Ezgi Akşar / İstanbul Üniversitesi
Doruk Cengiz / University of Massachusetts – Amherst
Türkiye’de emeğin durumunu makro ölçekte incelemek, birçok zorluğun yanı sıra, verileri TUİK sağladığı için ayrıca zor. Bu yazı, TÜİK’in verilerini eleştirmek için yazılmıyor; ancak, belirtmek gerekir, TÜİK verilerinin güvenilirliği ve TÜİK’in metodolojisi birçok kişi ve kurum tarafından defalarca sorgulanmıştır (bkz. Mustafa Sönmez, DİSK-AR). Ancak TÜİK verilerinin resmi veriler olması ve yeterli düzeyde ayrıntıya girebilmesi nedeniyle, biz, bu verileri kullandık.
2001 krizi ile beraber, Türkiye ekonomisi, Kemal Derviş’in öncülüğünde yeni bir paradigmaya geçiş yaptı. İktidar, 2002 yılında DSP-MHP-ANAP koalisyonundan AKP’ye geçtiğinde bu politikalar aynen devam etti. Derviş’in reçetesi, devlet harcamaları kısılacak, kur serbest bırakılacak, kamu iktisadi teşebbüsleri özelleştirilerek daha “verimli” kılınacak, ve benzeri neoliberal uygulamalar içeriyordu. Çokça duyduğumuz kemer sıkma politikaları içeren reçeteye göre, KİT’lerde personel sayısı artırılmayacak, primler ve ikramiyeler düşürülecek, tarımsal destek miktarı kısılacak, memur sayısı en iyi ihtimalle sabit bırakılacak ya da azaltılacaktı.
Bu politikaların emekçi-sermayedar çatışmasında rol oynadığı açıktır. İşsizliğin gözle görülür bir biçimde arttırıldığını ve istihdamın her kesimden çalışan için düştüğünü iddia edebiliriz. Resmi verilere baktığımızda da bu düşüncemizin doğrulandığını görebiliyoruz.
Bu grafikte, söylediklerimize aykırı davranan tek kesim ilköğretim mezunları olarak görünüyor. Bu sebeple, AKP iktidarının en düşük kalifiyedeki işçilerin menfaatlerini koruduğunu ve önceliği buraya verdiği söylenebilir. Ne var ki zorunlu eğitimin 8 yıla çıkarılması 1997 tarihlidir. Dolayısıyla ilköğretim mezunları işgücüne 2000 yılı itibarıyla katılmışlardır. Genç istihdamın, genel istihdama göre her zaman düşük olması, ilk mezun olanların da doğal olarak genç olması, başlangıç noktasını olması gerektiğinden çok daha düşük göstermiştir. Bu argümanı aynı yıllarda orta okul mezunlarının istihdam oranı ile ilköğretim mezunlarının istihdam oranını karşılaştırarak test edebiliriz. 2000 yılında ortaokul mezunlarının istihdam oranı yüzde 42 iken ilköğretim mezunlarının istihdam oranı yüzde 10’dur. Bu fark ilköğretim mezunlarında görülen istihdam artışının yaş ve tecrübe ile ilgili olduğu, hükümetin eşitlikçi bir politikası olmadığı savını güçlendiriyor. Demek ki, istihdam oranı her kesim için düşmüştür. Beklenen, sömürü oranının artmasıdır. İşsizlik ile sömürü oranı artışı doğru orantılıdır ve AKP döneminde de bu ilişki devam etmiştir. (1)
Türkiye’de emek üzerine çalışanların hepsinin fark ettiği ilk konu, istihdam oranının aşırı düşüklüğüdür. Bu oran o kadar düşüktür ki, kriz sebebiyle ekonomisi yüzde 20’den fazla küçülmüş ve işsizliği tavan yapmış Yunanistan bile, 2012 itibariyle, Türkiye’den daha yüksek istihdam oranına sahiptir. AKP’li yıllar boyunca istihdam oranı yüzde 44 ile yüzde 48 arasında değişmiş ve hiçbir zaman yüzde 50’nin üzerine çıkamamıştır. İstihdam oranı bu kadar düşükken, o halde, işsizlik oranı nasıl oluyor da Yunanistan’daki yüzde 25 seviyelerine çıkmıyor? İşsizlik oranı nasıl hesaplanıyor?
Bu noktada tanımlara açıklık getirmek gerekiyor. TÜİK’e göre bir insanın işsiz olması için çalışmaması ve çalışmaya hazır durumda olması yeterli değil. Ayrıca, yakın zamanda iş arıyor olması gerekiyor. Demek ki işsiz, işsiz olduğunu ispatlamalı. Yoksa, işsiz sayılmıyor. İş gücüne katılım oranını yüzde 50 yerine OECD ortalamasına yaklaştırıp yüzde 60 aldığımız zaman işsizlik oranı yüzde 25’lere sıçrıyor. O halde sormak durumundayız, işgücünde olmayanlar neden değiller?
TÜİK verilerinde, işgücünde yer almayanların neden işgücünde olmadıkları da sorulmuş. Cevaplardan ikisi “İş bulma ümidi yok” ve “İş aramayıp çalışmaya hazır”. Bu iki grup da işsiz olarak kategorize edilmiyorlar, ancak, iddia edilebilir ki, bu insanlar da yedek işgücü ordusunda yer alıyorlar. AKP döneminde, iki grup da hem mutlak değer olarak hem de işgücüne dâhil olmayanlar içindeki oranları gözle görülür biçimde artmıştır. Bu artış, AKP politikalarının kullanılabilecek işgücünü nasıl da verimsiz kullandığını göstermektedir.
Buraya dek yazılanlar, yedek işgücü ordusundaki değişmeler ile ilgiliydi. Yukarıda işaret ettiğimiz ikinci nokta da vasıflı emeğin kullanılmaması sonucu vasfını kaybetmesidir. Burada bakılacak veri ise 1 yıldan uzun süredir işsiz kalan üniversite ve yüksek okul mezunlarıdır. Burada da veriyi ham bir biçimde kullanmak sakıncalıdır. Üniversiteli sayısının ve üniversitelilere talebin artması sonucu mutlak değerde bir artış gözlemlenebilir, ki bu her zaman, var olan emeğin israfı anlamına gelmeyebilir. Ancak bir yıldan uzun süredir iş arayan ve bulamayan sayısını istihdam edilen üniversite mezunlarına böldüğümüzde, vasıflı emeğin nasıl kullanıldığını daha iyi anlayabiliriz.
Oranlar, mutlak değerdeki değişiklikleri takip etmiş ve onlar da artmış. O halde rahatlıkla söyleyebiliriz ki, AKP döneminde uygulanan ekonomi politikaları var olan vasıflı emek-gücünü önceki iktidarlardan daha fazla israf etmektedir. Burada, geçerken eklenmesi gerektiğini düşündüğümüz bir nokta var. Aralarında muhalif iktisatçıların da olduğu kimi akademisyenler, Türkiye’nin büyüme ve kalkınma için yapması gerekenin emeği daha vasıflı hale getirmek, dolayısıyla sabit sermaye yatırımlarına değil, eğitim harcamalarına yönelinmesi gerektiğini söylüyorlar. Eğitime yapılan harcamaların artırılmasına karşı çıkmamız mümkün değil. Ancak bu argümanlarda bir nedensellik ve bir tercih var. Bu konu üzerine detaylı bir analiz yapmayacağız; sadece, iktisatta önemli olan yalnızca arz değil, talep de önemlidir, hatırlatmasını yapmakla yetineceğiz. Üniversite mezunu sayısını artırmak, çalışan üniversitelileri artırmak anlamına geliyor. Özellikle uzun vadeli işsizliğin üniversite mezunları arasında yaygınlaşması, artan eğitim harcamalarının çöpe gitmesi anlamına geliyor.
Sonuç
Verilerin bize sunduğu, istihdamın her eğitim düzeyi için düştüğü, çalışabilir durumda olan insanların işgücüne dâhil olmada her zamankinden daha da tereddütlü olduğu ve vasıflı sayılabilecek emeğin israfının bu dönemde arttığıdır. Bu noktada bizim sunduklarımızın şöyle bir karşı argümana dayanıksız olduğu düşünülebilir: “İstihdam her kesim için düşmüş olabilir, ancak toplumun eğitim seviyesi arttığı için genel istihdam artmıştır.” Verilere bakıldığında bunun doğru olmadığı görülecektir. AKP iktidarı boyunca istihdam oranı ya düşmüştür ya da en iyi ihtimalle AKP öncesi düzeyindedir. Yine de yapmış olduğumuz seçimin temel sebebini açıklamamız gerektiğini düşünüyoruz. Yukarıda da belirttik, biz yedek işgücü ordusunun çalışanlar üzerindeki etkileri ile ilgileniyoruz. İlköğretim mezunlarının istihdam oranının düşmesi, üniversite mezunlarına karşı sermayedarların kullanacağı bir koz olamaz. Üniversite mezunu çalışanı “disipline” etmek için, yedek işgücü ordusunun üniversite mezunu kesimini göstermek gerekir. Seçimimiz temel sebebi budur, kapitalist ile farklı türden emek sahibi kesimlerin karşıtlığını incelemektir. Rahatlıkla söyleyebiliriz ki, AKP’li yıllar, emeğin göreli gücü ciddi ölçüde düşmüştür. Emekçiler işsizlikle “terbiye” edilmiş, sermaye de rahatlıkla sömürü oranını artırmıştır.
Dipnot
1) Cem Oyvat, “Askeri Rejim, Liberalleşme ve Sürecin Ardılları” Birikim, 2011. http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=776