Dinozorların Destansı Yolculuğu
– Scott D. Sampson, Çev. Tufan Göbekçin, Alfa Yayıncılık, 2015, 470 s.
Şimdiye kadar evrimleşen hayvanların en başarılı gruplarından biri dinozorlardır. Dinozorlar 65,5 milyon yıl öncesine kadar milyonlarca yıl boyunca dünyaya hükmetti. Aslında dinozorların yaşayan mirasçıları olan kuşlar bugün bile memelilerden daha çeşitlidir.
Peki çok sayıda dinozor türü nasıl yan yana yaşamayı başarabildi? Dinozorların Destansı Yolculuğu bu sorunun cevabını evrim bağlamında arayarak, doğanın önemini, özellikle de evrim ve ekolojiyle yaşamın kökenini ve nesil tükenmesinin kaçınılmazlığını anlatıyor. Dinozorlar, memeliler ve diğer tüm yaşam formları arasındaki etkileşimler, bu kitabın temelini oluşturuyor. Hızla değişen, sürekli evrimleşen dünyamızda iklim değişimiyle ve nesil tükenmesiyle başa çıkmaya çalışırken, dinozorların antik dünyasını anlamanın önemini vurguluyor.
Zaman Döngüleri
– Kuantum Evreninin Olağanüstü Macerası-, Roger Penrose, Çev. Kerem Cankoçak, Murat Metehan Türkoğlu, Alfa Yayıncılık, 2015, 290 s.
Ünlü fizikçi Roger Penrose son kitabında, Büyük Patlama üzerine inşa edilen yanlış varsayımları yıkma amacını taşıyor. Zaman Döngüleri, kozmolojiye yeni bir bakış açısı getirerek, sıklıkla sorulan “Büyük Patlamadan önce ne vardı?” sorusuna oldukça beklenmedik bir cevap veriyor: Döngüsel Evrenler. Termodinamiğin İkinci Yasası evrende düzensizliğin sürekli artması gerektiğini söyler. Öte yandan 1917’den bu yana uzayzamanın geometrisini biliyoruz. Penrose bu iki ana temayı birleştirerek, ivmelenen ve genişleyen evrenimizin beklenilen kaderinin aslında yeni bir ‘Büyük Patlama’ olarak yeniden nasıl yorumlanabileceğini gösteriyor. Evrenin kökenine dair yeni bir fikir sunuyor.
Elektronun Tarihçesi
– J. J. ve G. P. Thomson-, Jaume Navarro, Çev. Mehmet Doğan, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2015, 263 s.
Deneysel fizik profesörü ve Cambridge Cavendish Laboratuvarı Müdürü Joseph John Thomson, 1897’de, katot ışınlarında elektrik taşıyan öğelere parçacıklı bir doğa atfetti. Bu olay, geleneksel olarak elektronun keşfi kabul edilen gelişmenin ana unsurudur. Tam 30 sene sonra oğlu George Paget Thomson, elektron kırınımının ilk görüntülerini elde etti ve bu görüntüler sayesinde, babasının elektronlarının dalga benzeri davranışlarını gösterdi. Babası bir dalga görüngüsünün (katot ışınları) tanecikler bağlamında açıklanabileceğini göstermişken, oğlu da babasının belirlediği taneciklerin dalga özelliği taşıdığını ileri sürüyordu. Bu kitapta elektronun öyküsü ilk defa ayrıntılarıyla anlatılıyor.
Doğa Hakkında
– Parmenides, Çev. Y. Gurur Sev, Pinhan Yayıncılık, 2015, 72 s.
Sokrates-öncesi dönemin Elealı filozoflarından Parmenides, Diogenes Laertius’a göre geride sadece bir eser bırakmıştır. O eser de Doğa Hakkında ismini verdiği didaktik bir şiirdir. Günümüze sadece yaklaşık 150 dizesi ulaşan bu şiir, varlık-hiçlik, hakikat-sanı, birlik-çokluk ayrımları hakkında Batı felsefe tarihinin dikkate değer ilk metni sayılabilir. Şiir, Helios’un (Güneş’in) kızlarının Parmenides’i Adalet Tanrıçası “ceza yağdıran” Dikê’ye götürdükleri mistik bir yolculuğu anlatır ve bu yolculuğun sonunda Dikê Parmenides’e hakikatten, fanilerin aldanışlarından ve karşıtların birliğine inananların içinde bulunduğu gafletten bahseder.
Bilimsel Bakış
– Bertrand Russell, Çev. Funda Sezer, Say Yayınları, 2015, 256 s.
Bu kitapta Bertrand Russell bilimin ne olduğunu açıklıyor, bilimi din ile sanat gibi öteki bilme biçimlerinden nelerin ayırdığı üzerinde duruyor ve bilimsel toplumun geleceğiyle ilgili öngörülerini paylaşıyor. Russell’a göre bilim belli olguları birbirine bağlayan genel yasaları araştırır, bu anlamda, ancak soyut ve hayali bilgilere ulaşabilen diğer bilme biçimlerinden üstündür. Bilim, teknik aracılığıyla insanı daha güçlü bir varlığa dönüştürür. İnsan bu gücü çevresi ve kendisi üzerinde kullanmaktan hiçbir zaman kaçınmamıştır. Russell eğer insanlık bilim yolunda ilerlemeye devam edecekse, bu güç kullanımının geleceğin bilim toplumunda ne tür olumlu ve olumsuz sonuçlar doğurabileceğini bir “ütopya” tasviriyle tartışır. Bu “ütopyanın” pozitif mi yoksa negatif mi olduğu sorusunu yanıtlamayı okura bırakır.
Sosyal Bilimler Ne İşe Yarar?
– Kolektif, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2015, 247 s.
2013 Bahar Döneminde, Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Bilimler Kulübü, yedi oturumluk bir atölye düzenledi. “Sosyal Bilimler ‘Ne İşe Yarar?’” başlıklı atölyenin temel amacı, bir yandan farklı disiplinlerin kendi eleştirisini yapmasına imkân vermek, diğer yandan da disiplinlerarası bir eleştirinin mümkün olup olmadığını araştırmaktı. Felsefe, tarih, sosyoloji, psikoloji, siyaset bilimi, iktisat, edebiyat bölümünden hocaların ve farklı bölümlerden öğrencilerin katılımıyla yapılan atölye çalışmalarında, genel olarak akademik dünyanın sorunları ve toplumsal sorunlara ve dönüşüme sosyal bilimlerin nasıl yaklaşabileceği konuşuldu. Bu atölyeden doğan birikim kitaplaştı; şimdi okuyucusuyla buluşuyor. Atölyeye katılan isimler şunlardı: Yıldız Silier, Murat Baç, Vangelis Kechriotis, Fikret Adaman, Yahya Madra, Erol Köroğlu, Zeynep Gambetti, Ayfer Bartu Candan, Meltem Ahıska, Barış Büyükokutan, Esra Mungan.
Pratik Etik
– Peter Singer, Çev. Nedim Çatlı, İthaki Yayınları, 2015, 472 s.
Peter Singer, yayımlandığı günden itibaren ses getiren bu kitapta, gündelik hayat ve etik konusunu tarafsızca ve açıkgörüşlülükle tartışıyor. Hemen her gün karşımıza çıkan etik meseleleri ele alıyor: Yoksulluk içinde yaşayan insanlara yardım etmek yerine, paramızı eğlenceye harcamak doğru mu? Beslenme amacıyla yetiştirilen hayvanlara “et üretim makineleri” muamelesi yapmak haklı görülebilir mi? Yürümek, bisiklete binmek ya da toplu taşıma araçlarını kullanmak varken, gezegeni ısıtan sera gazlarını salan arabaları kullanmak doğru mu? Bunun dışında yazar, kürtaj ve ötenazi gibi günümüzün tartışmalı konuları üzerine de eğiliyor.
Rasyonalist Bağlanma
– Gaston Bachelard, Çev. Alp Tümertekin, İthaki Yayınları, 2015, 216 s.
Bachelard, epistemoloji ve rasyonalizm üzerine düşünceleri şöyle ifade eder: “Birçok kez deneyimlenmiş olan, iyi bilinen, sadıkane, kolayca, hararetle yinelenen şey, rasyonel ve nesnel tutarlılık izlenimi uyandırır. Rasyonalizm de hafif bir okul tadı vermeye başlar… Bunun için, ince girişimlerde bulunup, aklın yalnız kendi yapıtından kuşku duymasına değil, etkinliklerinin her birinde kendini sistemli biçimde bölmesine de yol açmak gerekir. Kısacası, insan aklına kabına sığmazlık ve saldırganlık işlevini geri vermek gerekir.”
Fransız düşünür ve doktor Georges Canguilhem, Gaston Bachelard’ın rasyonalizminin rahatlatıcı bir rasyonalizme karşı çıkmak olduğunu söyler; hatta Bachelard kendi rasyonalizmini ayırt etmek için “rasyonalizm-üstücülük” terimini icat etmiş, sistematik biçimde bölünmüş aklın saldırganlığını akla karşı kullanmıştır.
İyinin Egemenliği
– Iris Murdoch, Çev. Tuğba Gülal, Ayrıntı Yayınları, 2015, 112 s.
İster klasik ister çağdaş olsun, felsefenin sorunları çoğu zaman karışık bir düzlemde tartışılır ve felsefe, bu tartışmaya her zaman açıktır. Iris Murdoch, insanın talepleri ve istekleri üzerinden, felsefenin temel sorunlarını tartıştığı bu makalelerde, kendi gerçeğini, “iyi”sini aramaktadır. Bunu yaparken de varoluşçuluktan davranışçılığa, psikoloji ve psikanalitikten Marksizm’e, Platon’un Devlet’ine atıfta bulunur. Ahlakın kavramlara, özellikle “iyi”ye yaklaşımını değerlendirmeye, yeniden adlandırmaya ve korkusuzca tartışmaya çalışır Murdoch; buna Tanrı da dahildir. Yeni bir yön, yeni bir çıkış yolu arar. İyinin Egemenliği, bu çıkış yolunun felsefeyle birlikte olacağını anlatan zihin açıcı bir kitap.
Dünyanın Sefaleti
– Pierre Bourdieu, Çev. Kolektif, Heretik Yayıncılık, 2015, 955 s.
1990’lı yılların başlarından itibaren 3 yıl boyunca, Bourdieu’nün yönetiminde bir araştırma ekibi, toplumsal sefaletin çağdaş veçhelerinin izinde Fransa’yı boydan boya arşınlar. Amaç, neoliberal kasırga altında acı çeken Fransa’yı konuşturmak, şimdiye dek söz hakkı tanınmamışlara bu hakkı vermektir: banliyöler, kenar mahalleler, göçmenler, gençler, işçiler, sendikalar, memurlar, esnaflar, polisler, öğretmenler, yargı mensupları, öğrenciler, emekliler, işsizler, çiftçiler… Bourdieu, bilinen tüm standart yöntemleri, sıradan yöntem kitaplarının kuru tasniflerini bir kenara bırakıyor. Bilimin karmaşık ve mesafeli dilinin, bu insanların ıstırap, öfke ve isyanını olduğu gibi aktarmada yetersizliğini gösteriyor. Başka bir sosyoloji pratiği sunuyor. Kitabın çevirmenleri şunlar: Aslı Sümer, Baran Öztürk, Hatice Esra Mescioğlu, Laçin Tutalar, Levent Ünsaldı, Özlem Akkaya, Özlem İlyas, Zeynep Baykal.
Faşistler
– Michael Mann, Çev. Ulaş Bayraktar, İletişim Yayıncılık, 2015, 565 s.
Michael Mann, faşist harekete katılan kadın ve erkeklerin ayrıntılı analizlerine yönelerek faşizm hakkında yeni bir teori geliştirmeye çalışıyor. Faşizmin başat siyasal ideoloji haline geldiği altı Avrupa ülkesindeki -İtalya, Almanya, Avusturya, Macaristan, Romanya ve İspanya- faşistlerin sahip oldukları inançlara ve katıldıkları eylemlere odaklanıyor, bireylerin faşist olma motivasyonlarını inceliyor. Modern toplumdaki çatışmaların özellikle sınıf çatışmalarının yarıklarında, faşizme serpilme fırsatı veren sorunların, ulus-devletin en aşırı biçimi olan faşist devletlerde dönüştüğü şekli ele alıyor. Sosyal sınıflar arasındaki sorunların yansıtılma biçimi olarak şiddetin, hangi mekanizmalarla toplumları ele geçirebildiğini gözler önüne seriyor. Faşistler, yalnızca bir ideolojiyi tartışmayı değil, ideolojinin taşıyıcılarını da etraflıca hesaba katmayı öneren kapsamlı bir eser.
Dünden Bugüne Aile, Kent ve Nüfus
– Ferhunde Özbay, İletişim Yayıncılık, 2015, 352 s.
Türkiye’nin 1980’lerden günümüze geçirdiği değişim sosyal, kültürel, iktisadi ve tarihsel sonuçlar üretiyor. Toplumsal yaşamda bu değişimleri ve yarattıkları etkiyi görmek mümkün. Sosyolog Ferhunde Özbay’ın 30 yıllık bir dönemi kapsayan makalelerinin derlendiği bu kitap, yaşanan değişim ve dönüşümü kavrama imkânı veriyor. Bu çalışmalarda sınıf, cinsiyet, iktidar ve emek bir arada tarihsel bir perspektif içinde yer buluyor. Her biri ayrıntılı çalışmalar ve alan araştırmalarıyla geliştirilmiş makaleleri, nüfus sosyolojisini eleştirel demografiyi de içerecek şekilde ele alan perspektifleriyle Ferhunde Özbay’ın literatüre katkısının da etraflı bir dökümünü sunuyor.
Antik Kentler
– Antik Yakındoğu, Mısır, Yunan ve Roma’da Kentsel Yaşamın Arkeolojisi-, Charles Gates, Çev. Barış Cezar, Koç Üniversitesi Yayınları, 2015, 608 s.
Bu kitapta antik Yakındoğu, Mısır, Yunan ve Roma’nın kent ve medeniyetleri arkeolojik bakışla sunuluyor. Odak noktası kentsel merkezler olan kitapta mimari ve diğer maddi kalıntılar, tarihsel ve sosyoekonomik bağlamlar, buralarda yaşamış insanların deneyimleri ele alınıyor. Charles Gates, Yakındoğu’nun MÖ dokuzuncu ve altıncı binyıllarda ortaya çıkışından MS dördüncü yüzyılın başlarında paganlığın sonlarına dek kentsel merkezlerin izini sürüyor. Modern Pakistan’daki İndus Vadisi’nden Batıda İngiltere’ye kadar uzanan, Pers İmparatorluğu’nun denetiminde olup Büyük İskender tarafından fethedilen bölge ile Roma İmparatorluğu’nun en geniş halindeki topraklarının birleşimi olan bir alanı inceliyor.
Malumun İlanı
– Kadın Emeğinin Saklı Yüzü: Ev İçi Bakım Emeği-, Özge Sanem Özateş, Nota Bene Yayınları, 2015, 272 s.
Norm olarak erkeği kabul eden, kadını ve onun emeğini ise değersiz ve ikincil gören cinsiyetçi işbölümünün olduğu bir sistemde ev içi işlerin sorumluluğu, pek çok kadını zamansal ve mekânsal olarak sınırlamakla birlikte, değersiz ve etkisiz görülür. Cinsiyetçi işbölümü, bilhassa iktidarların muhafazakâr söylem ve pratiklerle desteklendiği rejimlerde tüm gücüyle varlığını sürdürerek, ailenin idealize edilmesine, kadının anne ve eş olarak konumlanmasına ve dolayısıyla hem kültürel hem politik hem de ekonomik olarak hane içine hapsedilmesine neden olmaktadır. Böylece bu rejimlerde kadını, toplumsal yaşamın değil, ailenin bir parçası sayan söylem ve pratikler, kadını giderek yurttaş kategorisinin dışına taşımaktadır. Bu kitap bilinen bir gerçeği ortaya koyarak yeni bir siyasal ufka işaret etmek arzusundadır.
Gıda Krizi
– Tarım, Ekoloji ve Egemenlik-, Abdullah Aysu, Metis Yayıncılık, 2015, 312 s.
Köylüsüz, çiftçisiz bir tarım mümkün mü? Uzunca bir süredir kapitalist olsun, reel sosyalist olsun modern devletlerin anlattığı bir hikâyeye inandırılmış haldeyiz. Bu hikâyeye göre tarım, “cahil” köylülerin elinden kurtarılarak uzman teknisyenlerin çalıştığı “kurumlara” (şimdi artık “şirketlere”) havale edilecek, böylece verimlilik kat kat artacak, insanlığın “gıda” diye bir sorunu kalmayacaktı. “Kalkınma”, “gelişme” ya da “modernleşme” denen şey de, her zaman açıkça ifade edilmese de aslında köylü nüfusun düşürülmesine bağlı bir nicelikti. İnsanlığın kurtuluşu köylülükten kurtuluş olacaktı; gıda üretimi de artık mucizevi zirai ilaçlar, suni gübreler, tohum ıslahı için genetik müdahaleler, HES odaklı sulama teknolojileri ve makineleşme sayesinde patlama yapacaktı.
Dünya çiftçilerinin örgütü La Via Campesina’yla yakın işbirliği içinde olan Çiftçi Sendikaları Konfederasyonlaşma Platformu’nun sözcüsü Abdullah Aysu işte bu masalın sonuçlarını ele alıyor. Dev kapitalist şirketlerin hâkimiyeti altındaki gıda üretiminin yol açtığı küresel krizi ve Türkiye’deki yansımalarını üç ayaklı bir perspektifle, tarım, ekoloji ve egemenlik arasındaki ilişkileri odağa alarak inceliyor. Aysu, bütün bu tahribata karşı etkili olabilecek mücadele yollarını ele alıyor: Dünya çiftçileri tarafından geliştirilen “gıda egemenliği” kavramını ve “Bilge Köylü Tarım Tarzı”ndan ilhamla geliştirilebilecek, kapitalist teknokrasiye alternatif gıda üretim, dağıtım ve tüketim yollarını araştırıyor.
Kısmen bildiğimiz gerçekleri tam olarak öğrenebilmek için ideal bir kitap: yediğimiz ekmeğe, kendi hayatlarımıza, çocuklarımızın geleceğine dair bir kılavuz.