2014 senesinde yayımlanan Sapiens isimli kitabıyla 40 dilde pek çok okura ulaşan ve ülkemizde de çok satanlar listesinin başına oturan tarihçi Yuval Noah Harari, bu kitabında Homo sapiens’in biyolojik evriminden kültürel evrimine, günümüze kadar gelen hikâyesini anlatıyordu. Yine Kolektif Kitap’tan Aralık 2016’da çıkan HomoDeus ise insanlığın geleceğine ışık tutmaya çalışıyor.
Sanayi Devriminden bu yana türümüzün birkaç yüzyılda yaşadığı hızlı değişim, binlerce yıl var olan sorunlarımızın niteliğini kökten değiştirdi. İnsanlık, diğer bütün canlı türleri gibi mesaisinin önemli bir bölümünü beslenmek için gerekli av ve meyveleri aramakla geçirirdi. Oysa bugün, tarihimizde ilk defa çok yemekten ölen insanların, beslenme yetersizliğinden ölenlerin sayısından fazla olduğu bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu belirtiyor yazar. 2014 itibariyle aşırı kilolu 2,1 milyar insana karşılık yetersiz beslenen 850 milyon kişi!
1300’lerde Avrasya’da 75 ila 200 milyon insanın hayatına mal olan Kara Veba’nın yaptığı gibi Amerika’daki yerli nüfusunun yüzde 90’ını da Avrupalıların taşıdığı mikrobik hastalıklar öldürmüştür. Bugün ise modern zamanların en ciddi hastalığı olarak tanımlanan Ebola’nın bir buçuk yıl içerisinde ortadan kaldırıldığı ilan edildi. Toplam kayıp ise tüm dünyada 11 bin kişi ile sınırlı kaldı. Yazar, beslenme yetersizliği sorununun ortadan kalkmasına ek olarak onun kadar temel olan mikrobik sorunların da günümüzde ciddi bir problem teşkil etmediğini düşünüyor.
Sorunlar medeni dünyamızda farklılaşıyor. Örneğin en yakıcılarından biri sigorta fonlarında kendini gösteriyor. Azalan ölümler ve uzayan yaşamlar artık sigorta fonlarının emeklilik masraflarını karşılayamamasına neden oluyor. Haliyle emeklilik yaşı yükseliyor. Sağlık fonları ciddi krizler yaşıyor. Nüfusumuz her 40 senede bir ikiye katlanarak logaritmik bir artış gösteriyor ve artık ikinci bir dünyaya ihtiyaç olduğundan bahsediliyor. İnsanlık, modern anlamda da tarihinde hiç yüzleşmediği sorunlarla boğuşuyor. Daha 20 sene önce çevirmeli telefon kullanan bizler, bilimkurgu filmlerinden fırlamış gibi cebimizdeki akıllı telefonlarla görüntülü konuşma yapabiliyoruz. Yeni sorunlarımızı çözemeden ve hatta henüz algılayamadan daha yeni ve katmerli sorunlara gebe kalıyoruz.
Dijitalleşme olarak anabileceğimiz bu yeni çağda işlerimiz o kadar kolaylaştı ki, bütün banka işlemlerimizi mobil uygulamalar üzerinden gerçekleştirip, online yazılımlar ile iş takibimizi yapıp, kendi dijital arşivlerimizi kurup, tabletimizden oyunumuzu oynayıp, takip ettiğimiz gazetenin internet sitesinden son dakika haberlerini okuyup bunu facebook veya twitter’dan arkadaşlarımızla paylaşıyor, kedimizin sevimli bir videosunu ultra hd kameraya sahip o ufak mobil cihazımızla çekip youtube veya instagram’da anında yayınlayabiliyoruz. Adeta hepimiz dev bir sanal bilgisayarın veri üreten parçaları gibi çalışıyor ve muazzam bir ağ kuruyoruz.
Peki ya gelecekte bizi neler bekliyor? Kitabımızın esas tezleri yazarının Homo Sapiens’teki tespitlerinin özeti denebilecek bu ilk kısımdan sonra başlıyor. İki kısım arasındaki temel fark, ilk bölümün tarihin bir okuması üzerine geliştirilen nesnel tespitler olması, sonrakinin ise geleceğe yönelik kişisel öngörülerden oluşması. O açıdan tartışmaya ve geliştirilmeye açık olduğu söylenebilir.
Kitapta bu dijitalleşme/sanallaşma atılımında yarattığımız en önemli şeyin yapay zekâ olduğu iddia ediliyor. Bildiğimiz gibi çeşitli algoritmalar üzerine inşa edilen bu teknolojik devrim, anında kâbusumuz da olmaya başladı. Robotların ele geçirdiği ve insanlığı yok etmeye çalıştığı Hollywood filmleri ortalığı kasıp kavurdu. Peki gerçekten bu distopya gerçek olabilir mi? Orası hâlâ muallak ama, yapay zekânın insanlığı olmasa da daha şimdiden bazı meslek gruplarını yok ettiği ve gelecekte daha pek çoğunu yok edeceği aşikar.
Yapay zekâ, peşi sıra bazı etik tartışmaları da beraberinde getiriyor. İnsan eliyle de olsa bir zekâya sahip olan, görece bağımsız hareket edebilen, pek çok testte artık insandan ayırt edilemeyen bir sistem insanlaşmış sayılmaz mı? Onun da duyguları yok mudur? İnsan hakları ve hayvan haklarından sonra, acaba yapay zekânın da hakları olacak mı?
İnsan eliyle yaratılan bir sisteme insana yaklaşır gibi yaklaşmanın kulağa biraz garip geldiğini belirten yazar, “En nihayetinde insan da, yapay zekâ da çeşitli algoritmalar üzerinden çalışıyor” diyor. Bir robotun dijital algoritmasına karşılık, insanın evrim sürecinde DNA’sına işlenen algoritma! Bizler de bir bakıma olaylara genetik yapımız çerçevesinde yanıt veriyoruz. Materyallerimiz farklı olsa da, çalışma prensiplerimiz çok yakın. Bu olgu artık o kadar ciddi bir tartışma boyutuna ulaştı ki, felsefi olarak insanın “özgür iradesi” sorgulanır oldu. Bu eleştirel görüşe göre insan, genetik koduna göre hareket eder ve kodu aynı bir bilgisayar programı gibi, ne derse onu gerçekleştirir. Bu da özgür bir iradeden bahsedemeyeceğimiz anlamına gelir. Bu tespit daha pek çok tartışmayı peşinden getiriyor. Özgür bir irademiz yoksa, seçimlerde oy kullanmanın bir anlamı kalır mı örneğin? Pek tabi, bu eğilimlerimizi Google sosyal medya hareketlerimizden tespit edebilir.
Genlerimizdeki ufak değişimler taştan alet yapan Homo erectus atamızdan, yapay zekâ üretebilen biz Homo sapiens’e dönüşmeye yetti. Yapay zekâyla birleşen teknolojimiz; kendini sürekli güncelleyen ve geliştiren insan DNA’sını da üretebildiğinde, türümüzün akıbeti ne olacak? Yeni bir türe mi evrimleşeceğiz? Her şeyi yaratabilen bir “Homo deus”a? Peki herkes bu dönüşümü gerçekleştirebilecek mi? Örneğin sadece zengin bireyler ve toplumlar mı yeni türe evrimleşebilecek? Servet tarihte ilk defa biyolojik bir doğal seleksiyon unsuru haline mi gelecek? Sapiens ile “deus” arasında nasıl bir ilişki olacak? Sapiens’in Neandertallere yaptığını, bu sefer deus, sapiens’e mi yapacak? Yoksa, “Madem Homo sapiens’ler homo deus oldu, neden hâlâ Homo sapiens var?” tartışmasına mı gireceğiz? Bu kitap başlı başına bir gelecek kurgusu tartışmamıza olanak sağlıyor. Anlaşılan o ki, bu gelecek de çok uzak gözükmüyor.
– Homo Deus, Yuval Noah Harari, Çev. Poyzan Nur Taneli, Kolektif Kitap, 2016, 456 s.