağzından dökülen türkünün dizeleri…
Kalfa ve bahçıvanın oğlu Yalçın ise, halkını kurtarmak sevdasında toy bir devrimcidir. Yatılı okuldan müştemilattaki evine döndükçe, bahçede beyaz çiçekli ağacın altında sık sık yatarken gördüğü Melek’e âşık olur. Yalıda neler olup bittiğini anlayınca cinayeti tasarlamaya başlar. Kurban Melek’in ise, ne kurtarılma gereğinden ne kurtarılma tasarılarından haberi vardır. Yalçın karar vermiş, eyleme geçmiştir. Kendisiyle hiçbir iletişim kurmamış Melek’i kurtarmak istemiş ama ölümüne yol açmıştır. Yalçın reşit değildir, yatıp çıkacaktır. Melek ise… Tık.
Hikâye sembolik bir anlama da kapı aralar: Osmanlı artıklarının sömürmeye devam ettiği, zorbalıkla aşağıladığı halk ve onları kurtarmak için cinayet işlemeyi bile göze almış ama halkın kendilerinden bihaber olduğu devrimciler. Eylem, kurbanın şartlarını iyileştirmek bir yana en kötü şekilde sonuçlanmıştır.
Asılacak Kadın’ın “müstehcenliğine” gerekçe olarak, Melek’in cinsel ilişkiye zorlandığı sahneler gösterilmiştir. Kür’ün savunmasında belirttiği gibi “Melek’in çektiği korkunç acıları, işkenceyi, akla uzak aşağılanmaları okuyup da cinsel arzuları kabaracak kişinin ruh sağlığından kuşkulanmak gerekir.”2
Son olarak Pınar Kür’ün annesi İsmet Kür’ü de anmak isterim. İsmet Kür edebiyat öğretmeni ve tıpkı ablasıyla kızı gibi yazardı. Süreli çocuk yayıncılığıyla ilgili araştırmaları ve çocuk kitapları da bulunan İsmet Hanım’ı 25 yıl önce deneyimlerini dinlemek için ziyaret etmiş; sonrasında Yarısı Roman adlı biyografik romanını okumuştum. Yazıda sözü geçen bütün eserler gibi önerimdir.
DİPNOTLAR
1) Aşkın Sonu Cinayettir -Pınar Kür ile Hayat ve Edebiyat-, Söyleşi: Mine Söğüt, Everest Yayınları, 2. Baskı: Mayıs 2006, İstanbul, s.222.
2) Pınar Kür, Asılacak Kadın, Can Yayınları, 34. Basım: Haziran 2025, İstanbul, ss.147-152.







