Dilovası’nda ülkenin en büyük kimya sanayi yatırımları sıralanmış. Hiçbir tedbir alınmamış. Bölgede kanser kaynaklı ölüm vakaları Türkiye ve dünya ortalamasının üç katı. Annelerin sütü ve bebeklerin kakalarında zehir saptanmış. Sermaye, kârlılık peşinde. Devlet tedbir almak yerine yeni tesislerin önünü açıyor. Üniversitelerin durumu acı verici. Bütün bunları ortaya çıkararak çözümler öneren onurlu bilim insanının payına da soruşturma düşmüş!
Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu ile
Söyleşi: Ali Bardakcı
Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Kocaeli Üniversitesi’nde görevli bir halk sağlığı uzmanı. Dilovası’nda yaptığı araştırmalarda korkunç bir sağlık ve çevre katliamı yaşandığını tespit etti. Elde ettiği veriler doğrultusunda tedbir almak yerine hakkında soruşturma başlatıldı. Konu kamuoyuna yansıdı ve Hamzaoğlu’nu destekleyen etkinlikler düzenlendi. Aynı zamanda dergimizin de yazarı olan Onur Hamzaoğlu ile konuyu bütün boyutlarıyla konuştuk.
Dilovası, sanayinin en yoğun olduğu bölge
Dilovası ile ilgili yapmış olduğunuz çalışmanın içeriğine geçmeden önce, araştırma için neden bu bölgeyi tercih ettiğinizden söz ederek başlayalım isterseniz.

2002 yılında Kocaeli’de sanayinin sağlık için yaratmış olduğu tehlikeyi saptamak adına kuramsal bir çalışma planlamıştık. Kocaeli Sanayi Odası’na konuyla ilgili başvurduk. Kocaeli’deki sanayi yatırımları, bunların hammaddeleri, teknolojileri ve ürünlerini öğrenmekti amacımız. Ancak, sözlü olarak, istediğimiz bilgilerin ticari sır olduğunu, bizimle paylaşamayacaklarını söylediler. Kısa bir süre sonra ise, bizim istediğimiz verilerin önemli bir kısmının Kocaeli Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü’nün elinde de olmadığını, yine aynı gerekçeyle onlara da verilmediğini öğrendik. Yani bu yalnızca bize karşı yapılmış bir uygulama değildi. Gözlemlerimiz devam etti. Sanayi kaynaklı sorunların görülebilir kılınması adına önemli bir nokta olan Dilovası’nı seçtik. Çünkü hem Türkiye hem dünya için bu kadar endüstriyel yatırımın en azından metrekare itibariyle bir arada olduğu başka bir yer görmek zor. Örneğin, kentin doğusundan başlayarak, ülkenin en büyük lastik yatırımları ve üretimi kapasite itibariyle burada. Türkiye’de hâlâ tek olan tehlikeli atık yakma tesisi yine kentin doğusunda. Burası kimya sanayi yatırımları alanı olarak geçiyor. Aynı şekilde körfezin güneyine inmeden kuzeyden ilerlersek Avrupa’nın ikinci, Balkanlar’ın birinci rafinerisi mevcut. Gübre fabrikası ile Türkiye’nin en büyük kapasiteli çimento fabrikalarından biri var. Dilovası’nda iki tane demir-çelik fabrikası bulunuyor. Türkiye’nin en büyük boya devleri yine Dilovası’nda. Dolayısıyla sanayinin en yoğun olduğu yer Dilovası’ydı.
Dilovası’nda kanser kaynaklı ölümler normalin üç katı
Dilovası’nda yaşanan sağlık ve çevre sorunuyla ilgili olarak dikkatinizi çeken ilk şey neydi?
2004 yılında Halk Sağlığı Anabilim Dalı olarak Tıp Fakültesi birinci sınıf öğrencilerimizin de katılımıyla bir alan çalışmasına başlamıştık. Kent, sanayi ve sağlık başlıklı alan çalışmaları sırasında dönemin Dilovası Belediye Başkanı’yla da tanıştık. Kendisi, yerel yönetimin ne gibi sıkıntılar yaşadığını öğrencilerimizle periyodik olarak paylaşıyordu. Bize, 1995 yılından itibaren belediye tarafından tutulan defin ruhsatlarını verdiler. Bölgede yaşanan sorunu anlamak adına defin kayıtlarını inceledik. Dilovası’nda 100 ölümden 32’sinin kanser nedeniyle gerçekleştiğini saptadık. Bu bilgileri alan çalışmasıyla ve yanılma olasılığı daha düşük bir araştırma tekniği kullanarak ayrıntılandırma ihtiyacı duyduk. Çünkü aynı yıl Türkiye’deki her 100 ölümden 12,9’unun, dünyadaysa 12,5’inin kanser nedeniyle gerçekleştiğini biliyorduk. Arada birkaç kat fark olması, sorunun önemini bize göstermiş oldu.
Ve bu ilk bilgiler ışığında araştırmaya devam ettiniz…

Evet. 2005 yılının Ocak ayında bir çalışma gerçekleştirdik. Çalışma sonucunda 100 ölümden 33,3’ünün kanserden kaynaklandığını gördük. Dilovası’nda 10 yıl ve üzerinde yaşayanların, daha kısa süre yaşayanlara oranla kanserden ölme riskinin 4,4 kat daha fazla olduğunu fark ettik. Bu kişilerin sigara içip içmemesi ya da yaşlı olup olmaması, kanser kaynaklı ölümleri etkilemeyecek kadar geride kalan özelliklerdi. Dilovası’nın kendi koşulları çok daha etkiliydi. Bu çalışmayı ulusal kongremizde sözlü olarak sunduk. Ardından meclis araştırma komisyonunun yaptığı davette tekrarladık. Sorunun sadece bahsi geçen bölgeyle sınırlı olmadığını, o dönem sağlık bakanlığı il sağlık müdürlüğünün verilerine göre Kocaeli’deki her 100 ölümden 19’unun, Gölcük’te 21’inin, Gebze’de 22’sinin, Derince’de 21’inin de yine kanserden ölüm olduğunu, bu nedenle sorunun bütün kentte değerlendirilmesi gerektiğini Meclis Araştırma Komisyonu’nda (MAK) paylaştık.
Anaların sütleri, bebelerin kakaları zehirli!
Meclis Araştırma Komisyonu’nun konuya yaklaşımı nasıl oldu?
Meclis Araştırma Komisyonu da 29 sorun belirledi ve 29 çözüm önerisi getirdi. Bu raporu Kasım 2006’da Meclis’e sundu. Şubat 2007’de konu görüşüldü. Biz de araştırmamızı TÜBİTAK’ın uluslararası indeksteki dergisinde yayınladık. Mart 2007 tarihinde Sağlık Bakanlığı’na bağlı Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı (KSDB) aracılığıyla Ankara’da bir toplantı gerçekleştirildi. Haziran ayında KSDB, Kocaeli Valiliği ile Kocaeli Üniversitesi’ne birer yazı göndererek ortak araştırma yapmamızı istedi. “Evet, bu veriler doğru ama başka bir şey bulunabilir mi?” sorusundan hareketle öneriyi kabul ettik. Bu yeni çalışma 2000-2007 yılları arasındaki ölümlerin nedenlerini saptamaya yönelikti. Neticede gördük ki, 100 ölümden 30’u kanserden kaynaklanıyordu. Hazırladığımız raporu Ağustos 2008’de KSDB’ye ilettik. Biraz önce söz ettiğim MAK’ın raporundaki saptamaların birçoğu önemliydi. Kentte sanayi kapasitesi artışına gidilmemesi, var olan tesislerde teknolojinin yenilenmesi, katı, sıvı ve gaz atıklarla ilgili filtre ve zararsızlandırma sistemlerinin kurulması isteniyordu. Ancak çok da etkili olduğunu söyleyemeyiz.
Ama bir şekilde sesinizi duyurabilmiştiniz öyle değil mi?

Söylediğiniz doğru olmakla beraber, sorunun çözümü için yeterli değildi. Yine 2008’de Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı, Çocuk Sağlığı Hastalıkları Ana Bilim Dalı ve Tıbbi Genetik Ana Bilim Dalı’ndaki arkadaşlarla bir proje hazırlayıp KÜ Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi’ne sunduk. 2009 Şubat ayında bu proje hem bilimsel hem etik yönüyle desteklenmeye değer görüldü. Araştırma projesine başladık. Sanayinin olmadığı, en temiz yer diye bilinen Kandıra ile sanayinin en yoğun olduğu Dilovası’nı karşılaştırmaya yönelik bir çalışmaydı bu. Bu bölgelerde hava analizleri yapıp, havadaki tozun içindeki ağır metalleri saptamaya ve bölgede yaşayan kadınların gebeliklerini izlemeye, doğum sonrasında ise hem bebeklerin ilk kakalarını hem de annelerin ilk sütünü almaya özen gösterdik. Havadaki ağır metallerin etkisini anlamaya çalışıyorduk. Hava ölçümleri TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi Çevre Enstitüsü laboratuvarlarında incelendi. Kasım 2009’dan itibaren Dilovası ile Kandıra’da her ay 24 saat boyunca havadan toz örnekleri toplandı. Bu toz örnekleri içindeki ağır metal ölçümleri yapıldı. Bunun dışında, toz topladığımız mekânın 500 metre etrafında yaşayan, sigara içmeyen, herhangi bir hastalığı bulunmayan, 18 yaşından küçük, 35 yaşından büyük olmayan, çalışmamıza gönüllü katılan gebe kadınları izlemeye aldık. Doğumdan sonra hem kendi sütlerinden hem de bebeklerin kakalarından örnekler aldık. TÜBİTAK’ın Bursa’daki laboratuvarında analiz yaptırdık. Bu esnada Kocaeli’de dördüncü demir-çelik fabrikası kurulması konusunda tartışmalar yaşanıyordu. Biz, önlem alınmadığını, bebeklerin kakalarında ve annelerin sütünde ağır metaller bulunduğunu ve çok yaygın olduğunu basın aracılığıyla kamuoyuyla paylaştık. İncelemeye aldığımız gebelerin son doğumlarının Nisan 2011’de olacağını biliyorduk. Araştırmanın en azından biyolojik materyallerle ilgili kısmının, ki bu araştırmanın genetik boyutları da var, Haziran ayında açıklanacağını söylemiştim. Fakat bu iş birden redde dönüştü kamuoyunda. Valilik, bu redde rağmen çevreyle ilgili genelgesini yeniledi.
Çözüm piyasanın “şefkatli kolları”nda değil, kamuculukta
Valilik çevreyle ilgili genelgesini yeniledi dediniz. Bir tür önlem miydi bu?

Kocaeli’de yapılan ihbarlar doğrultusunda yıllar önce toprağa gömülmüş zehirli atıklar çıkarılmaya başlandı. Pek çok fabrika almadığı önlemler nedeniyle cezalandırıldı. Dilovası’nda yaşayan halkla ve temsilcileriyle Kocaeli Büyükşehir Belediyesi (KBB), Kocaeli Valiliği ve Doğu Marmara Kalkınma Ajansı ortak toplantılar düzenledi. Ama konunun reddi noktasında yürütülen faaliyet de sürüyordu. Oysa çalışmalarımızın hiçbir aşamasında herhangi bir dönem veya yöneticiyi işaret etmemiştik. Çünkü konu kişisel değil, Türkiye’nin içinde yaşadığı toplumsal yapıdır. 1970’lerden itibaren Kocaeli bölgesi sanayi yapılandırması adı altında ulaşımıyla, altyapısıyla hazırlanmıştır. Kamusal olanaklarla başlanmış, özel sektöre devredilmiştir. Ara mamul üretilmiştir bölgede. Petro-kimya sanayisinin hammaddesini üreten yapılar buradadır. Peki, bu sorunlar niye yaşanıyor? Bir kişi bir fabrikayı kendi mülkü olarak inşa ediyorsa, bunu kârı en yüksek seviyeye çıkarabilmek için yapıyordur. Dolayısıyla maliyeti en aza indirmek isteyecektir. Çevre ve insan sağlığını etkileyen sorunlar yaşanmamasını istiyorsak, kullanılan hammaddeleri değiştirerek daha pahalı hammaddeler kullanmalıyız, teknolojiyi modernize etmeliyiz, katı, sıvı veya gaz emülsiyonları daha zararsız hale getirmeliyiz. Bütün bunlar bir maliyet. Tartışma da buradan zıkmaktadır. Doğa ve insanla barışık bir sanayi yapılanması mümkündür. İnsanlık olarak bunun bilgisine de teknolojisine de sahibiz. Maliyeti göze almak gerekir.
Çevre ve insanların zarar görmemesi adına neler yapılabilir? Örneğin, Dilovası’ndaki sanayinin farklı bölgelere dağıtılması bir çözüm olabilir mi?
Bir kere Kocaeli bölgesi bu gidişatıyla insansız bir bölge olmaya adaydır. Bunun tersi mümkündür. Sorunumuz ve sorumluluğumuz da budur. Bilim insanı olmanın toplumsal sorumluluğu budur. Ne yapılabilir? Birincisi, bu kadar duvar komşusu olan, lastik fabrikası, boya fabrikası, demir-çelik fabrikaları mekânsal olarak seyreltilmek zorunda. İkincisi, hammaddelerin daha az zararlı olanlarla ikamesi ve teknolojilerin modernize edilmesi gerekir. Sonra da atıkların zararsızlandırılması faaliyeti gündeme alınmalıdır. Toplumsal yararlılık üzerinden düşünelim. Neden bir fabrikanın atıkları başka bir fabrikanın hammaddesi olmasın? Bu sistemi organize ederek sanayileşmek mümkün. Böylelikle toplumsal yarar için kolektif bir üretim sağlanmış olur. Bugün yaşadığımız sorunların kaynağında kişi ve kurumların sorumluluğunu yerine getirmemesi yatmaktadır. Kocaeli’deki sanayi insan ve doğaya rağmen gelişmektedir. Çözüm ise piyasanın “şefkatli kolları”nda değil, kamucu bir anlayışta yatmaktadır.
Tedbir almak yerine, yeni tesisler kuruluyor
Sizin de belirttiğiniz gibi bölgede görülen kanser vakalarında bir artış var. Bunun nedeni de buradaki sanayi tesislerinin yoğunluğu ve kural tanımazlığı. Bunlara karşı devlet herhangi bir yaptırım uygulayamaz mı?
Elbette uygulayabilir. Ancak şunu söyleyeyim, organize sanayi bölgeleriyle ilgili bir kanunumuz var. Bu kanuna göre bir yer organize sanayi bölgesi ilan edildikten sonra hangi alanda yatırım ve üretim yapılacaksa altyapısı hazırlanıyor, kamu arazileri girişimcilere satılıyor. İyi bir planlamayla bu bölgeleri seçmek, gerekli altyapılarını yapmak, katı, sıvı ve gaz atıkların zararsızlandırılmasını sağlayacak sistemi kurmak, sonra da buraya yatırım yapacak girişimcilerden bunların maliyetini de alarak güncellemesini yapmak gerekir. Organize sanayi bölgeleri aynı zamanda özerk bölgelerdir. Bölgeyi kamu olarak hazırladıktan sonra arazileri satmış olduğunuz sermaye sınıfına oranın yönetimini devrediyorsunuz. Bunun da kuralları var. Örneğin, Dilovası 2002’de Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından organize sanayi bölgesi ilan edilmiş. Bölgede ülkenin boya devleri, hurda demirden demir-çelik imal eden iki büyük fabrika mevcut. Sanayi bölgesinin tam ortasından Dil Deresi geçiyor. Yine burada sit alanı var. Organize sanayi bölgesi ilan edildiği tarihte iki mahalle vardı. Bu özellikleri taşıyan herhangi bir toprak parçasının yasal olarak organize sanayi bölgesi ilan edilmesi mümkün değil. Bunu yapıyorsanız doğaya ve insana karşı konumdasınız demektir. Hukuksal anlamda sakat bir karardır.
Buna rağmen bölgede yeni işletmeler kuruluyor ama!..
Bugün dördüncü bir demir-çelik fabrikası kurulmak isteniyor. Güney Koreli bir şirketin bunu kuracağını biliyoruz. Bu şirket Hindistan’a yatırım yapmak istemiş, ancak toplumsal muhalefet nedeniyle gerçekleştirememiş. Kendine yer ararken Kocaeli’yi seçmiş. Kentimizden gazetecileri Güney Kore’ye götürüp fabrikalarını gösterdiler. Artık methiyeler diziliyor. Yapılan röportajlarda fabrikanın genel müdürü, “Yıllık kapasitemiz 1 milyon ton olacak. Güney Kore’den buraya paslanmaz çelik gelecek. Burada inceltme yapılarak iç ve dış piyasaya satacağız.” diyor. Oysa Çevre Bakanlığı’nın konuyla ilgili mevzuatında 20 bin tonluk kapasitenin üzerindeki soğuk haddelemenin birinci sınıf gayri safi müessese ilan edildiği, dolayısıyla bu tür riskleri taşıdığı yazılıyor. Genel müdürün başka ifadeleri de var. “1 milyon ton kapasiteye çıktığımızda Güney Kore’den ara mamulü buraya taşıyamayız. Dilovası’ndaki fabrikalar gibi demir-çeliği Kocaeli’de üretmeye başlayacağız.” diyor. 5-10 yıl içerisinde kentimizde Dilovası kapasitesinde iki fabrikadan da daha büyük kapasitede demir-çelik üretileceğini, ki hurda demirden olacağı ifade ediliyor, göreceğiz maalesef. Oysa bu kent artık doygun. Baca gazı nedir, sıvı atık kapasitesi nedir demenin ötesine geçmek zorundayız. Çünkü, kümülatif bir etki var. Şu aşamada insanı, doğayı hiçe sayan bir eğilim ve uygulama söz konusu. Üniversite hastanemizde hocalarımızla konuşursanız, hava ve çevre kirliliğine bağlı hastalık gruplarıyla, başka yerde çalıştıkları dönemlere göre çok fazla karşılaştıklarını söylerler size.
Üniversite: Kâr getirmeyen bilgi, bilgi değildir!
Sermaye kârlılığını artırmak istiyor. Devlet onun önünü açmaya çalışıyor. Peki, üniversiteler nasıl bakıyor olaya?
Türkiye’deki üniversitelerin iktidarlar tarafından konsolide edildiği sır değil. Bu nedenle üniversitelerin toplumsal sorumluluğundan söz edemiyoruz. Üniversitemizde resmi bir toplantıda da çok net bir şekilde ilan edilmiştir, “katma değeri olmayan bilgi, bilgi değildir” diye. Bu ne demektir? Sorumluluk dediğiniz şey, doğrudan doğruya kârlılık yaratacak alanlar üzerinden bilgi üretmek demektir. Evet, direnen odaklar da yok değil. Bu üniversitede de var. Ama bütünsel anlamda sorun var. Üniversite içinde ayrıca mikro iktidar mücadeleleri var. Toplumsal olanla teması olmayan akademik kadroların yaygın olduğunu görüyoruz. Daha çok kendileriyle ilgilenen, bulundukları ortamlarda var olmanın iktidar mücadelesi olduğuna inanan bir yaklaşım içinde insanlar. Ne zaman öğretim üyelerimiz, bakışlarını ve ufuklarını, toplumsal yaşantıya yöneltir, o zaman mikro iktidar mücadelesi ve yönetimle konsolidasyondan kurtulabilir diye düşünüyorum. Çözüm verili koşulları deşifre etmekten geçiyorsa bilim insanları bundan kaçınmamalıdır.
Bölge halkı yaşadığı tehlikenin farkında mı? Ne kadar bilinçli?
Burası sanayinin varlığı nedeniyle göçmen kenti. Başka yerlerde karnını doyuramayan insanlar bu kente göçmüş durumdalar. Hepimiz öyleyiz. Bununla beraber, özellikle Dilovası’nda yoksulluk had safhada. Gayri safi yurtiçi hâsılaya göre en zengin 3. sırada olmasına rağmen gelir dağılımının en bozuk olduğu yerlerden biri Kocaeli. İnsanlar çaresiz. Bir şeylerin bilincinde olmaları yetmiyor. Karınları aç. Bu anlamda sadece insanların yapacağı bir iş değil. Üniversite kadroları bu işin içinde olacak, kamusal alan bu işin önünü açacak, sorunla ilgilenenleri düşman ilan etmeyecek, aksine çözüm üretmelerini sağlayacak.
Halkın sağlığını ve doğayı düşünürsen, suçlusun!
Araştırmayı yaptınız ve ardından Kocaeli Büyükşehir Belediyesi ve Dilovası Belediyesi hakkınızda suç duyurusunda bulundu. Nasıl gelişti olaylar, şu anda durum nedir?

Ocak ayında konu gündeme geldiğinde, daha çalışma bitmemişti ama isteyenlerle verileri paylaştık, üniversitede yaptığımız projenin metnini gönderdik. İnsanlar kolay kolay proje metinlerini paylaşmazlar. Biz açık ve özgüvenli davrandık. Ama bunu suiistimal ettiler. Verileri bizlerle paylaşmıyor noktasına sıkıştırdılar kamuoyundaki tartışmaları. Bu bilinmeli. KBB Başkanı basına yansıyan söylemlerinde benimle ilgili hiç kimseye yakışmadığını düşündüğüm çeşitli sıfatlar kullandı. Kendi partisinin bir eğitim toplantısında gençlere hitaben yaptığı bir konuşmada da aynı tutumu alınca avukatım aracılığıyla Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundum. Birkaç gün sonra KBB Başkanı ve Dilovası Belediye Başkanı, ceza kanununun 213. maddesine dayanarak, halkı paniğe sevk etmek, korkutmak nedeniyle 2 yıldan 4 yıla kadar hapis cezasıyla yargılanmamı talep eden bir dilekçe sunmuşlar. Sanıyorum kendilerini hakaret nedeniyle savcılığa şikâyet etmemiş olsaydım onlar da dava açmayacaktı. Başvurum sonrasında savcılık gerekli incelemeyi yaptıktan sonra Kocaeli 2. Sulh ve Ceza Mahkemesi’ne dosyayı gönderdi. Dava açılmaya değer bulundu. Davanın ilk oturumu 31 Mayıs’ta yapıldı ve 15 Eylül’de yeniden görülecek. Ayrıca açmış olduğum bir tazminat davası var. Belediye başkanlarının yaptığı şikâyet savcılıkça değerlendirildi. Hazırlanan dosya görev yaptığım üniversiteye gönderildi. Rektörlük dosyayı aldıktan kısa bir süre sonra hakkımda ceza soruşturması açtı. Süreç devam ederken KSDB, YÖK’e bir yazı yolladı. Mealen söylüyorum, çalışmamın kanserle hiç alakası olmamasına rağmen, halkı kanser konusunda yanlış bilgilendirdiğim, korku ve panik yarattığım iddia ediliyor. YÖK de bu yazıyı bizim rektörlüğe gönderiyor. Rektörlük de bu yazıyı gerekçe göstererek, hangi kapsamda suç işlediğimi bile belirtmeden, hakkımda bir disiplin soruşturması daha açtı. Her ikisiyle de ilgili olarak Mayıs ayının ilk haftasında ifade verdim. Ama hâlâ soruşturmayla ilgili elime ulaşan bir bilgi yok. Bekliyoruz.
‘Paylaşmamanın sorumluluğunu taşıyamazdım’
Soruşturmanın ardından size destek vermek için internette bir imza kampanyası düzenlendi. Çeşitli üniversitelerden akademisyen ve öğrenciler eylem yaptı. Nasıl hissediyorsunuz kendinizi? Bunlar size güç veriyor mu?
Yaptığım işi doğru buluyorum. Çünkü ben halk sağlığı uzmanlığı dışında bir de epidemi yan dalı uzmanıyım. Sağlık alanında bir araştırma nasıl, hangi kural ve etik değerlerle yapılır… Ben aynı zamanda bunların öğreticisiyim. Yaşadığım süreçte kendimle ilgili hiçbir hata tanımlayamadım. O bakımdan rahatım. Aslında meseleyi avukatım dışında kimse bilmiyordu. Fakat hakkımda soruşturma açıldığını duyan arkadaşlarımız, daha önce üniversite soruşturmalarından kıdemli olan arkadaşlarım, kendileri İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’ndeler, sevgili İzge Günal ve Cem Terzi, tecrübelerine dayanarak, bu konuda benim hiç fark edemediğim bir tehlike tanımladılar. Tedirgin oldum. Eğer bu konu ve haklılığın kamuoyunun bilgisinde olmazsa bu iş risklidir dediler. Kendi üniversitemin dışından iki arkadaşım konuya sahip çıktı. Bilim camiası ve Türkiye kamuoyuyla paylaşmanın önemli olduğunu düşündüler sorunu. Sonrasında hiç beklemediğim şekilde bir ilgi yumağı oluştu. Sağlık, toplumbilim, mühendislik alanlarından, toplumun çok farklı kesimlerinden, öğrencilerden, işçilerden destek gördüm. Başlatılan kampanyadaki imza sayısı 11 bini buldu. Bu, mahkeme sürecine kadar yansıdı. Forumlar düzenlendi, insanlar konuştu. Böylelikle sorunun toplumsal olduğu ve toplumsal bir çözüm gerektiği yönünde mesajlar verilmiş oldu. Üzülerek söylüyorum, bu işler kendi üniversitemin dışından desteklerle yürütülüyor. Bir korku ortamı var burada. Örneğin, bu imza kampanyasına katılan arkadaşlarımıza, neden imza attınız diye tehditler savrulduğunu öğreniyorum. Bu kabul edilemeyecek bir aşamadır akademik özgürlük adına.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Paylaşmamanın sorumluluğunu taşıyamazdım.