İstanbul’un kuzeyi ormanlar ve su havzalarının yoğun olduğu yerlerdir, mutlak kırmızı çizgileri vardır. İstanbul, organları itibariyle Adapazarı’ndan Bursa’ya kadar bütün bölgeleri ve de Marmara Denizi’ni kapsar. İstanbul’un kalbi ve beyni şehrin içerisinde ama ciğerleri, sinirleri, kolları ve bacakları bütün Marmara Denizi’nin çevresindedir. En vahşi toplumlarda bile yaşama refleksi böyle projelerin önünde engel olur. Şaka gibi!..
İstanbul Metropolitan Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi’nin (İMP) kurucu ve yürütücüsü Mimar Prof. Dr. Hüseyin Kaptan ile Kanal İstanbul Projesi ve kente olası etkileri üzerine söyleştik.
Tam bir çılgınlık!
Başbakanın geçtiğimiz haftalarda kamuoyuna duyurduğu Kanal İstanbul Projesi ya da nam-ı diğer “çılgın proje” hakkındaki düşüncenizi öğrenebilir miyiz?
“Çılgın proje”, adı üstünde tam bir çılgınlık. Bunu biz söyleseydik epey üzülürdük. Başkaları söylediği için biz sadece tekrar ediyor ve çılgın olduğunu kabul ediyoruz. Ancak, birçok insanın bu projeyi konsept olarak sevebileceğini de düşünmüyor değilim. Çünkü İstanbul’daki gemilerin başka bir kanaldan geçmesi ve artık boğaz köylerini rahatsız etmemesi gibi kulağa hoş gelen yanları var. Ne var ki, bizim gibi planlama stratejileri üzerine ömür tüketen insanların böyle bir projeye olumlu yaklaşması mümkün değil. 2004 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Kadir Topbaş buna benzer bir projeyi gündeme getirdiğinde de karşı çıkılmıştı zaten.
Kanal projesi yeni değil yani.
Değil. O dönem bir kanal projesi mevcuttu. Ama kuzeydeki orman alanlarında 3 milyon nüfuslu yerleşim yerleri kurarak, onu desteklemek asla gündeme gelmemişti. O zaman dağların yüksekliğini ölçmüştük. 50 kilometrelik mesafede 200 metrelik dağlar geçilecek, Karadeniz suyunun akıntıları saptanacaktı. Konunun uzmanı olan öğretim görevlisi arkadaşlarımız olumsuz görüş beyan edince biz de konuyu gündemden kaldırmıştık.
İstanbul yasal büyümüyor
Kanal İstanbul ile Avrupa ve Anadolu yakalarına kurulacak iki yeni şehir İstanbul’u nasıl etkiler?
İstanbul dediğimiz yer 1980 yılında merkezi yönetim tarafından planlanmış ve bu coğrafya ancak 5 milyonluk nüfus kabul edebilir diye mühürlenmiş. Devlet ülke çapında stratejiler geliştirmiş. Bu doğrultuda bölge kalkınma merkezleri kurulacak, 5 yıllık planlar hazırlanacak denmiş. Diğer bölgelerden İstanbul’a gerçekleşecek göçün önüne geçilmesi düşünülmüş böylelikle. Erzurum, Kars, Muş, Iğdır’la Rize’den itibaren Ordu, Giresun ve Samsun gibi yerlerde kentleşme sağlanabilse, sanayi ve hizmet sektörü gelişebilseydi eğer, buralarda yaşayanlar göç etmek durumunda kalmayacaktı. Maalesef bu şehirlerin ekonomik anlamda kalkınmamış olmalarının ıstırabını kültürel ve coğrafi hassasiyetleri bulunan İstanbul, İzmir ve Ankara gibi büyük şehirler çekmektedir. İstanbul yasal olarak büyümüyor. İş gücünün sektörel dağılışı, sanayi ve konut alanları büyük ölçüde yasa dışı. Yasa dışılığı, aflarla yasal çizgiye çekemezsiniz. 2981 sayılı yasayla bunu yapmak istediler. Buna göre, hiçbir donatım standardı gözetmeksizin bütün kaçak mülkiyet ve yapılar affedildi. Fakat aynı yapı stokunu yüzde 100 oranında artırmaktan başka işe yaramadı. Ülke kalkınmasını yönlendirme hevesiyle ortaya konan yanlış stratejiler, İstanbul’a her yıl 500 bin kişinin göç etmesini engelleyemedi. Ayrıca, gerek “çılgın proje” gerekse iki tane yeni şehir, İstanbul Metropolitan Planlama Merkezi’nde (İMP) 2004’te başlatılan araştırma, analiz, sentez ve stratejiler bağlamında da kabul edilemez görünüyor.
İstanbul’un kuzeyi, kentin kırmızı çizgisidir
İMP’de yapılan bu çalışmalardan kısaca söz edebilir misiniz? Bir kanal projesi var ve geri adım atıldı demiştiniz. “İki yeni şehir” konusunda da bir çalışma yapılmış mıydı o dönem?
İMP’de yürüttüğümüz stratejik planlama çalışmaları 2004 yılında başladı, 2006’da ve daha sonra da 2009’da revize edilerek onaylandı. Burada şunlar esas alındı: İstanbul’un kuzeyi ormanlar ve su havzalarının yoğun olduğu yerlerdir, mutlak kırmızıçizgileri vardır. Bununla birlikte İstanbul, organları itibariyle Adapazarı’ndan Bursa’ya kadar bütün bölgeleri ve de Marmara Denizi’ni kapsar. İstanbul’un kalbi ve beyni şehrin içerisinde ama ciğerleri, sinirleri, kolları ve bacakları bütün Marmara Denizi’nin çevresindedir. Şehirdeki enerji yığılmasının hassas bir şekilde yönlendirilmesi de olayın bir bütün halinde ele alınmasını zorunlu kılıyordu. İMP’de süreç bu şekilde yönlendirildi, planlar hazırlandı. Bütün Türkiye gözetilerek Marmara Bölgesi’nde çalışmalar yoğunlaştırıldı. Kadıköy merkez olarak alındı, doğu yakasında Gebze-Kartal, batıdaysa Silivri-Çorlu, şehrin kanatları, yani İstanbul’u koruyacak metropolitan alt bölgeler olarak seçildi. Ancak, şehrin can damarı ormanlar ve su havzalarının bulunduğu kuzey kesimleri tartışma konusu bile olmadı hiç. Ayrıca bugün Gebze ve Tuzla bölgesinde yaklaşık 6 bin, Tekirdağ bölgesindeyse 7 bin hektarlık alan organize veya organize olmayan sanayi olarak onaylanmış halde. Bu enerji, bu fabrikalar İstanbul’dan desantralize gelişmeler, altyapı lojistik sistemleri bu alanlara konsantre. İstanbul’da bulunan artık demode olmuş yasa dışı sanayinin yenilenme süreci bu alanda gerçekleşiyor. Böyle baktığınızda o bölgelerde 700 bin dolayında sanayi işçisi çalışıyor. Daha bunun hizmet sektörü var. Birbirine entegre olmuş karayolu, denizyolu, demiryolu ağı, limanlar, havaalanları ve lojistikle destekleniyor. Enerji büyümeye hazır. Önemli olan patlama sürecine giren enerjinin iyi yönetilmesi.
İstanbul gibi bir şehre yeni projeler hazırlarken dikkat edilmesi gereken önemli noktalar nelerdir sizce?
Sadece İstanbul değil, bütün şehirler bir organizmaya benzer ve her birinin modelleri vardır. İlkin planlama metodolojisine bakmakta fayda var. Planlama nedir, İstanbul gibi bir şehri planlamak nasıl olur ve dünyada durum nasıldır diye baktığınız zaman, planlama, yaşama konu olan her alanda, her sektörde birbiriyle olağanüstü kapsamlı bir entegrasyondur. Ormanlar, sanayi, ekoloji, ekonomi, kültür, lojistik, tarih ve sosyolojiden başlayıp, kentin siluetine kadar varan pek çok bilim dalını kapsayan büyük bir entegrasyondur. Ben 50 yıllık bir planlamacıyım, ama planlama benim işim olduğu kadar yerbilimcinin, ulaşımcının, ekologların ve ormancıların da işi. Bu nedenle bir adamın böbreğini karnından alıp da başına koyamazsınız. Eğer şehirde modellere uymazsanız, o spastik olur, hasta olur. Oysa İstanbul her şeyiyle özel bir şehir, 8000 yıllık bir geçmişe sahip. Netice itibariyle yalnızca teknik yanlışlık yok, usul hatası da var. Çünkü şehrin planlaması teknik anlamda önemlidir elbette ama burada birlikte yaşayan insanların entegrasyonu da değerlidir.
Bilim insanlarını dinlemediler
Kanal İstanbul ve “İki şehir” projelerini ortaya koyanlar, söz konusu entegrasyonu sağlamak adına herhangi bir girişimde bulundu mu? Bilim insanlarının görüşleri alındı mı?
Bizimle hiç tartışmadılar. Bırakın tartışmayı, hiç dinlemediler. En vahşi toplumlarda bile yaşama refleksi böyle projelerin önünde engel olur. İstanbul’un 8000 yıllık geçmişinde hiç kimsenin, hiçbir uygarlığın kuzey bölgelere yerleştiği görülmemiş. Çünkü bu bölgeler orman varlığı ve su havzalarıyla şehrin hayat alanları olarak kabul edilmiş. Bugün ortaya konan projeler saçmalıktır. Ama geçmişte, İstanbul Belediyesi, Türkiye’de ilk defa bu entegrasyonu sağlamıştı. İBB Başkanı, hem siyaset hem de bilim dünyasını bir araya gelmeleri için davet etmişti. Toprakçılar, ormancılar, sucular, vs… birbirimizi ilk defa görmüştük ve çok önemli bir olaydı bu. Çünkü o ana kadar, sistem, hiçbir zaman bunun önemli olduğunu ortaya koymamıştı. Sonrasında sağcı veya solcu demeden, her görüşten insan 4 sene boyunca çalışarak bir plan hazırlamış ve bu plan onay almıştı. İstanbul’un kaderi çizilirken siyasi bir tavır alınmamıştı o zaman. Kurulan büro da şeffaftı, 600 bilgisayar birbirine bağlıydı ve her türlü bilgi paylaşılıyordu. Hiçbir bilgi saklanmıyor, projeler tartışmaya açılıyordu. Bakın, bu plana hükmetmek İBB’nin yasal çizgisindedir. Tabii, İstanbul’da merkezi yönetimin tasarrufları da yoktur demek istemiyorum. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Çevre ve Orman Bakanlığı, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, Sanayi Bakanlığı veya Ulaştırma Bakanlığı bize sormadan bağımsız proje üretebilirler. İBB Meclisi onları engelleyemez, ancak mahkeme kararlarıyla durdurabilir. Burada önemli olan birlikteliğin sağlanmasıdır. Son süreçteyse merkezi yönetimin ketum davranarak aniden şaka yapabildiğini gördük.
Şaka gibi!
Bunu bir şaka olarak mı görüyorsunuz?
Bana bir şaka gibi geldi doğrusu, inanamadım. Seçim jesti gibi algıladım. Şehir bir canlıya benzer, organlarında bir arıza olduğunda kilitlenir. Bakıyorsunuz, doğu yakasında hizmet sektörü yok, batı yakasında var. 1 milyon insan her gün karşıya geçmek için uğraşır, geri de dönemez. Toplu taşıma yetersiz, lojistik köyler yok, tırlar yolları işgal etmiştir bu yüzden. Bu sorunlar çözülmeden Kanal İstanbul ve “iki yeni şehir” inşa etmek, insanın kafasını kesip ayağına bağlamak gibidir.
İstanbullulara dayatılanın bilimsel dayanaklardan yoksun bir siyasi proje olduğunu söylemek yanlış olmaz değil mi?
Kesinlikle böyle. Ben İMP’nin kurucu başkanı ve yürütücüsüyüm. Artık bu tür projelere değil de kendi deneyimlerime ve uzman arkadaşlarımınkine inanmak istiyorum. Biz plan yaptığımızda dünyadan da 50’ye yakın üniversite konuyu bizimle tartışmıştı, dünyaya açık planlamalar üretmiştik. Bunları yok sayıp, birdenbire çıkarak “Sana müjdem var, ben bir çılgınlık yapacağım şimdi” diyemezsiniz. Böyle bir şehir kurma fikri dünyada yok denilebilir. Demokrasi ve medeniyetten söz ediyoruz, hiçbir yerde tarihi bir kentin başına böyle bir olayın gelmesi açıklanamaz. Bu tavır bilimle bağdaşmaz. 2009’da Bayındırlık ve İskan Bakanlığı bir şura düzenledi, orada şöyle deniyordu: “Türkiye ortak aklını arıyor.” Akademisyenler, STK’lerden temsilciler ve siyasiler katılmıştı bu Şura’ya. Gördüğüm manzarayı takdir etmiştim, zira ortak akıl çılgınlığın tam karşısındadır. Şura’da bakanların da katılımıyla oy birliğiyle kararlar alınıyordu. Metropollerin planlamasında yerelin ve merkezi yönetimin birlikteliği söz konusu olacaktı. İsmi de belliydi, “Bölgesel Stratejik Planlama Büroları”. Yerel aktörler, STK’ler halkı temsilen belediye meclis üyeleri ve merkez adına da insanlar katılacaktı.
Şimdi ne yapıyor saydığınız yapılar veya insanlar?
Bence korktukları için geri çekildiler. Müsteşarlar, İmar ve İskan Bakanlığına bağlı genel müdürler, ortak aklı bulmak için alınan kararların altına imza atmışlardı oysa. Biz ise teknisyeniz, bizi bir ölçüde yok sayabilirler. Ama bizim emeklerimizi çöpe atmalarından daha önemlisi, meclislerin yok sayılmasıdır. Nerede o 84 belediye başkanı? Bu ülkenin bilim insanları hiç mi hesap kitap bilmiyor, doğadan anlamıyor, kendi insanını tanımıyor da, 5 sene uğraşıp ürettiğimiz projeler çöpe atılıyor? Şimdi entelektüel camia olarak kendi içimize kapanmış konuşuyoruz maalesef. Bir de bazı STK’ler var, romantik bir şekilde karşı koymaya çalışıyorlar.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
İstanbul’a bir kurvaziyer geldiği vakit, geminin başı aşağı eğiliyor, insanlar dünyanın en kadim şehrinin siluetini görmek istiyor. Çünkü diğer metropollerin coğrafi ve tarihi silueti yok, yalnızca bina silueti var onlarda. İstanbul dünyanın gözbebeği sayılan bir metropol ama onu korumak yalnızca bilim insanlarına kaldı ne yazık ki. İstanbul’a kıyılıyor. İMP olarak gücümüz yettiğince engellemek istedik bu kıyımı. Haydarpaşa’ya 7 tane gökdelen dikilerek bir Manhattan kurulmak isteniyor Sultanahmet’in karşısına. Her yeri satmaya çalışıyorlar ama her yer satılamaz.