Ana Sayfa Dergi Sayıları 57. Sayı Mortgaga neden mi yoksa sonuç mu?

Mortgaga neden mi yoksa sonuç mu?

56
0

Volkan Tozan

Geçtiğimiz aylarda Türkiye’de de oldukça tartışmalı bir konu olarak gündemimizi meşgul eden Mortgage sistemi, bugün Amerikan ekonomisinin krizinin doğal bir sonucu olarak karşımıza çıktı. Kimileri varolan krizi Mortgage sistemine bağlarken kimileri de bu krizi kapitalizmin doğal bir sonucu olarak yorumladı.

Bilindiği gibi Amerika’da bundan 10 yıl önce geçici ve aynı zamanda suni bir talep olarak ortaya çıkan Mortgage sistemi, aynı zamanda o dönemdeki ekonomik krize yönelik bir önlem olarak kullanıldı. Bazı ekonomistler bu durumu o güne denk düşen, hem tasarruf miktarını arttıran hem de bu tasarrufları üretken olmayan bir alana yönlendirilmiş yatırımlar olarak değerlendirirken, bu yöntemi kapitalizmin krizini hafifletecek bir müdahale olarak da değerlendirdiler. Bilindiği gibi Kapitalizmin krizinde en önemli etken artan üretimin tüketilme gerekliliğidir. İşte bu gereklilik bugün de olduğu gibi hem krizi erteleyecek, hem de uzun vadeli tüketim alanları/ortamı yaratacak biçimde yeni hamlelerin gerçekleştirilmesine neden olmaktadır. ABD’nin de uzun süredir karşı karşıya olduğu tıkanmalarla birlikte tüketim alanında diğer ülkelerden gelen ucuz ürünlerle rekabet etme şansının zayıflamış olması, geçicide olsa böylesi bir tercihi zorunluluk haline getirdi. Kredi kartları ve banka kredilerinin yaygınlaştırılması yönteminden sonra kullanılacak olan bu yöntem ise Mortgage Sistemiydi.

Neden İnşaat sektörü ve Emlak Kredisini yaygınlaştırma yöntemi seçildi?

ABD’deki inşaat sektörünün yine ABD sermayesi tarafından en küçük birimlere kadar organize edilmesi Mortgage’nin bir anlamda kendi sermayesinin sorunlarını aşmada en önemli hamle olarak görüldü. Tabi ki böylesi bir tercihte en önemli kazanım konut sektörünün emek yoğun bir alan olması ve enerji bağlamında (Petrol) minimum kullanım sağlanan bir alan olarak değerlendirilmesiydi.  Dolayısıyla böylece ABD ekonomisinin petrol fiyatlarındaki aşırı yükseklikten de etkilenmemesi amaçlanmıştı. Kaldı ki sıcak para dolaşımının teşviklerle ve tüketiciye yönelik yeni kredi olanakları ile yaratılmış olması ile beraber kısa sürede piyasalarda bir hareketlilik yaratılacaktı. Hatta bu anlamda beklenen sonuçlar kısa sürede elde edilmiş, ABD ekonomisi % 3,5- 4’leri bulan bir büyüme sağlamıştı.

ABD’de daha önceleri bankaların uzun vadeli konut kredileri yine mevcuttu, ancak o dönemdeki kredi koşullarını belirleyen bankaların kendileriydi. Yeni düzenlemelerle birlikte yeni yasalar çıkartılarak bankalar arasında uzun vadeli konut kredilerine belirli kısıtlamalar, yani bu duruma uygun tamamıyla özel düzenlemeler getirildi. Hatta çeşitli ödeme kolaylıkları da nispeten daha önceki banka konut kredilerine göre kolaylaştırıldı. Ancak en belirgin koşul, kredi kullanan kişinin ödemeleri tamamlamadığı sürece inşaatın mülkiyetinin kendisine geçmemesi idi.  Ödemedeki en ufak bir aksamada konuta el koymaktan satışa ve hatta borçluyu tekrar borçlandırmaya kadar hemen her koşul bankaların lehine düzenlendi. Benzer şekilde faiz hadleri de faizlerin çeşitli dönemlerde çizdiği grafikteki en yüksek nokta dikkate alınarak belirlendi. Ve sonuçta her koşulda bankanın kazanacağı şekilde bir yasal çerçeve oluşturuldu.

Ancak görüldü ki kısmi ve geçici rahatlama uzun süre devam edemedi. Halkın geçim koşullarının gittikçe kötüleştiği, yaşam standardının günden güne düştüğü, ulusal gelirden aldığı payın gerilediği ve tekellerin karlarının oldukça arttığı bir ortamda kredi kullanan kişilerin gelir seviyelerinin de düşmesi bu süreci uzun tutamadı.

Faiz oranlarındaki her artış otomatik olarak Mortgage kredisi kullanan tüketicilerin ödeyeceği tutarın artmasını da beraberinde getirdi.

Bir dönem Mortgage kredisi ile Amerikan ekonomisinin canlanması sağlandıysada aşırı karlar elde etmiş olan bankalar, verilmiş olan kredilerin geri dönmesinin imkansız hale gelmesiyle önemli bir krizin eşiğine gelmiş oldu. Bankalar, Mortgage ile Amerika’daki toplam GSMH’nin birkaç katını aşacak oranda kredi kullandırdığı için, geri dönüşün olmaması, Amerika’nın ekonomik sistemini çökertecek noktaya geldi. Hatta ülkede ipotekli emlak kredisi veren, Fannie Mae ve Freddie Mac gibi bankaların ABD ekonomisini ve uluslararası piyasaları olumsuz etkileyen kredi krizinden en çok zarar gören bankalar olduğu ifade edildi. Geçtiğimiz günlerde ise aynı bankalara ABD yönetimi tarafından el konulması mevcut kriz ortamının en belirgin örneği oldu. ABD Hazine Bakanı Henry Paulson ise bu eylemin gerekçesini açıklarken, “Fannie Mae ve Freddie Mac, o kadar büyük ve finans sistemimizle o kadar içiçe ki, bunlardan birinin çöküşü bile bizdeki ve bütün dünyadaki finans piyasalarında büyük karışıklığa yol açar” diyerek, adeta krizin büyüklüğünü tek bir cümle ile özetlemiş oldu.

Bugün ipotekli emlak kredisi kullanan Amerikalıların yüzde 9’u evlerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Bu oran yaklaşık 30 milyon kişiyi buluyor.

ABD’de son günlere kadar bankaların ellerinde kalan konutları çok ucuz fiyatlara ellerinden çıkarttığı biliniyor. Hatta son dönemlerde % 15,8’e varan oranlarda emlak piyasasında bir ucuzlama sağlandığı da söyleniyor. Ancak böyle bir yöntem bulmuş olsalar da alıcı bulamama konusunda fazlasıyla sıkıntıları var. Mesela son dönemlerde yabancılara dönük özendirici reklamlar yapılmakta, oldukça pahalıya mal olan villalar çok düşük fiyatlarla satışa sunulmaktadır. Buda bankaların içinde bulundukları krizi atlatmaya çalışacak farklı bir yöntem olarak değerlendiriliyor.

Aslında Mortgage uygulamasının Amerika’da ortaya çıkardığı sonuç, salt Amerika’yla veya Mortgage ile açıklanabilecek bir sorun değil. Diğer bir ifadeyle bu, birçok ekonomistin söylediği gibi, Krizin Amerika’da Mortgage sisteminin özellikleri çok iyi bilinemediğinden veya yapılan hatalardan kaynaklandığı anlamına da gelmiyor. Tüm yaşananlar aslında kapitalist sistemin kendi açmazlarından kaynaklanıyor. Buna bir anlamda nihai sonun başlangıcı da diyebiliriz. Her yıl %1-2 oranında gelir dağılımının bozulması ve tekellerin ulusal gelirden daha fazla pay alması biçimindeki işleyişin 20-30 yıllık toplam etkileri sonucunda insanlar gelirlerinin tamamını aktarsalar bile bankacılık sistemine olan borçlarını, taksitlerini ödeyemez hale geliyor. Dolayısıyla tüketime dayalı kazanç olanakları kısıtlı hale gelen tekeller, bankalar, kendi krizlerini yaratırken tüm dünyayı da kendi krizlerine çözüm yoluna zorlar hale geliyor.