Ana Sayfa Dergi Sayıları 60. Sayı Soruşturma: Kitabı nasıl seçersiniz? Nasıl okursunuz?

Soruşturma: Kitabı nasıl seçersiniz? Nasıl okursunuz?

2033

“Okurken sizde kalan bilgi kırıntılarını sistematik bilgiye dönüştürmek için sizler nasıl okursunuz?” Ulaş Sağdıç’ın e-posta grubumuzda paylaşıma açtığı soruyu boyutlandırarak düşün/yazın dünyasından, dergimizin yazar ve okur çevresinden isimlere yönelttik. Alâeddin Şenel, Ali Nahit Babaoğlu, Ender Helvacıoğlu, Hasan Aydın, Murat Gülsoy, Özdemir İnce ve Özer Or’un yanıtlarına, derginin internet grubunda konuya katılan A. Şenol Armağan, Erhan Berber, Murat Yıldırım, Neşe Özgen, Nevzat Samet Baykal ve Oya Adalı’nın e-postalarını kattık. Yalın ama zihin açıcı bu soru; yanıtlarda çok farklı mecralara aktı…

Her şey bir soruyla başladı. Derginin internet grubuna Ulaş Sağdıç adlı genç bir okurumuz sormuştu: “Okurken sizde kalan bilgi kırıntılarını sistematik bilgiye dönüştürmek için sizler nasıl okursunuz?” Geldi, yakama yapıştı: Sahi ben nasıl okurdum?.. Gözümün önünden hızla geçti: Boyutları, tipleri birbirinden farklı bir sürü defter sayfasına düşülmüş notlar, kitaplara yapışan kâğıtlar, altı çizili satırlar, sayfa boşluklarına konmuş imler, bilgisayar ortamında notları düzenleme girişimleri; vapurda-otobüste, koltukta, masa başında, yatakta, çay bahçesinde, kafede okumalar…  Tek bir okuma biçimim yoktu; karma (biçimsiz?) bir okurdum anlaşılan. Bu farklı biçimler neyin nesiydi? Okuma niyetimin, kitabın niteliğinin ve koşulların gereğiydi. Ama sabit olan bir şey vardı. İster edebi, ister kuramsal okuma olsun; okunulanın esinlediği düşüncelere ve de duyumsamalara yol vermem…

“Nasıl okursunuz?” Teknik bir soru gibi duruyordu ama, okumanın yöntemi okuduklarımızı alımlamaya, kavramaya hizmet ettiğinden, yanıtın boyutları tekniğin darlığını aşabilirdi. Soru yalındı, ama düşünceyi farklı mecralara akıtabiliyordu.

Başkaları nasıl okuyordu acaba? Okuma uğraşını yaşamının önemli parçası kılmış insanlar, nasıl yöntemler geliştirmişlerdi? Ulaş’ın sorusu ilgiye değerdi; değişik kişilerin verdiği yanıtlar, esin verici olabilirdi. Biz de konuyu dergiye taşıyalım dedik. Düşün/yazın dünyasından, dergimizin yazar ve okur çevresinden isimlere, soruyu yöneltelim, yanıtları bir dosyada sunalım istedik. Soru boyutlandı:

– Okuyacağınız kitabı nasıl seçersiniz? (İnsan ömrünün sınırlılığı ve insanlık hazinesine geçmişten günümüze katılmış ve katılmaya devam eden kitap sayısı düşünülürse, “seçim” meselesi özellikle önem kazanıyor) Hangi kitaba ne kadar vakit ayıracağınıza nasıl karar verirsiniz? (Her kitap aynı hızla okunmaz ya!)

– Nasıl kitap okursunuz? Yönteminiz nasıldır? (Kitaptan en fazlasını alabilmek, okuduğunuzu sistematik bilgiye dönüştürebilmek ve uzun vadede de yararlanabilmek için ne yaparsınız?)

Alaeddin Şenel, Ali Nahit Babaoğlu, Ender Helvacıoğlu, Hasan Aydın, Murat Gülsoy, Özdemir İnce ve Özer Or yanıtladılar. Biz dosyanın hazırlığını yürütürken, derginin internet grubunda da (bilimgelecekdergisi@yahoogroups.com) soru hayli ilgi gördü, çok katılımlı ve zengin bir deneyim paylaşımına yol açtı. Bu e-postalardan, A. Şenol Armağan, Erhan Berber, Murat Yıldırım, Neşe Özgen, Nevzat Samet Baykal ve Oya Adalı’nın “Nasıl okursunuz?” sorusuna verdiği yanıtları da dosyamıza katıyoruz.

Okumayı öğrenmek…

Sorulduğu günden beri haşır neşir olduğum “Nasıl okursunuz?” sorusu, okumayı öğrenme arzusunu da barındırıyor gibi geliyor bana. Okumayı, okulla tanıştığımız ilk yılda söküyoruz ama; o denli erken çağlarımızda, okumayı öğrenmemiz mümkün mü?

Ustalara bakarsak, pek mümkün gözükmüyor. Reşat Nuri Güntekin, “Kafayı kitap okumaya alıştırmak, parmakları piyano çalmaya alıştırmaktan kolay değildir. Ona göre yetişmek, ona göre hazırlanmak gerekir” (1) derken, egzersizinin kendisiyle yapıldığı bir eyleme dikkat çekiyor. Özdemir İnce’nin de önümüzdeki sayfalarda söylediği gibi; okumayı, okuyarak öğrenmeye. Okumanın okudukça gelişmesine. Her okumanın, sonraki okumalara hazırlık olmasına.

Bu noktada şunu söyleyebiliriz: Okuma öğretilebilir değil, öğrenilebilir bir eylem. Bizim de bu dosyayla yapmak istediğimiz, okumayı öğretmek değil (mümkün olsa ne iyi olurdu, ama eylemin doğasına aykırı!); Bilge Karasu’nun nitelediği “okur”a esin araçları sunabilmek: “Kitap pek güzel de, okur da olmalı: Nasıl okumak gerektiğini, gerekebileceğini durmaksızın araştıran, öğrenmeğe çalışan, biraz olsun öğrendiğini düşünebilecek hale gelmiş okur… Okumasını bilen gerçi okuyarak öğrenmiştir, ama her okuyanın (“hatta yazanın” demeli) okumasını öğrendiği ise hiç söylenemez.” (2)

Okumayı öğrenmek neden önemli? Zihnimizi uyardığı için. Anlamayı kavrayışa götürdüğü ve düşünmeyi getirdiği için. Okuduğumuzu yeniden üretebilmemize olanak ve fırsatlar veren, yaratıcı bir etkinlik olduğu için. Enis Batur’un anlatımıyla, “gözleri, okuma gözlüğüne dönüştürdüğü” (3); giderek dünyayı, yaşadıklarımızı, olguları, kişileri okumaya sevk ettiği için… Öyle ki, medya terminolojisinde okumak kelimesi, politik olguları çözümlemek eylemini ifade etmek için kullanılıyor, bir süredir.

Peki okumayı öğrenmenin sonu var mı? Sanırım, iyi okurluk yolunda yürümenin sonu yok. Donanım ve birikimlerimizi artırdıkça, okurluğumuzun niteliği de yükseliyor. Haklı olarak şu sorulabilir: Okumayı besleyen tek kaynak okumak mıdır? Tabii ki değil. Okumalarımız, yaşam pratiğimizden besleniyor; ki okuduklarımız da bu pratiğin içinde. Üzerine düşünmemize yol açan her olgu, politik bir gelişme, izlenen bir film, yapılan bir sohbet, bir tartışma, dinlenen bir müzik; yani düşünce evrenimizi genişletip, iç dünyamızı derinleştiren her türlü zihinsel etkinlik, okurluğumuzu da pekiştiriyor. Hatta okuma etkinliğini, daha somut bir biçimde başka zihinsel etkinliklerle ilişkilendirmenin, okumanın niteliğini daha bir yükselttiğini söyleyebiliriz. Burada, Özer Or’a bir selam göndermek gerek: Yanıtında, okuduklarımızdan süzdüklerimizi, çevremizle tartışmanın, başka akılların mihengine vurmanın, yani başka bir tür zihinsel etkinliğe taşımanın, okumadan bize kalanı sağlamlaştıran etkisine dem vurduğu için. Benzer bir ilişkilendirmenin okuma niteliği yükseltmesinden Alaeddin Şenel de söz edecek: “Bir okumadan en büyük verim, okuma bir tartışma, bir konuşma, bir eleştiri, hele bir yazı amacına yönelik olduğu zaman alınır.”

Sırtımızla okumak…

Okumanın sırrı, zihnimizi uyarmasında saklı sanırım. Eylemin tutkuya dönüşmesinin, zihnimizde yaratıcı süreçler ateşlemesiyle, üretken bir düşünsel ve duyumsal etkinliğe yol açmasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Ender Helvacıoğlu’nun yanıtında okuyacağınız, okuma eyleminin “düşünce pırıltıları” çaktırdığı anların, (en azından) ben de bir tür esrikliğe yol açtığını söyleyebilirim. Yaratmanın hazzı bu. Okuduğunuzun, bütün düşünsel, duyumsal deneyimlerinizin mihengine vurulduğu ve bu çarpışmadan, sizin için (kim bilir belki insanlık için de) yeni bir bileşimin çıktığı an. Tanımlamaya çalışayım: Zihnimde depolanmış sembollerin, sınıflandıkları çekmecelerden çıkarak, karman çorman birbirine girdiği, iç içe geçtiği, ayrıldığı, sonra bir düzen yönünde harekete geçtikleri, birbirlerini bularak, eklemlenerek yepyeni bir dizge oluşturdukları an. Coşku, heyecan ve hazzın tavana vurduğu bu yaratıcılık anlarının, bağımlılık yapıcı etkisinin olduğunu düşünüyorum. Bir de, ardında bıraktığı mutlu yorgunluk tadının. Nasıl ki spor yaptıktan sonra, kaslarımızı egzersizlerle zorlayarak, onları esneterek, güçlendirerek, uzatarak yapabileceklerini arttırdığımızda, geriye mutlu bir yorgunluk kalırsa; düşünme, duyumsama yetilerimizi de zorlayarak becerilerini geliştirdiğimiz süreçler sonunda, geriye aynı hal kalıyor. Yaratmanın hazzı ve bıraktığı mutluluk tortusunun, okumaya (ve diğer yaratıcı eylemlere de) tutkun kıldığını düşünüyorum. Vladimir N. Nabokov’un “nasıl okursunuz?” sorusuna yanıt verir gibi duran şu sözleri, yapıtı alımlarken yeniden üretmenin yarattığı bu duygu durumuna gönderme yapıyor olmalı: “Gerçi aklımızla okuruz ama, sanat zevkinin yeri iki kürek kemiğinin arasıdır. Sırtınızdaki bu ürperme, insanlığın ulaşabildiği en yüksek heyecandır. Sırtınızla okuyamıyorsanız, hiç okumayın daha iyi.” (4)

Sorunun peşinden nerelere…

“Nasıl okursunuz?” sorusunun peşinden şöyle bir mecraya da akılabilir: Soru, belleğimizdeki kitaplığa işaret ettiği gibi, evlerimizdeki kitaplığa da götürebilir. Örneğin, “Okuduktan sonra hangi kitapları saklarız, alıkoruz; dönüp dönüp okumak ya da yararlanmak isteriz?” sorusunu da sordurabilir. [Öyle ya, yaşadığımız mekânların sınırlılığı düşünüldüğünde, edindiğimiz ve elimizin altında kalmasını istediğimiz kitapları da “seçmek” gerekebilir. Taşınırken kitaplığını küçültmek zorunda kalanları duymamış mıyızdır ya da kitapları için barınak (ev, depo) kiralayanları… (5)] Hatta bu yol, kütüphanelerle ilgili bir soruşturmaya da çıkabilir: Okuduğumuz her kitabı kütüphanemize katar mıyız? Kütüphanelerimiz daha çok okuduklarımızdan mı oluşmuştur, okumadıklarımızdan mı? Hangi yapıtları ve yazarları barındırırız? Kitaplarımızı nasıl düzenleriz? Aradığımızı nasıl buluruz? vb.

Dedik ya, soru doğurgan. Derginin internet grubunda da yeni açılımlar kazandı. Örneğin Sayın Umur Gürsoy yanıtında, “Nasıl yazarsınız?” sorusuna sıçradı. Alın size, zihinsel etkinliğe yol verecek taze bir soru daha. Sayın Ahmet Bağcıoğlu da, mutlaka okunması gereken 10/50/100 kitaplık kişisel listelerin çıkarılmasını ve paylaşılmasını önerdi. Bunun da üzerinde düşünülebilir.

Soru ve soruşturmanın peşinden gidilebilecek ucu açık bir konuyla, yanıtlara geçelim. Okuma yöntemlerimiz, biçimlerimiz, alışkanlıklarımız; yani nasıl okuduğumuz, her geçen gün yaşantımıza daha da fazla dahil olan elektronik ortamlardan nasıl etkilendi, etkilenecek?

DİPNOTLAR

1) Aktaran Emin Özdemir, “Kitapsız Büyüyenler”, Dilin Öte Yakası içinde, Yapı Kredi Yayınları, Temmuz 2002, s.91.

2) Bilge Karasu, “Ne Kitaplı Ne Kitapsız”, Ne Kitapsız Ne Kedisiz içinde, Metis Yayınları, Ağustos 1995, s.12.

3) Enis Batur, “Kitapların Sonsuz Ağı”, Okuma Lâmbası içinde, Alkım Yayınevi, s.17.

4) Aktaran Emin Özdemir, “Sırtımızla Okuma”, Dilin Öte Yakası içinde, Yapı Kredi Yayınları, Temmuz 2002, s.11.

5) Bilge Karasu, “Okun/a/mayan kitap ölü bir nesnedir, yüktür. Ne yazık ki, okunmuş kitapların büyük bir bölümü de zamanla böyle bir yük olmaya adaydır” diyor. (“Ne Kitaplı Ne Kitapsız”, Ne Kitapsız Ne Kedisiz içinde, Metis Yayınları, Ağustos 1995, s.8.)

Seçici okuyup verimli yararlanmak için bir deneyim aktarımı

Alâeddin Şenel

1) Soru: Okunacak kitaplar nasıl seçilmeli?

Çağdaş toplumlarda kültürel birikim ve aktarımın yani kültürel evrimin araçlarından biri (hâlâ) kitaptır. Genç kuşakların insanlığın kültürel kalıtının kitaplardaki bölümünden gereğince yararlanabilmelerinin önünde birçok sorun bulunmaktadır. Onların çözümünde her genç kendi koşullarına göre kendi çözümlerini geliştirecektir. Bu konuda yaşlı kuşaktan kimselerin deneyimleri, kendilerine standart bir çözüm sunmaktan çok yardımcı olabilir:

A) Kendini, kendini üretici olana dek besleyip yetiştiren toplumuna ve sınıflara karşı “sorumlu” gören her genç, ilerde edineceği mesleğin bilgileri yanı sıra, toplum hakkında, onu kavrayacak, onun sınıfsal, kişisel çıkarlar yönünde saptırılmasını önlemeye yarayacak ve ona insanca bir yön verilmesinde yararlanılacak bilgiler edinmek isteyecektir.

B) Bu yolda (“gereksinimlerin” değil) yayınların neredeyse sınırsız olduğu buna karşılık zamanın ve olanakların sınırlı olduğu bir ortamda, gelişigüzel okumak yerine kitapları seçici okuyup onlardan verimli yararlanmak önem kazanmaktadır.

C) Akılda tutulması gereken noktalardan biri, bilimsel bilginin mutlak gerçeği vermeyip onun bir simgesel, düşünsel modeli olduğudur. Bu modelin gerçekliği, giderek daha fazla yansıtmasına, bu yolda olanak bulunduğunda eylemin sağlamasından geçirilmesine çalışılmalıdır.

D) Bilgi edinme (gerçekleğin modelinin oluşturulması) süreci hakkında da bir görüşümüz olmalıdır. Bu konuda, “aydın sorumluluğu”, “toplumsal sorunlara ilgi”, “sorunlara çözüm yolunda yaratıcı düşünme eyleminden duyulan haz” başlıca itici güçlerdir.

E) Bu güçler beynimizde bir tür çekim alanı (manyetik alan) oluşturur. Yaşam deneyimlerimiz ve okumalarımız sırasında, ilgilerimize ve amaçlarımıza (ve de bilimsel, kültürel, estetik, felsefi eğilimlerimize) uygun bilgiler belleğimize birer birer takılıp, daha önce edinilen bilgilerle eklemlenir ve gerçekliğin bütünlüğünü o ya da bu derecede yansıtacak bir yapı (alan) görünümü kazanır.

F) Bu süreçte, eksik tamamlama yolunda, kimi bazı kaynakları önce, kimi sonra okuyabilir. Önce edinilmesi gereken bilgilere sonra, sonra edinilse de olacak bilgilere önce ulaşmış olabilir. Öyle ya da böyle aydın genç, zamanı ve olanakları elverdikçe kapıcı beyniyle eksiklerini tamamlamaya çalışacaktır.

Bilgi okyanusunda kaybolmamak için kimi kestirme yollar

G) Bu konuda gençler, daha önceki deneyimlerin ürünü olarak bilgi edinmenin (örneğin “ilmi Çin de bile olsa gidip getirmek” gibi, çekici metafizik felsefeler gibi) çıkmaz sokaklarına dalmamaları, bilgi okyanuslarında kaybolmamaları için uyarılabilir. Anayolları nerede bulacakları söylenebilir. Rastlantıyla ya da sınama yanılmayla bulunan “kestirme yollar”ın varlığından söz edilip onların da seçenekleri arasına girmesi sağlanabilir:

a) Önce(değil)likle genel görünümü gösterecek genel tarih kitapları (insanlık tarihi, dünya tarihi, bilim tarihi, bölge tarihi, ülke tarihi vb.) okunabilir.

b) Bunlar okunurken kafanın takıldığı noktalarda, özel kaynaklara (örneğin Afrika tarihi, devrimler tarihi) yönelinebilir.

c) İnsanlığın kültürel kalıtı (eşit oranlarda olmasa da) tüm halkların katkısıyla oluştuğuna göre ve kültürel diyalog ortak bir dille yürütülüp katkıların o kalıtlar üzerine yapıldığı göz önüne alınarak büyük kültürlerin klasik yapıtları (örneğin destanları, kutsal kitapları, edebiyat, felsefe kitapları) fırsat bulundukça, rastlandıkça edinilip okunmalı.

d) Sınıflı toplum dünyasında genel kültürün, insanlığın ortak değerleri yanı sıra ideolojik savaşımın düşünsel silahlarını da içerdiği unutulmadan, karşı ideolojilerin temel yapıtları (örneğin köleci, ırkçı, faşist, emperyalist el kitapları) hakkında (hem korunmak hem saldırmak için) bilgi edinilmeli.

e) İçinde yaşadığımız çağdaş toplumun sorunlarını, akımlarını, kavramlarını öğrenebileceğimiz yapıtları da (tarihsel bilgilerle desteklense de en yakın tarihin düşünsel ürünleri üzerinden yürütülen diyaloglara ve tartışmalara katılabilmek; hiç değilse onları anlayıp bilimsel, sınıfsal açıdan değerlendirmek için, örneğin postmodernizm gibi) izlemeliyiz.

Bu bakımdan diyebiliriz ki, bir gözümüz tarihte, bir gözümüz günümüzde olmalı. (Öğretmenlerim Şerif Mardin ve Mete Tuncay’ın yaptığı gibi, bir ayağımız tarihte, bir ayağımız günümüzde olmalı). Üçüncü bir gözümüz olsaydı da, onunla geleceği okuyabilseydik. Onun yerine her aydın, kendi beğenileri, merakları yolunda (hiçbir toplumsal sorumlulukla bağlı olmayabilen) okumalar yapmalı. Örneğin yatmadan on-on beş dakika bile olsa okumayı alışkanlık edindiği kitapları olmalı.

Okuma ekonomisi ve metodolojisi

2) Soru: Hangi kitaba ne kadar zaman ayırıp ondan nasıl yararlanmalı?

a) “Okuma ekonomisi ve metodolojisi” diyebileceğimiz bu konuda, bilgisayar ve internetle içli dışlı genç okuyucuya bir uyarıyla başlanabilir. Bir konuda (diyelim bilim tarihi konusunda) internete girip yüzlerce, binlerce yapıt listesiyle karşılaşmak yılgınlık verip, şaşkınlık yaratıcı olabilir.

b) Onun yerine ilgilenilen konu hakkında bilgili birinden başlıca kaynaklar sorulabilir. Bu kaynaklarda yararlanılan ve eleştirilen kaynaklar arasında, en çok yararlanabileceğimizi düşündüğümüz kaynaklara (Boratav’dan duyduğum yöntemle) gidilebilir. Kitap ekleri ve eleştirileri okuduktan sonra biriktirilip, gerek duyulduğunda taranabilir. Kuşkusuz okumaya karar verilen yazarlar ve konular internetten (o zaman) aranabilir.

c) Kitaplardan yararlanmada “hızlı okuma” yöntemlerine (hızımı yitirdiğim yaşa ulaştığım için olabilir) sıcak bakmıyorum. Ama bir (konuşma yapma, yazma, tartışmaya hazırlanmada) zaman kıtlığı söz konusuysa, kitabın tümü okunmadan (giriş, sonuç gibi) belli bölümler okunup, (varsa) dizinde verilen sayfalar taranabilir.

d) Okurken kitaplığımızda kesinlikle sözcükler, ansiklopediler bulunmalıdır. Olanaklıysa, anlamını bilmediğimiz hiçbir (örneğin Latince) sözcüğü, kavramı atlamamalı. Bir gencin yetileri bu çabadan kârlı çıkar.

e) Yararlanılan kitap, dergi gibi kaynaklarda ilgilenilen satırların altını çizmek (sizin de olsa) kitabı yaralar. Sonraki okuyuculara yarardan çok zarar verir. Zorunlu durumlarda -!?– imleri marja kurşunkalemle konup, sonra silmek üzere silik sözcükler yazılabilir.

f) Bir yazıdan en iyi yararlanmanın yolu notlar almak, (gerekirse) özetini çıkarmaktır. Notlar arasında köşeli ayraçlar içine ya da kıyıya kendi soru ve görüşlerinizi ekleyebilirsiniz, eklemelisiniz. Notları aldığınız kâğıtlar ¼ A4 boyutunda (standart) kesilmiş olmalı. Arkaları basılmış olabilir. Basılmış olsun olmasın, notlar arkalarına taşırılmamalı, yeni sayfalara geçmeli.

Bu en sağlam ama (zamanca) en pahalı yöntemdir. Ancak ağırlığı, yazıyı sindirme ve kendi sözcük ve kavramlarınızla daha sonra çok kısa sürede yararlanma olanağı verir.

g) Bir okumadan en büyük verim, okuma bir tartışma, bir konuşma, bir eleştiri, hele bir yazı amacına yönelik olduğu zaman alınır. Dolayısıyla en iyi okuma seçmeleri, böyle bir amaç söz konusu olduğu zaman yapılanlardır. Ama böyle diye “o zaman okurum” havasına girilmemelidir. O zaman (örneğin ödev, seminer hazırlama) çok ender gelebilir ve sizin istediğiniz konularda gelmeyebilir. İstediğiniz konularda geldiğinde, daha önce genel okumalar yapmamışsanız, kendinizde büyük bir boşluk, eksiklik bulabilirsiniz.

h) Son olarak, doğa bilimleri okuyan gençlerin toplum bilimlerini tanıtıcı yapıtlar, toplum bilimleri okuyanlarınsa doğa bilimlerinin tarihini ve yapısını özetleyen kitaplar konusunda bilgili olmalarının gerektiği belirtilebilir. Bu, işbölümü toplumunun bilgi edinmede yarattığı yabancılığının aşılması yanı sıra, doğal ve toplumsal gerçekliğin bütünlüğü içinde kavranıp dönüştürülebilmesinde yararlı olacaktır.

‘Anahtar noktalarla ilgili indeks çıkarıyorum’

Nevzat Samet Baykal
Ankara Ünv. Eğitim Bilimleri Ens. Halk Eğitimi ABD Yüksek Lisans Öğrencisi

Yöntemim okuduğum şiir, öykü, roman vs. değil de, kuramsal, bilimsel bir çalışmaysa şu şekilde: Kitabın arkasına anahtar noktalarla ilgili indeks çıkarıyorum. İndeks çıkarmıyorsam, altını çizdiğim yerin yanına, kendimce oluşturduğum çeşitli uyarı işaretleri koyuyor ve altı çizili yerin ne ifade ettiğini, eğer o yere dair eleştirim ya da herhangi bir başka yazardan esinlenme varsa, onları yazıyorum. Yan boşluğa sığmıyorsa, kendinden yapışkanlı kâğıtlar kullanıyorum.

İndeks metodum da şöyle: Kitapların arkasında genelde boş sayfalar olur. Buraya “şu sayfada, şu paragrafta şunu diyor, altı çizili yerde şu kavramlar var” gibi ifadeler yazıyorum. İlerde alıntı yapmam ya da bulmam gereken bir şey olursa, kitabın arkasına hazırladığım anahtar noktaların dökümü sayesinde, istediğimi bulmakta zorlanmıyorum. Ayrıca kişisel görüşlerim varsa, onları da eklediğim için, geçmişte ne düşündüğümü, bugün ne düşünüyor olduğumu rahatlıkla görebiliyorum.

Kitap: Tüketim maddesi değil, üretim aracı

Ender Helvacıoğlu

Hangi kitabı niçin okuyacağımı esas olarak “sorularım” belirler. O dönemde neyi kafaya takmışsam, neyi araştırıyorsam, hangi konuda kafam karışıksa, hangi konuda kendimi yetersiz hissediyorsam veya bilgilerimi tazeleme ihtiyacım varsa, o konulardaki kitapları okurum.

Peki, “sorularımı” ne belirler? Toplumsal ve kişisel pratiğimin oluşturduğu ihtiyaçlar. Tabii bunlar çok çeşitlidir.

Toplumdaki politik, kültürel vb. gelişmelerle ilgili bir insanım. Bu gelişmelere ilişkin bulunduğum ortamlarda birkaç çift laf etme ihtiyacım vardır. Toplumda örneğin laiklik meselesi (veya derin devlet, küreselleşme, İslam, mahalle baskısı, AB, ekonomik kriz vb. meseleler) yoğun olarak tartışılıyorsa, o konuda okuma ihtiyacı duyarım.

Öte yandan mesleki ihtiyaçlar da belirleyicidir. Belki başka mesleklerden farklı olarak, okumadan yapılamayacak bir mesleğim var. Yayıncıyım, bir dergi çıkarıyorum ve o dergiye yazıyorum. O ay hazırladığımız dosyaların, yazacağımız yazıların, değerlendireceğimiz makalelerin konuları, okuyacağım kitapları da belirler. Örneğin Bilim ve Gelecek’in bu sayısına “Vatikan’ın Yasak Kitaplar Listesi” dosyası hazırlıyoruz. Çok sayıda kitabı karıştırma ihtiyacı hissettim. (Bu “karıştırma” konusunu yöntemle ilgili soruda irdeleriz.) Bu soruşturmaya yanıt verirken de birkaç kitaba baktığımı itiraf etmeliyim.

Kitap arayışını tetikleyen başka ihtiyaçlar da var. Arkadaşlarınızla yaptığınız bir tartışma, katılacağınız bir etkinlik öncesinde konuya ilişkin bilgilenme ihtiyacı, bir dostunuzun önerisi, gezeceğiniz bir yöreyi önceden tanıma isteği, eksik olduğunuzu hissettiğiniz bir yönünüzü geliştirme arzusu vb. gibi güncel yaşamın gereksinimlerden kaynaklanan okumalar. Veya çok kişisel durumlar. Örneğin bebeğiniz olmuştur ve bebek bakımıyla ilgili onlarca kitap okursunuz. Ya da değer verdiğiniz ve yakın ilişkide olduğunuz bir kişiyle iletişiminizi daha da derinleştirmek için, onun uzman olduğu veya çok sevdiği alanlarda bilgi sahibi olmanız gerekir. Bunun gibi toplumsal veya mesleki ihtiyaçların tetiklemediği, ama çok öncelikli de olabilecek okumalar…

Kısacası yaşamın her alanındaki pratiğimiz kitap okuma ihtiyacı yaratır ve hangi konuda okuyacağımızı belirler. Demek ki, ne kadar pratik, o kadar kitap (teori).

Fakat buraya kadar yazdıklarım “alan” belirlemeyle ilgili, kitap belirleme aşamasına ulaşmak için daha fazla emek vermek gerek. Pratiğimizi damıtmak ve sorumuzu net olarak formüle etmek gerek. Yoksa aşamayacağımız bir dağ ile karşılaşırız veya boşuna okumalar yaparız. Örneğin, “Aydınlanma” konusunda okuyacağım demenin fazla bir anlamı yok. Çünkü bu konuda kütüphaneler dolusu kitap var, ömrümüz yetmez. Sorumuzu “Burjuva Aydınlanmasının sınırlılıkları” diye formüle edersek, alanı oldukça daraltmış oluruz; ama yine de geniş bir külliyatla karşılaşırız. “Burjuva Aydınlanmasının Avrupa-merkezciliği” dersek belki hedefe yakınlaşmış olabiliriz. Burada mesele, yanıt aradığımız asıl soruyu (gerçek ihtiyacımızı) giderek daha net bir biçimde formüle edebilmektir. Yani hedefe kilitlenmek.

Bu noktadan sonra okuyacağım kitapları belirleyebilmek için iki yola başvururum: En garantili yollardan biri, bu konuda benden önce benzer süreçlerden geçtiğini bildiğim kişilere başvurmak ve önerilerini almaktır. Bunun yanında insan kendi birikiminin ışığında yol alır. Önceki okumalar yol gösterir ve doğru kitabı sezmenize yardımcı olur. Sezgi, deneyimin ürünüdür. Bir-iki yanılgıdan sonra doğru kitapları tespit edersiniz ve önünüze koyarsınız. Afiyet olsun!

Bir noktaya daha değinmeden geçemeyeceğim. Yukarıda özetlemeye çalıştığım kitap okumaya (belirlemeye) hazırlık sürecinde “hap kitaplar” diye tanımladığım kitapların önemi büyüktür. Bu kitaplar radar işlevi görür, ilgilendiğimiz alanı hızla taramamıza ve dolayısıyla hedefi tespit edebilmemize yardımcı olur. Örneğin alana ait ansiklopediler veya “100 soruda …” türünden kitaplar. Cemal Yıldırım’ın Bilimin Öncüleri adlı kitabını bu anlamda belki 100 kere taramışımdır. Böyle kitaplar, derinlemesine bilgi vermediği gerekçesiyle küçümsenir; ama aslında en vazgeçilmez başucu kitaplarıdır. Temeli atmadan bina yapamazsınız.

Tabii bir de, nasıl her filmini seyrettiğiniz favori yönetmenleriniz varsa, her kitabını okuduğunuz yazarlar da vardır. Veya özel ilgi alanınız dolayısıyla o alanda çıkan her kitabı edinmek ve okumak istersiniz. Bu da bir belirleyendir. Örneğin ben Samir Amin’in çıkan her kitabını okumaya özen gösteririm veya “matematik veya satranç tarihi” ile ilgili çıkanları. Herhangi bir somut ihtiyacım olsun olmasın…

Peki, hiç amaçsız da okunmaz mı? İlle bir soru ve bir hedef mi gerekir? Boş boş gezinmek gibi boş boş da okunmaz mı? Neden olmasın? Dünyanın en zevkli işidir! Saf (pür) kitap okuma belki de budur. Ayrıca boş atıp dolu tuttuğumuz da çok olur. Bu kitaplar hangi kitaplardır? Bilmem! Kaçamak kitaplar diyelim…

***

İkinci soruya geçelim: Kitabımızı tespit ettik, nasıl okuyacağız?

İlk olarak şunu söyleyeyim: Ben kitaba “zarar” verenlerdenim. Önemli gördüğüm satırların altını çizerim, yanına kendime göre (olumlayan ve olumsuzlayan) işaretler koyarım, notlar alırım. İnsan sevdiğinin sadece karşısına geçip seyretmekle yetinir mi? Biraz haşır neşir olmalı.

Kitap okurken, not defterim daima yanımda açık bulunur. Okuduğum cümleler bende bir düşünce pırıltısı yarattıysa, hemen onu defterime not alırım. Örneğin geçenlerde okuduğum Jose Saramago’nun Bilinmeyen Adanın Öyküsü adlı kitapta şöyle bir cümle vardı: “Bilinmeyen bir adanın var olmaması imkânsızdır.” Bana ilginç geldi, etkiledi ve defterime not ettim. Üzerinde bir makale bile yazılabilir.

Okumak, düşünsel bir faaliyettir. Okurken zihniniz çalışır, düşünürsünüz. Kitaptaki bir cümle, o gün için ilgilendiğiniz konuda veya bambaşka bir konuda sizde bir düşünce pırıltısı yaratır. Bu, kitabı (aslında kendinizi) yeniden ürettiğiniz noktadır ve not edilmelidir.

Defterime aldığım notları daha sonra bilgisayarım aracılığıyla sınıflandırırım. Bilgisayarımda çoğu dergi çalışmalarına yönelik çeşitli klasörler vardır: Öndüşüncebank, tartışmabank, kapakbank, dosyabank, makalebank gibi klasörler. Aldığım notları bu klasörlere aktarırım.

Duruma göre çeşitli okuma yöntemlerini kullanırım. Örneğin bir makale yazmak veya bir dosya hazırlamak için okuma yapıyorsam, aynı anda çok sayıda kitabı hızla okurum. Buna taramak veya karıştırmak demek daha doğru olur. Bu çok somut bir hedefe yönelik hızlı okumadır.

Özel olarak tespit ettiğim ve zihnimi harekete geçireceğini kuvvetle umduğum kitapları geniş zaman ve yoğun düşünsel emek vererek, çok dikkatli biçimde okurum. Kitapla tartışırım, bazen ara vererek kitaptaki bir cümle veya paragraf üzerine düşünürüm, mümkünse birileriyle tartışmaya çalışırım. Bu okumalarda iki türlü not alırım: Biri düşünce pırıltıları notları, ikincisi kitapla tartışmalarımın notları. En çok zevk aldığım okumalar bunlardır. Bunlara “doğurgan kitaplarım” diyorum. Ama döneme göre her kitap doğurgan kitap olabilir; hatta bazen hiç ummadığımız kitaplar… Vakit geçireyim diye başlayıp bu tür okumaya geçtiğim kitaplar olmuştur.

Kitap okurken kesinlikle başka bir iş yapamam (sigara ve kahve/içki içmek dışında). Örneğin kesinlikle müzik dinleyemem; Zagor okurken bile… Duyduğum ezgi ne kadar güzel ve etkileyiciyse, okumama o kadar fazla zarar verir. Yolda, otobüste, vapurda da pek kitap okuyamam; en fazla gazete… Bir çıt sesi dahi beni rahatsız eder. Bu nedenle özellikle yoğun okumalarımı gece geç vakitten sonra yaparım. Bunun bir zaaf olduğunu biliyorum; hem müzik dinleyip hem okuyan veya her şart altında çatır çatır kitap okuyan arkadaşlarımı doğrusu çok kıskanıyorum.

Her okuma yeni okumadır. Çünkü okuyan kişi değişmiştir; düşünceleri, ihtiyaçları farklılaşmıştır. Aynı kitabı farklı dönemlerde bambaşka tatlar alarak okursunuz. Bu nedenle okunan kitap bir kenara atılmamalıdır. Kitap hiçbir zaman tükenmez. Örneğin Marx’ın 1844 Elyazmaları’nı ilk kez 17 yaşımda okumuş ve hiçbir şey anlamamıştım. Bugüne dek sanırım 3-4 kez bu kitaba yoğun okuma yaptım. Birkaç ay önce tekrar okuduğumda sanki ilk kez okuyormuşum gibi hissettim ve yığınla düşünce pırıltısı notları aldım.

Sonuç olarak söyleyeceğim şey şu: Kitaba saygı duyulmalı ve emek verilmelidir. Hatta âşık olunmalıdır. Onunla iletişime geçilmeli, uğraşılmalıdır. Aslında yaptığımız her işi böyle yapabilsek, ne güzel bir yaşamımız olurdu…

‘Notlarımı klasörler halinde saklıyorum’

Murat Yıldırım
Gazi Üniv., Ticaret ve Turizm Eğitim Fak., Seyahat İşletmeciliği ve Turizm Rehberliği Öğretmenliği Bölümü son sınıf öğrencisi

Üniversite öğrencisiyim; ilgimi çeken kitapları (çoğu zaman yaşantımdan ciddi kısıtlamalar yaparak) satın almaya gayret ediyorum. Böylelikle hem (kendimce) iyi bir kütüphaneye sahip oluyorum, hem de (kitaplar her an elimin altında olduğundan) istediğim an, geçmişte edindiğim bir bilgiyi tazeleme şansı buluyorum.

Kitap okurken (eğer bilimsel bir kitapsa) yanımda daima bulundurduğum not defterimin bir sayfasına kitabın künyesini yazıyorum. Daha sonra ilgimi çeken kısımları sayfa numarasını belirterek maddeler halinde buraya not alıyorum. Kitap bittiğinde not defterinden not aldığım sayfaları yırtıp (bir kez de aldığım notları okuyarak), bunun için tuttuğum klasörün içerisine koyuyorum. Not alma ve aldığım notları okuma sırasında, ilgilendiğim kısımlarla ilgili tekrar yapmış oluyorum. Bu sayede kitabı kapattıktan çok uzun bir süre sonra dahi, alıntı yapmam gerektiğinde neyin hangi kitapta olduğunu hatırlayabiliyorum. Ayrıca bu yöntem bana, yanımda devamlı not defteri taşıma ve yazma alışkanlığı kazandırıyor. Zahmetli bir yöntem olmakla birlikte, yararını görüyorum.

En büyük ritüel: Kitap seçmek ve okumak

Yrd. Doç. Dr. Hasan Aydın
OMÜ Eğitim Fakültesi

İnsanın kendi eylemleri üzerinde refleksif bir düşünüşe girmesi hiç de kolay değil. Nasıl kitap seçer ve nasıl okurum? Aslını sorarsanız, Bilim ve Gelecek dergisi bana bu soruyu yöneltene değin hiç üzerinde düşünmemiştim. Haftada bir gün mutlaka değişik kitapçılara uğrar, kitaplar arasında uzunca vakit geçirir ve bundan büyük mutluluk duyarım. Eğer büyük şehre (Ankara, İstanbul vb.) gitmişsem, zamanımın bir bölümünü mutlaka kitapçılara ayırırım. Bu arada kütüphane içerisinde kitap kokusu arasında dolaşmak, onlara dokunmak, usulca açmak ve hızlı bir incelemeyle satır aralarına uzanmak bir ritüel zevki verir bana.

Kitap seçerken, benim için öncelik sırası her zaman klasikler olmuştur. Eğer Doğu ve Batı dillerinden klasik bir felsefe ya da bilim metni çevrilmişse, mutlaka alırım. Bu ilgiyle ilgili bir durum. Ancak Türkçesini bulduğum klasiklerin aslına ulaşmak da, benim için çok önemlidir. Bunun dışında seçimimde, zihnimde tartıştığım, sorunsal edindiğim konularla ilgi kitaplar da öncelikli bir yer edinir. Bu bağlamda, yaşamımda mitoloji okumaya ayrılmış bir yılın, Tanzimat sonrası Türk tarihine ayrılmış iki yılın, bilim ve felsefe tarihine ayrılmış uzun bir zaman diliminin olduğunu söyleyebilirim. Kitap seçerken diğer bir takıntım (?), bir düşünürü okumaya karar vermişsem, onun her çıkan kitabını hiç düşünmeden almak ve okumak. Tabii, bir akademisyen olarak çalışma alanımla ilgili hemen tüm kitapları alıp okumaya çalışmak da seçimi gerektirmeyecek değin önemli bir etkinlik benim için.

Bunların dışında seçimimi neler etkiler? Öyle zannediyorum ki, en çok kitapların adına ve yazarına dikkat ediyorum. Adı dikkatimi çeken kitabın yazarını, kariyerini vb. ilgiyle okur, kitabın içindekiler kısmına göz atar, en son arka kapaktaki tanıtım yazısını okurum. Eğer ilgimi çekerse, alırım. Okuduğum kitaba sahip olmak gibi ilginç bir özelliğimin daha olduğunu söylemeliyim. O yüzden eğer kütüphaneden bir kitap almışsam ve yeni baskısı yoksa, onu fotokopi eder ve fotokopi üzerinden okurum. Sonra aslına rastlarsam, fotokopisi olsa bile, onu yine satın alırım. Bu benim zihnimde, kitaba ve yazara saygının bir gereği sanki…

Nasıl okurum?

Okumaya başlamadan önce mutlaka, kitabın adı, yazarı ve basım yeri, basım tarihi, hangi yayınevi tarafından yayımlandığını incelerim ve zihnime yerleştirmeye çalışırım. Bu özelliği kazanmamda değerli hocam ve danışmanım Prof. Dr. Mehmet Dağ’ın, yükseklisans yaparken bana yönelttiği uyarılarının etkili olduğunu düşünüyorum. Ona bir kitaptan söz ettiğimde hemen yazarı kim, ne zaman basılmış vb. sorular sorardı. Hatırlayamayınca mahcup olurdum.

Analitik olarak geriye dönüp baktığımda, beş tür okuma etkinliğimin olduğunu gözlemliyorum.

1) Pragmatist okuma: Yer yer kitabın hepsini okumaktansa, ilgimi çeken bölümleri okumayı tercih ederim. Bu aslında akademisyenlikten dolayı kazanılmış bir özellik. Eğer bilimsel bir çalışma yapıyorsanız, sadece araştırma konusunda odaklanır ve onu okumaya yönelirsiniz.

2) Hızlı okuma ya da tarama: Bu tür okuma da, akademisyenliğin bir ürünü olsa gerek. Hızlı okumada, genelde paragrafı bütün olarak görmeye çalışır, özellikle giriş ve sonuç bölümlerine odaklanırım. Eğer ilgimi çekerse derinlemesine okuma etkinliğine girerim.

3) Fişleyerek okuma: Kitap, benim için çok değerli bilgiler içeriyorsa, mutlaka o bilgileri fişlerim. Fişlere ad verir ve bir zarfta ya da okuduğum kitabın içerisinde biriktiririm. Fişlemenin güzel bir yanı, bilginin kalıcılığını sağlamasıdır; yazma eylemi adeta birkaç kez okumayı içeriyor.

4) Çizerek okuma: Bu okuma biçimi, sanırım en çok yaptığım okuma türü. Her ne kadar kitabı yıpratsa da, çizmek adeta bilginin zihnime işlenmesini sağlıyor gibi… Bazen kitapta çizilmedik yer kalmayabilir.

5) Tartışarak okuma: Hangi türden okuma etkinliği içerisinde olursam olayım, mutlaka yazarla tartışarak okurum. Zihnimdeki paradigmayla çelişen bir bilgiyle karşılaşmışsam, o konuda sorular sorar ve tartışmaya dalarım. Dogmatik olmamaya çalıştığım için, yazarın benim fikrimi her zaman değiştirme olanağı vardır. Ancak gerekçeleri iyi olmalı ve benim gerekçelerimi çürütmelidir. Eleştirel okuma alışkanlığım gereği, okuduğum sayfanın yanına daima sorularımı ya da yazarın görmediği noktayı not etmek gibi bir tutumum vardır.

6) Çapraz okuma: Çapraz okuma etkinliğinde, yazarın karşıt kavramlara yüklediği anlamları bulma ve metnin analitik tutarlığını irdeleme ön plana çıkmaktadır. Bu açıdan okuma etkinliğinde benim için tutarlı bir sonuca ulaşma her zaman önem taşımıştır.

Bunların dışında, okuma etkinliğimde bir diğer husus, dikkattir. Özellikle yabancı dilde, Arapça ve İngilizce yazılmış bir kitap okuyorsam, yani okuduğum metin kendi dilimde değilse, satırların üzerinde elimi gezdirerek, hatta bazen heceleyerek okumaya çalışırım. Bu alışkanlığı kazanmamın bende önemsediğim bir anısının olduğunu belirtmek isterim. Yükseklisans yaparken, seminer ödevi hazırlıyorum. Konu, Kuran’da çeşitli yaratma kavramları. Kuran’daki kavramlara erken dönemde yüklenen anlamları bulmak için, İsfehanî’nin el-Müfredat fî Garîb el-Kur’an adlı eserini kütüphaneden aldım. Kitap yaklaşık bir ay bende kaldı. Ödevi hazırlayıp, hocam Prof. Dr. Mehmet Dağ’a verdim. Hocam, ödevi alıp kısa bir incelemeye tabi tuttuktan sonra, İsfehanî’nin yapıtının adını yanlış yazıp yazmadığımdan emin olup olmadığımı sordu. Kitabın adını el-Müfredât fî Gara’ib el-Kur’an olarak yazmışım. Hocam, “Gara’ib değil, Garîb olsa gerek diye düşünüyorum” dedi. Ben gayet emin bir biçimde, “Gara’ib olmalı” dedim ve ekledim: “O kitabı bir ay boyunca inceledim.” Hocam “Erinmezsen, kitabı kütüphaneden al gel” dedi. Çıktım, kütüphanede kitabın olduğu rafa yöneldiğimde, kitabın adının Gara’ib değil Garîb olduğunu gördüm ve mahcup bir biçimde kitabı almadan hocamın odasına döndüm ve kendisinin haklı olduğunu söyledim. O zaman bana şu ölümsüz sözü söyledi: “Asla çok iddialı olma; duyular insanı yanıltır; bilim insanı çok titiz olmalıdır. Eğer farklı dilde yazılmış bir kitabı okuyorsa, gerekirse parmaklarıyla satırları sürmeli ve hecelemelidir.”

Evet, benim okuma biçimim böyle… Ya da geriye dönüp okuma etkinliğimi irdelediğimde, ilk bakışta bunlar aklıma geliyor. Ama tekrar etmek gerekirse, kitap seçme ve okuma etkinliği benim için coşkulu bir ritüel… Bir sohbet… Bir hesaplaşma… Bir tür tartışma…

“Not tutmak için elektronik ortamı kullanıyorum”

Erhan Berber

Öncelikle Sevgili Ulaş’ı, sıradan gözüken çok önemli bir konuda fevkalade bir soru sorduğu için kutlarım. Soru, rasgele okumalardan disiplinli öğrenmelere, özümlemelere gidecek halkanın en önemli kısmına dokunmuş: Okuduklarımızdan kalıcı olacakları nasıl seçebilir ve hızlıca özümlenebilir, ulaşılabilir, hatırlanabilir, özetlenebilir, aktarılabilir hale getirebiliriz?

Faydalı olabileceği umuduyla ben de kendi tecrübemi paylaşmak istiyorum.

Kitaplarım için dokunulmazlık uygularım. Yani kitaplarda ne önemli yerlerin altını çizmek (1), ne fotokopide görünmeyecek sarı aydınlatıcı kullanmak, ne de üzerlerinde kurşunkalemle notlar almak bana göre değildir. Geçici yapışkan kâğıtları da profesyonel okumalarımda kullanmama karşılık, kişisel okumalarımda bir türlü etkin şekilde kullanmadım, kullanamadım. Kâğıt kullanımımı olabildiğince azaltmak gibi bir hedefim olduğu için, kâğıt üzerinde not almayı da, yazıcı kullanmayı da pek sevmem.

Çoğu başvuru (referans) niteliğinde en az 5000 kitaptan oluşan kişisel kitaplığım olmasına ve mesleki ve elektronik ortam hariç tutulduğunda, yılda en az 10.000 sayfa (günde en az 25-30 sayfa kitap okuma hedefim ve kendi kendime koyduğum zorunluluğum vardır) kitap okuyor olmama karşın, okuduğum kitapların aşağı-yukarı yüzde 90’ını yaşadığım şehrin (New Jersey) kütüphanesinden ödünç alırım. Dolayısıyla, benim faydalandığım nimetlerden başkalarının da faydalanabilmeye devam edebilmesi için ödünç aldığım bu kitapların kılına bile zarar vermemem gerekir ve buna çok dikkat ederim.
Bu nedenlerle kendi kayıtlarımı oluşturabilmek için, 1980’li yılların başından beri giderek elektronik ortamlardan faydalanmaya çalışmaktayım. Kayıt yapabilmek için kitap şeceresi çok önemlidir. Kitapla ilgili bütün diğer bilgilere bu numara üzerinden erişebildiğim için, öncelikle okuduğum kitapların ISBN numarasını kaydederim.
Not tutmak için en sıklıkla kullandığım iki yöntem şöyledir:

1) Kitapta beğendiğim kısımların olduğu sayfayı tarar ve PDF dosyası olarak arşivlerim. Genelde kitap için aldığım notlar, bu Adobe-PDF dosyalarının içinde e-yapışkan notlar şeklindedir.

2) C-pen denilen (örneklerini bu sayfada görebilirsiniz: http://www.cpen. com/) kalem şeklinde bir tarayıcı kullanıyorum ve bununla depoladığım yazıları word veya Excel dosyası olarak dosyalamaktayım. Word dosyalarımda “yorum” seçeneğini kendi düşüncelerimi belirtmek için tercih ederim.

DİPNOT
– Bıyıklı insanların en önemli organı neresidir? Burunları; altını çizmelerinden bellidir.

‘Kaliteli okuma için okuryazar çevre’

Özer Or
İnşaat Mühendisi, İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi

Nasıl okumalı sorusunu herkes için geçerli biçimde yanıtlamanın mümkün olmadığını sanıyorum. Evvela okumanın tarzını tayin eden, bu uğraşın nedeni. Burada metnin türünden bağımsız olarak, düşünme, yazma amaçlı bir okumayı varsayarak yöneltilen sorulara cevap aradığımı belirtmeliyim.

Cemil Meriç’in “tecessüs” dediği anlama merakı, en temel unsurudur okuma uğraşının. Zihnimi meşgul eden sorunlar kendi hayat tecrübemle sınırlıdır ve aynı tecrübeye okuduklarım sayesinde biriktirdiklerim de dahildir. Merak duyduğum, incelemek istediğim konu bir fikir, bir olay olabilir. Başlarken konuyla ilgili tartışmanın çerçevesini ve taraflarını, olaya ait bilgileri, başat açıklamaları içeren kapsayıcı metinleri tespit etmeye çalışırım. Sonra da peşlerine düşerim. O metinler beni diğerlerine, konunun detaylarına, hatta sıra dışı çözümlemelere ve bakış açılarına doğru yolculuğa çıkarırlar. Yolculuğun sonlandırılması merakın giderilebilmesiyle veya gündeme gelen başka merakların daha baskın çıkmasıyla mümkün olur.

Sanıyorum kitabı okumak kadar, okunmamış dahi olsa “kitabı bilmek” de önemli. Bu bilme düzeyinin okunacak olanın, tekrar okunacak olanın seçimi konusunda yardımcı olduğunu düşünürüm. Benim için “kitabı bilmek”, içeriği, yazarı, ne zaman ve neden yazıldığı, kısacası kitapta ne bulabileceğim hakkında fikir sahibi olmaktır. Edindiğim her yeni kitabı hemen okumaya başlamasam da incelerim. Önsözünü, giriş ve sonuç bölümlerini, içindekilerde ilk bakışta dikkatimi çeken parçaları, dizinde göze çarpan kavram, kişi ve olayların geçtiği sayfaları okumayı “inceleme” tanımının içerisinde görüyorum. İlk karşılaştığım bir kitabı edinmeye karar verirken de, aslında bu incelemenin bazı unsurlarını dışarıda bırakıp sınırlı bir gözden geçirmeye ihtiyaç duyarım. Bu tarama ile kitabı zihnimdeki kütüphaneye yerleştirmiş olurum. Ona ne zaman, nasıl başvurabileceğimi bildiğimden veya bildiğimi sandığımdan okumayı dilediğim bir zamana ertelemek üzere rafa kaldırabilirim. Dolayısıyla, ihtimallerden bir diğeri de o kitabı okumaktan vazgeçmek, yani başkasını seçmektir.

“Nasıl okumalı” sanırım en yüksek istifade nasıl sağlanmalı anlamına geliyor veya ben böyle anlamak istiyorum. Sindirdiğimi varsaydığım kitapları düşündüğümde fark ediyorum ki çoğu, konusu ve içeriği hakkında düşündüğüm, çevremdekilerle iletişimlerimde söz ettiğim ve tartıştığım, benzerleriyle karşılaştırdığım metinler. Okurken insan yalnızdır. Yazarla ikili bir ilişki ve iletişim kurarız. Bu aynı zamanda yazara ve metne ilişkin de kişisel bir tecrübedir. Hem karşılaşılan malumatın bilgiye dönüşebilmesi, hem de bu bilgiye dayalı reflekslerin oluşumu açısından tartışmanın yani çevre ile iletişimin sanılandan çok daha önemli olduğunu tahmin ediyorum. Çünkü okuma ile edinilen bilgi bir yanıyla hayli özneldir. Karşılaştığım bilgiyi yaşam deneyimim, birikimim, hatta anlık ruh halimin belirlediği biçimde damıtabilir ve içselleştirebilirim. Metinden benim dışımdakilerin ne çıkardığını bu nedenle önemserim, merak ederim, karşılaştırırım, döner tekrar okurum. Ne de olsa kitabın bir okumada işi bitirilmiş, hakkından gelinmiş sayılamaz. Her geri dönüşte başka bir katmana ulaşmak mümkündür. Aşırı beklentiyle okuma tarzını idealleştirmek, değişmesi güç biçimde standartlaştırmak hatalı olabilir. Marx, Kemal Tahir, Braudel, Hilmi Ziya Ülken, Freud, Cemil Meriç, Gombrich, Baykan Sezer, Tanpınar, Enis Batur, Benjamin okumalarımdan geriye ne kaldığını düşündüğümde, aldığım notlarım değil, öncelikle yakın dostlarımla giriştiğim sonu gelmeyen hararetli tartışmalar gelir aklıma. Bu nedenle kaliteli okuma için kaliteli bir okuryazar çevrede bulunmak sanıyorum en güzelidir.

Not almak, altını çizmek vs. okumayı verimli kılmak için yaygın olarak önerilen yöntemler. Genellikle not alıyorum, fakat okumamı özellikle bir yazı veya araştırma için yapmıyorsam notlarımın geri dönüş açısından pek kıymetli olmadığını geçen zaman içinde görüyorum. Fakat not almaya devam ediyorum. Çünkü not almak üzere elime aldığım bir kitabı daha dikkatli okuyorum. Yazarken okuduğumu da tekrar düşünmüş kendi kendime tartışmış oluyorum. Çünkü not alırken de pek çok tercih zorunlu hale geliyor. Deftere geçirilmek istenen parçanın neden önemli olduğu, kâğıda aktarılırken nasıl özetlenebileceği, ilerde nasıl başvurulabileceği gibi pek çok kararı bu kısa süre içerisinde vermiş oluyorum. Metinle kurulan bu ilişki biçimi, alınan notlar değerlendirilmeyecek olsa dahi, daha yüksek bir bilme düzeyine erişmemi sağlıyor. Tekrar eden okumalarda daha derine inerek daha fazla ayrıntı yakalayabiliyorum.

Okuduklarım tecrübelerime dahildir demiştim. Bilgimizi arttıran tecrübelerimizin çokluğu mudur yoksa sınırlı tecrübemizden süzebildiklerimiz midir; bu tartışmayı sonuca bağlamak kolay değil. Fakat ikincisinin bedeni daha az yorduğunu, zihni harekete geçirdiğini düşünürüm. Bence sınırlılığın farkına varıp, bilmeye, öğrenmeye dair kaygı ve telaşı fazla abartmamak gerekir. Bitirirken Yalçın Küçük’ün sık kullandığı “okumak yeniden okumaktır” sözünü anımsatmak istiyorum.

‘Kitaba zarar veren yöntemleri hoş karşılamıyorum’

Şenol Armağan
Beykent Üniversitesi Kütüphane ve Öğrenme Kaynakları Merkezi

Okurken “kitaplara zarar verici” hiçbir yöntemin hoş olduğunu düşünmüyorum. Bunu yapanlar, hiçbir kitabı hiç kimseye (veya kuruma, örneğin kütüphanelere) geçici ya da sürekli vermeyi düşünmüyor anlaşılan. Ayrıca, bu dünyadan el çektiğinde de onların değersiz, başkasının işine yaramaz hale gelmesini de umursamıyor olmalı…  Kişisel olarak, bu yöntemi tavsiye etmeme hakkımı saklı tutuyorum.

Konuyla ilgili olarak standart kullanıcı (okur) için Jacques Barzun-Henry F.Graffe’in TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları’ndan çıkan Modern Araştırmacı, gene aynı yayınevinden Sir Peter Brian Medawar’ın (1915-1987) Genç Bilim Adamına Öğütler kitaplarına, üst düzey kullanıcı için ise özellikle Prof. Dr. Niyazi Karasar’ın yapıtlarına bakmak gerek.

Anlatıyı çözümlemek için…

Prof. Dr. Neşe Özgen
Okan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü

“Nasıl okunmalı?” konusuna aklını takanlardanım. Zira, sadece okuduğunu değil, aslında karşımızdakinin ne söylediğini anlamanın da büyük önemi olduğunu düşünüyorum. Biz buna “Narrative; anlatı çözümlemesi” adını veriyoruz ve her yeni kayıt olan sosyal bilim öğrencisine anlatılması gereken bir teknik olarak ele alıyoruz.

Anlatı çözümlemesi, sadece nasıl okunması gerektiğine dair bir patika sunmakla kalmaz, aynı zamanda, bir konferansın veya bir dersin nasıl dinlenmesi gerektiğini, ana-anlamı çıkartmayı, tartışmacının sunumunun kendi iddiasını destekleyip desteklemediğini ya da gerçekten sunduğu iddiaya uygun kanıtlarla konuşup konuşmadığını vb. anlamaya yarar.

Böylece çözümlemeyi birkaç yıl içinde deneyimleyerek anlayan öğrenciler, sadece bilimsel yazını değil, ama örneğin bir politikacının konuşmasını ve/veya bir gazete haberini de çözümleyebilecek ve dolayısıyla kendi anlatılarını da kurabilecek hale gelirler. Tabii hepsi bu denli ilerleyemez, ancak çoğunlukla söylenenle (işaret edilenle) işaret edilmiş arasındaki farkları, yönlendirmenin direktiflerini ve simge ve sembollerle anlatının yönlerini oldukça iyi çözümleyebilirler.

Size aşağıda bir sosyal bilim kitabının nasıl okunması gerektiği hakkında bir yönerge sunuyorum. Bu sadece bilimsel bir kitabı okuma yönergesi olarak işe yarayabilir; ancak oldukça iyi çalışır.
Bir kitabı metodolojik olarak okuma yönergesi

1) Çalışmanın yılı ve dönemi,
2) Basımevi (özel basım mı, yayın yeri vb.), kaç kez basılmış, biyografik bilgiler ve yorumları, vb.
3) Sayfa sayısı ve harita, tablo vb.nin kısa bir özeti.
4) Yazarın kısa tanıtımı ve sosyoloji içindeki yeri. Hangi üniversitelerde çalışmış, nasıl projelere imza atmış?
5) Önsöze bakarak kısa bir yorum (Kimlerle ve nasıl çalışmış?),
6) Kaynakçanın dünya literatürünü kapsayıp kapsamadığı, yeni ve bilinmeyenler de dahil olmak üzere kaynakçası tamamlanmış bir kaynakça mı? Yeniler kadar, kendi alanında temel sayılacak bir literatürü de almış mı?
7) Çalışmanın konusu,
8) Amacı, çalışma neyi hedefliyor? Bu hedefi araştırmacı net olarak bildiriyor mu?
9) Literatür bilgisi içinde ödünç aldığı kavramlar neler? Bu kavramları hangi yapıları açıklamak için kullanmış? Hangileri için itirazı var, hangilerini kendilemiş?
10) Çalışmanın yöntemi nedir? Yönteme ilişkin yazarın iddiası nedir? Yöntemini açıkça bildiriyor mu? Gerçekten bu yöntemin anahtarlarını mı kullanıyor? Araştırmacının yöntem çelişkisi var mı?
11) Çalışmanın gerçekleştiği yer ve alanın kısa bir özeti, özet olarak bulguları, kullanılan teknikler ve bunların yazarın iddiası ile çakışma ve çatışma biçimleri,
12) Araştırma sonuç olarak yeni hangi kavramları üretmiş ve çalışmasında bunları nasıl kullanmış?
13) Çalışma bütün olarak kolay okunabilirlik, anlaşılabilirlik, Türkçeyi bilim dili olarak doğru kullanma ve geliştirme, bir teoriyi bir alana uygulama veya yeni bir bakış açısı geliştirme, iddialarını kanıtlama vb. açılardan sizce başarılı mı?

‘Okuma okurken öğrenilir’

Özdemir İnce

1) İnsanın (en iyisi “benim” demek) kitapla ilişkisi yaşa ve eğitim düzeyinde bulunduğu yere ve gereksinimlerine göre değişir.

Okul döneminde okunan kitapları “okul” ve “öğretmen” belirler.

Meslekle ilgili okumalar zorunlu okumalardır.

Ama bir de bunların dışında, bireyin entelektüel donanım, ruhsal ve zihinsel gereksinimler için yaptığı okumalar vardır. Siz bu okumalardan söz ediyorsunuz anladığım kadarıyla.

“Klasikler” olarak tanımlanan kitapların bir bölümü mutlaka okunmalıdır.

Önemli olan bir yerden başlamak. Bilimsel kitaplar dipnotlarıyla, referanslarıyla okuma eylemini genişletip derinleştirirler. Demek ki dip notlarının peşinden gidilmeli. Ben gittim.

Edebiyat kitapları ve bunların yazarları hep birbirlerini çağırırlar. Yüzme nasıl denizde (suda) öğrenilirse, okuma da okurken öğrenilir.

Okumanın reçetesi, listesi olmaz. Liste ve reçeteyi okurun gereksinim ve merakı oluşturur.

2) Ciddi okumaya 13-14 yaşlarımda başladım. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanmış olan “klasikler”in bir bölümünü 18 yaşıma kadar “5 numara gaz (petrol) lambası”nın ışığında okudum.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın 1940’larda yayınladığı kitapların listesi günümüzde de geçerlidir:

Balzac, Dostoyevski, Tolstoy, Çehov, vb.

Edebiyat yazarı olarak bütün yeni yayınları izledim ömür boyu.

Ancak siz edebiyat kitaplarını değil, bilimsel kitapları soruyorsunuz. Edebiyat kitapları bilgi vermez, estetik haz verir. Bilimsel kitaplar estetik haz vermez, “bilgi” verir.

“Kitaptan en fazlasını alabilmek, okuduğunuzu sistematik bilgiye dönüştürebilmek ve uzun vadede de yararlanabilmek için ne yaparsınız?” sorusu bana göre fazla mekanik, fazla robotik. Bu soruya vereceğim cevap “okurum ve okurken altını çizerim; sayfaları işaretlerim, not alırım” olabilir.

Benden başka cevap verenler arasında “fişleme”, “sınıflandırma”, “kataloglama” yöntemlerinden söz edenler çıkabilir, çıkacaktır. Çıksa iyi olur. Çünkü bunlar benim bilmediğim şeyler.

Okuduklarını bilgiye, yararlı, faydalı ve kârlı bilgiye dönüştürmek isteyenler zamanla yarışmak zorundadır. Her zaman otoyollarda gitmeyip arada bir köy yollarına da sapmaları gerekir.

Okuma yöntemimin temelleri 1950-1955 yılları arasında, Mersin’in İhsaniye Mahallesi, Zeytinlibahçe Caddesi, 164 numaralı tek odalı evde, 5 numara gaz lambasının ışığında atıldı. O ev yok artık. Ama adres kafamda. Bitirdiğim kitapları öpüp alnıma götürmem de gözlerimin önünde.

Şu anda bazı kitapları  okuyorum, bazı kitapların tadına bakıyorum.

‘Kartotek yönteminden yararlanılabilir’

Oya Adalı

“Okuma” etkinliğiyle bu sırada özel olarak ilgileniyorum. Etkileşimli ve Eleştirel Okuma Teknikleri adını verdiğim bir kitap hazırladım. Yakında çıkacak bu kitapta üzerinde durulan, daha çok okuma ve anlama çabası. Oysa şu anda sözünü ettiğimiz okuma, daha çok kitaptaki bilgileri daha sonra hatırlamak ve kullanmakla ilgili.

Bu durumda ilk belirleyeceğimiz şey, bu işi neden yaptığımızdır. Amaç belirlenirse, yöntem de ona göre biçimlenir. Amaç belli bir konuyu incelemek ve o konuda yazı yazmak, okuduğumuz kitapları gerektiğinde hatırlamak ya da yazılarımızda gerektiği zaman alıntılama yapmak olabilir, vb. Amaç ne olursa olsun, kitapların üzerine yazmak, hem yer açısından doyurucu olmaz, hem de kitabın bizden sonra kullanılmasını engeller. Oysa yazacaklarımızı, bize uygun boyutta kartlara yazabiliriz. Kartları bir kutu içinde konusuna, yazar ya da kitap adına göre alfabetik sırada saklayabiliriz. Bir karta sığmayacak ölçüde bilgi çıkarmışsak, birbirine zımbalanmış iki ya da üç kart kullanabiliriz. Karta kitabın künyesini, kısa özetini ya da başlıkları yazar; önemli, saptamak istediğimiz bilgileri sayfa numaralarını göstererek kaydeder, kısaca düşüncelerimizi ve hatta alıntılamak istediğimiz sözleri de ekleyebiliriz.

‘Hem metnin ne söylediğini not ederim, hem aklıma gelen düşünceleri…’

Murat Gülsoy
Yazar, Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü Öğretim Üyesi, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi Yayın Kurulu Başkanı

– Çok çeşitli amaçlarla kitap okuduğum için bunları seçerken de farklı durumlar söz konusu oluyor. İlki, araştırma amacıyla okuyorsam, zaten bir literatürün içinde iz sürer gibi okuyorum. Bir kitabın ya da makalenin referanslarını izliyorum. Bir yazı yazıyorsam, konuyla ilgili erişebildiğim tüm kaynakları okumaya çalışıyorum. Dolayısıyla buradaki seçimlerimi konu ve o anda yaptığım iş belirliyor. Bunların dışındaki okumalarımda, örneğin edebiyat söz konusu olduğunda, en çok önem verdiğim kaynak dostlarımdır. Çevremdeki arkadaşlarımın önerileri çok önemlidir benim için. Elbette, tüm kitap eklerini, kitap tanıtımlarını da izliyorum. Sık sık kitapçılara gidip kitapları inceliyorum. Burada da önemli kriterlerden biri kitabın yayıncısıdır. Kitabın yayına nasıl hazırlanmış olduğuna, hatta o yayınevinin diğer yayınlarına da önem veririm.

– Kitap okurken not almak çok iyi oluyor. Hem okuduğum metnin ne söylediğini not ederim, hem de o esnada aklıma gelen yeni düşünceleri. Bu sadece araştırma amaçlı okumalarımda değil, edebiyat metinlerini okurken de geçerlidir. Hatta iyi bir edebiyat eserini bende uyandırdığı yeni duygu ve düşüncelerle değerlendiririm. Tabii buradaki yeni düşünceler, gerçekliğe ait yeni bilgiler değildir; çünkü edebiyat eserlerini bilgi kaynağı olarak görmem. Kast ettiğim benim yeni yaratıcı düşünceler üretmeme vesile olup olmadığıdır. Bir kitap eğer gerçekten önemliyse, onunla işim kısa sürede bitmez. Dönüp dönüp yeniden okurum. Belli bölümlerini yeniden gözden geçiririm.

‘Okunacak kitabı seçmek, işin en zor yanı’

Doç. Dr. Ali Nahit Babaoğlu
Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı

Soruları bana göre bir sırayla yanıtlamaya çalışayım.

a) Kuşkusuz ki başlangıçta, yani çocukken kitapları dünya yazınında yer tutmuş olanlardan giderek okudum. Belli başlı yapıtların okunması herhalde bir 30 yıl sürmüştür. Ondan sonra ise edebi kitapları artık pek okumuyorum. Yaşam macerası bana kitaplarda yazandan daha heyecanlı geliyor.

b) Yalnızca bazı yazarlar var ki, bana henüz keyif veriyorlar. Amin Maluf bunlardan biri. Bizimkilerden ise böyle tiryakisi olduğum kimse yok. Yalnız Cumhuriyet’in ilk yarısının birkaç yazarını tekrar tekrar okurum. Yakup Kadri bunlardan biri. Bir de Attila İlhan’ı okuyorum zaman zaman.

c) Bilimsel içerikli kitapları ise ders çalışır gibi baştan sona okumam hiçbir zaman. Sadece o anda ilgilendiğim yeri okur, kitabın bütününe de mutlaka bir göz atarım. Onlar referans kitapları, kaynak kitaplardır. Gereken yerine bakılır ve bir sonraki referansa kadar rafa kaldırılır. Çok nadiren bazı kitapları, bir fikir edinebilmek için baştan sona okumak gerekmiştir. Sevgili Bülent Tanör’ün Kurtuluş-Kuruluş’u bunlardan en son okuduğum kitap oldu. Ama kuşkusuz ki, böyle kitapları okumak için de ayrı bir yöntem gerekmiyor. Kitap kendisi okutuyor kendini. Okurken notlar almak gibi bir işi ise üniversiteden, yani sınavlar için ders çalıştığım günlerden beri, 50 yıldır bir daha yapmadım. Belleğimin güçlü olması belki bana yardım ediyor. Ama unutulmamalı ki, bellek de çalıştıkça güçleniyor.

d) Okunacak kitabı seçmek ise işin en zor yanı. Ben şimdilerde gazetelerin kitap eklerini izlemeye çalışıyorum. Ama gene de bolca çürük yumurtayla karşılaşmaktan kaçınamıyorum. Buna rağmen en sağlam yol, o gibi.

İyi ve bol okumalar diliyorum.