Ana Sayfa Tarih Türklerde at ve savaş sanatı – 1

Türklerde at ve savaş sanatı – 1

1603
0

Tarihin kayıtları, zamanın ürünleri yok olup gitmez. Bunlar yeniden tarihin o görkemli sahnesinde yerlerini alabilmek, içerdikleri değerleri sunabilmek için sabırla keşfedilme anlarını beklerler…”

Bundan on yıl kadar önce Frankfurt bitpazarında ilginç bir kitapla karşılaşmıştım, Asiatische Reiterspiele (Asya’da At Üstünde Oynanan Oyunlar), yazarı Carl Diem (Karl Diyem olarak okunur). Carl Diem, dünya spor tarihi konusunda da uzman bir isim. Kitaplığımda spor tarihi konusunda bir başvuru kitabı olan Weltgeschichte des Sports (Sporun Dünya Tarihi) iki cilt halinde durmaktadır. Söz konusu kitabı bitpazarından edindikten sonra onu kısmen okumuş ve eğer zaman elverirse çevirmek için kitaplığımın bir köşesine koymuştum (ne güzel bir terim “elvermek”). İleriki haftalarda bu kitaptan da söz edeceğim, ama itiraf etmeliyim ki sıkı bir aramaya rağmen kitabı henüz kitaplığımda bulamadım.

Bu arada birkaç yıl önce Çin felsefesinin toplumsal temellerine ilişkin bir araştırmaya girişmiştim. Bu araştırma esnasında Çin tarihi konusunda saygın bir isim olan Wolfram Eberhard’ın Geschichte Chinas, Von den Anfaengen zur Gegenwart (Çin Tarihi) adlı klasik eserinde şu cümlelerle karşılaştığımda çok şaşırmıştım: “Sanıldığının aksine Türkler, çok erken bir zamanda süvari birlikleri oluşturmuşlardı ve sonradan (MÖ 5. yüzyılda) Çin’de etkin olan savaş ağalarının hizmetinde savaşacaklardı.”

Çin tarihi uzmanı Alman Sinolog ve etnolog Prof. Wolfram Eberhard.

Birden kafamda şimşekler çakmıştı çünkü bundan birkaç yıl önce Sümerlerle ilgili yaptığım araştırmada, onların at olgusuyla neredeyse hiç karşılaşmadıklarına şaşırmıştım. Oysa birçok insan, amatör tarihçi ve hatta bazı saygın isimler, yıllardır Sümerlerin Türk kökenli olduklarına dair iddialarda bulunmaktadırlar. Şaşırtıcı ama gerçek: insanlık tarihinin en eski metinleri olan Sümer tabletlerinde neredeyse attan hiç söz edilmiyordu. Metinlerde (tabletlerde) sıklıkla eşek geçiyordu; ya da “dağlık bölgesinin eşeği” (aslında at demek isteniyor) ibaresi vardı ama doğrudan at ne toplumsal hayatta ne de savaşta yer alıyordu.

Ayrıca Sümerler, komşu halklar tarafından “kıvırcık ve kara kafalı” olarak nitelendiriliyordu. Orta Asya’dan gelen Türklerse ne kıvırcık saçlı ne de esmerdi. Fakat bu konuyu şimdilik keselim, çünkü bu sorun bir başka yazının konusudur…

Dolayısıyla bütün bu bilgiler ve sorular beni at olgusunu daha derinlemesine araştırmaya sevk etti.

Son bir yıldan bu yana bu konuda birkaç kitap, birçok metin ve inceleme okumuştum. Bunların bir kısmı yabancı biliminsanlarına aitti ama önemli bir kısmı da saygın Türk tarihçilerinin ve araştırmacıların yazdıklarıydı. At meselesini, daha doğrusu Türklerle atın ilişkisini kavrayabilmek için hurafelere değil, gerçeklere bakmak gerekiyordu. Türkler söz konusu olunca da gözden geçirilmesi gereken alan, Türk kavimlerle kapı komşu olan Çinlilerin, daha doğrusu birçok tarihsel metinde görüldüğü gibi Türk- Çin ilişkisinin tarihiydi.

Şimdi yeniden Çin tarihine dönelim…

Çin tarihinde dönemeçler

19.yüzyılın sonundan bu yana (tarihçiliğin ve arkeolojinin ivme kazandığı dönem) Çin tarihinin en eski dönemlerini inceleyen tarihçileri ve uzmanları en çok sıkıntıya sokan sorun, MÖ 3. binyıllara ait herhangi bir kesin kaydın olmamasıydı. Fakat yazılış tarihi (içerdiği bilgiler değil, fakat kayda geçme tarihi) MÖ 5. yüzyıl olan birçok Çin belgesinde, felsefi ve edebi metinlerde eski döneme ait yarı-fantastik bilgiler yer almaktadır. Bu bilgilerin daha geriye gidememesinin esas nedeni, Çin’in MÖ 221 yılında despot bir hükümdar tarafından bir çatı altında birleştirilmesinin ardından eskiyi anlatan bütün metinlerin (sadece tarım ve mühendislik konulu olanlar hariç) yakılmış (metinleri yakmayan aydınlar ise idama mahkum edilmişti) olmasıdır. Dolayısıyla, elde herhangi bir kayıt olmayınca Batılı araştırmacılar da eski Çin’e ilişkin birçok bilginin hurafe olduğunda ısrar etmiştir.

Shang Hanedanı hükümdarlarından Kral Tang.

Ne zamana kadar? Ta ki talih Çinlilerin yüzüne gülene kadar…

Bundan yüz 30 yıl önce (1898) sıtma hastalığına yakalanan Pekin Üniversitesi rektörü Wang Yirong, o dönemde yaygın olan bir gelenekten hareketle, kötü ruhları kovmak için ilacına katmayı düşündüğü bir hayvan kemiği fosilini satın alabilmek için eczanenin birine başvurur. Çin’de her büyük eczanede bulunabilen bu fosillere “ejderha kemiği” deniyormuş. Profesör Wang, fosilin üzerinde bir takım işaretler gördüğünde, bunun eski bir Çin yazısı olduğunu hemen anlamış. Çünkü Profesör Wang, aynı zamanda bir eski Çin yazısı uzmanıymış. İyileştikten kısa bir süre sonra arkeolog arkadaşlarıyla birlikte fosillerin bulunduğu Anyang (eskiden Yin) köyünü ziyaret etmiş ve üzerinde yazı ve işaretler bulunan yüzlerce kemik fosilleriyle Pekin’e dönmüş. Bu keşif, sadece tam 70 yıl sürecek olan yeni bir kazı çalışmasının değil, ayın zamanda modern Çin arkeolojisinin de temellerini atmış.(1)

Nitekim 1928-1937 yılları arasında sürdürülen arkeolojik çalışmalar, başka önemli bulgular da ortaya çıkarmıştı.(2) Ancak balığın büyüğü 1976 yılında ağa girecekti: bir demir yolu inşaatı sırasında işçiler, tarih yazımını değiştirecek önemli bir kalıntıyı, Shang Hanedanı’nın (MÖ 1700-1100) başkenti olan Yan’ı (sonradan Yinxu) ortaya çıkarmışlardı.

Böylece biliminsanları, Çinli metinlerde yer verilen ama kanıtlanamayan birçok bilgiyi (hanedanlar, krallar, mezarlar, paralar, metinler, kıymetli eşyalar, dini ve toplumsal gelenek ve uygulamaları açıklayan belge ve bulgular vb.) doğrulatabilmişlerdi.

Geç Shang Hanedanı krallarından Wu Ding döneminden kalma üzerinde yazı ve işaretler bulunan kemiklere bir örnek.

En önemli soru şuydu: mademki Shang Hanedanı’nın varlığı gerçekti, o halde onlar nasıl ve kim tarafından yıkılmışlardı?

Batılılara göre Çin tarihi, Chou Hanedanıyla başlar ve geçmişi tahminen MÖ 1000’li yıllara kadar gider. Bu bilgilere ilişin kayıtlar vardır ve bilgiler neredeyse kesindir. Ancak Shang Hanedanı’nın varlığı kesinleştirilince, o zaman kayıtlarda adı geçen efsanevi hükümdarların (Sarı Hükümdar vb.)(3) ve Konfüçyüs tarafından övgüyle bahsedilen ve her şeyin düzgün, yolunda ve yörüngesinde olduğu altın çağın da gerçek olması gerekirdi. Bu sorun bizi Çin ütopyalarına kadar götürür ki bu da bir başka yazının konusudur…

Shang Hanedanı’nın ömrü MÖ 1750’den 1050’e kadar sürmüştü.(4) Batıda yer alan Choular (Eberhard ve diğer önemli tarihçiler, bunların Türk ve Tibetli kavimlerden oluştuklarını ileri sürmektedir) vasal olarak bağlı oldukları Shang Hanedanı’nı yıkarak kendi hanedanlarını kurmuşlardır.(5) “Choular” adlarını Ch’in Dağı’nın eteklerindeki ovadan almaktadırlar.(6)

Böylece “hakiki” Çin tarihi de (feodal imparatorluğun ilk nüvesi) başlamış oluyordu.

Chouları, Shang Hanedanı’ndan daha güçlü kılan üç özellikleri vardı:

1) Toplumsal düzen açısından medeni Shanglılar, henüz ataerkil bir toplumsal konuma geçememişlerdi. Katı örgütlenmiş çoban Choular ise önlerine çıkan her şeyi yıkarak yeni bir düzen kurma motivasyonuna sahiplerdi. Shang Hanedanı Çin’de yüksek bir kültür yaratmıştı. İncelmiş görgü kuralları, yazı kültürü, konuşma adabı, lüks tüketim ve yaşam tarzı, kültür ve sanat etkinlikleri ve kelime hazinesi açısından Choulara önemli bir birikim devretmişti. Shanglılarla Chouların ilişkisini kısmen İran’ı fetheden Arapların durumuna benzetebiliriz.(7)

2) Tarım üretiminin bir ifadesi olan animist-şamanist bir din anlayışına sahip Shanglıların tanrısı, bitkilerin gövermesini sağlayan barışçıl bir tanrıydı; buna karşın Chouların tanrısı ise her şeyi belirleyen “adil” Gök Tanrısı’ydı.

3) Kentlere sıkışmış, oldukça uygarlaşmış Shanglılara karşın göçebe-çoban bir hayat süren Chou savaşçılarının yaşamı, esas olarak at üstünde ve bozkırlarda şekillenmişti. Neredeyse savaş, onların kaderi haline gelmişti. Yerleşik hayatın gereği olan tarımla uğraşmıyor, sabit bir yerde yaşamıyorlardı. Bunda kuşkusuz alışkanlıkların da rolü vardır, ancak esas neden batıdan gelen kavimlerin sürekli baskı, saldırı ve tazyikidir ki bu yüzden onlar doğuya doğru, verimli bölge ve topraklara doğru hareket etmekteydiler. Savaşta Choular üstün çıkmışlardı, çünkü onlar tarihte at olgusuyla en çok haşır neşir olan kavimlerin başında geliyorlardı. Hızlı hareket ediyor ve hareketli bir savaş taktiği uyguluyorlardı.

Choular tarihte at olgusuyla en çok haşır neşir olan kavimlerin başında geliyorlardı.

Gerçi Shang Hanedanı dönemine ait mezarlardan da görüleceği gibi, Çin’de at ve at arabası biliniyordu, bunlar savaşlarda da kullanılıyordu ama henüz o tarihlerde Mezopotamya ve Mısır’da görüldüğü ve savaşların kaderini belirlediği kadar yaygın değildi. Bunların savaşta etkin ve bütün Çin’de yaygın olarak kullanılabilmesi için aradan bir beş yüz yılın daha geçmesi gerekliydi.

Gerçi Çin uzmanı Eberhard, Shang döneminde kullanılan at arabalarının menşeinin de, daha doğrusu bunların Batı Asya’dan Çin topraklarına ulaşmasının da Türk kavimler tarafından sağladığını belirtmektedir; ve kanıt olarak da şunu ileri sürmektedir: “O dönemlerde Çin’de yaygın bir at üretiminden bahsetmek mümkün değildi. Çinlilerin kullandıkları iyi atlar Türk kavimlerden, Moğol ve Tibetlilerden temin edilmektedir.”(8)

Çin’e kendi yetiştirdikleri atlarıyla hızlı hareket kabiliyetine sahip çoban kavimler, tarihte birçok fetihçi kavmin başına geldiği gibi, kısa bir süre sonra daha yüksek bir kültürel birikime sahip olan yenilmiş kavmin kültürü tarafından asimile edilmişlerdir. Zamanla Choular, Shang Hanedanı’nın uyguladığı birçok kuralı değiştirecek (özellikle dini törenler ve uygulamalar) ama aynı zamanda birçok kuralı da (esas olarak devlet yönetme sanatı) olduğu gibi devam ettirecekti.  Kurdukları askeri garnizonlara sıkışıp kalmışlar, etrafları yerli halkla çevrilmişti. Birkaç yüz yıl sonra onlar da kuzeyden gelen başka kavimler tarafından yenilgiye uğratılacak, Çin’de savaş ağalarının önemi artacak ve feodal beylikler öne çıkacak sonra da en az beş yüz yıl sürecek olan “Savaşan Devletler Dönemi” başlayacaktı. Bu arada her devlet ve beylik, bütün ülke sathında etkin olabilmek için Türk ve Moğol kökenli savaşçı birlikler (süvariler) istihdam edecekti.

Savaş arabası ve at üstünde savaşma sanatı kısmen biliniyordu, ancak Türk kavimlere özgü olan yeni bir savaş sanatı devreye girmişti: kendi içinde disiplinli, belli bir strateji ve taktiğe bağlı hareket eden süvariler; dörtnala koşan, hendek ve engeller üzerinden atlayan, başka hayvanlarla çarpışmaktan korkmayan, dış gürültüden ürkmeyen ve sahibinin komutasında hızla hareket etmeye devam eden atın üzerinde dönerek yana kayarak ok fırlatma sanatı yeniydi ve birçok alanda ve dönemde savaşın kaderini belirler hale gelmişti. Çin’in bütün bölgelerine yayılan süvari birlikleriyle birlikte, süvarilerin giyim-kuşamı da değişikliğe uğramıştı; en önemlisi de savaşlar daha hızlı, daha kesin sonuç alıcı hale gelmişti. Bunun yanı sıra savaşların yoğunluğu ve savaşa katılan profesyonellerin sayısında olağanüstü bir artış gözlemlenmişti. Dizginin, gemin, üzenginin keşfi ise bir başka olgudur ve birbirine bağlı olmakla birlikte birbirinden çok uzak ve farklı dönemlerin keşfidir.

Şimdi bu durumda at olgusuna, Türklerin atla olan ilişkisine bakmamızda yarar var.

Ama bunu da gelecek hafta inceleyeceğiz.

Dipnotlar

1) K.C Chang, Die Beginnings of Chinese Civilization, Foreign Language Teaching and Research Presse, Beijing, 2011; http://german.china.org.cn/travel/traveltips/txt/2006-10/17/content_2266499.htm (12.03.2018)

2) Kazı çalışmalarının başında bulunan Profesör Li Chi, bölgede 100’e yakın tunç nesne, 25 bin civarında eski yazı içeren kemik parçaları bulmuştu. Aynı zamanda Shang Hanedanı döneminde uygulanan dini törenlere, insan kurban etme geleneklerine dair birçok bilgiyi de gün ışığına çıkarmıştı. Ne yazık ki kazı çalışmaları Çin-Japon savaşı nedeniyle devam ettirilememişti. Bunun için yeniden Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulması beklenmiştir. Bkz. Tim Murray, Milestones in Archaeology: A Chronological Encyclopedia, ABC-CLİO, California, 2007 s.389; K.C Chang, Die Beginnings of Chinese Civilization, Aynı yerde.

3) Antony Christie, Chinesische Mythologie, E. Vollmer Ver., Wiesaden, 1968, s.16.

4) “Shanglılar” kendilerini bu terimle anmazlardı, onlar kendilerine “Yin” derlerdi ki bu terim sonradan Choular tarafından kullanılmıştır.[4] Bugün bile Çincede “shang” tüccar anlamına gelmektedir. Sanırız Chouların bunu, “kendi çıkarlarına düşkün”, “çıkarcı” belki de “güvenilmez” ve “hilekâr” anlamında kullanmışlardır.

5) Chou Hanedanını oluşturan kral ailesi Türk kökenli olmakla birlikte saflarında birçok farklı kavimden (Moğol ve Tibet) savaşçı da barındırıyordu. Bazı kaynaklar Chouların Shang Hanedanına bağımlı olduklarını iddia etmekle birlikte buna ilişkin sağlam kanıtlar ileri sürememektedirler. Peter Opitz, ise sanıldığı gibi Chouların hiçbir zaman Shang Hanedanına bağımlı olmadıklarını ileri sürmektedir, Chinesisches Altertum, s.18; bkz. Wolfgang Eberhard, Geschichte Chinas, s. 28; Die Weltgeschichte, Bd.1, s.709.

6) Peter J. Opitz, Chinesisches Altertum und konfuzianische Klassik, List Verlag, München, 1968, s.18.

7) Bkz. Opitz, Age, s.18.

8) W. Eberhard, Geschichte Chinas, Kröner Verlag, Stuttgart, 1971, s.58.