Ana Sayfa Bilim Gündemi Hukuk… huku… huk… hu!

Hukuk… huku… huk… hu!

198
0

Ender Helvacıoğlu

Hukuk siyasetin köpeğidir. Genel anlamda -tarihsel ve felsefi açılardan- doğrudur bu tespit. Ama bu kadarıyla bırakırsak, çok devrimciymiş gibi gözüksek de, bir şey söylemiş olmayız, dahası umutsuzluk ve hareketsizlik yaymış oluruz. Çünkü bu önermenin kritik sözcüğü “siyaset”tir. Ve siyaset, devletin veya egemen sınıfların yapıp ettiklerinden ibaret değildir. Siyaset, sınıf mücadelesi demektir. Hukuk, sınıf mücadelesi zemininde şekillenir. Sınıflar, güçleri oranında kendi hukuklarını kabul ettirmeye çalışırlar.

Burjuva hukuku veya genel anlamda burjuva demokrasisi denilen şey, burjuvazinin ve onun devletinin topluma bahşettiği kurallar ve yapılar bütünü değildir sadece. Ezilen halkların ve emekçi kitlelerin egemenlere, önce aristokrasiye sonra da burjuvaziye karşı verdikleri mücadeleler ile kazandıkları haklardır aynı zamanda. Burjuvaziye kalsa, ne güçler ayrılığı, ne parlamento, ne siyasi partiler, ne insan hakları, ne 8 saatlik iş günü, ne sendika, ne grev, ne seçme seçilme hakkı hatta seçim, ne anayasa, ne toplum sözleşmesi, ne laiklik, ne hukuk kalır. Bütün bunlar kanla, canla, mücadeleyle kazanılmışlardır. Emekçilerin kazanımlarıdır ve saldırıya uğradıklarında savunulacaklardır.

O halde hukuk, bir yanıyla da, ezilenler ve emekçiler tarafından egemen sınıflara dayatılmış, mücadeleyle kazanılmış haklardır. Biz bu kazanılmış hukuku savunacağız ve alanını genişletmeye çalışacağız; sadece “köpektir” deyip geçemeyiz.

Bugün ülkemizde Can Atalay olayında bir hukuk mücadelesi veriliyor. Daha doğrusu bir siyasi mücadele veriliyor. İktidarın kazanılmış bir hakka yönelik saldırısına göğüs gerilmeye çalışılıyor. Hukukun değil siyasetin “köpekleştirilmesine” karşı isyan ediliyor. Seçme hakkına, seçilme hakkına, parlamentoya, toplum sözleşmesi anlayışına, insan haklarına vb. karşı bir saldırı yaşanmaktadır ve göğüs gerilemezse artık kimsenin herhangi bir toplumsal güvencesi kalmayacak demektir. Bütün toplumun, hepimizin sorunudur bu. Köleleşmek ve ümmetleşmek istemiyorsak hepimizin sorunudur.

***

Bugün ülkemizde (ve dünyanın pek çok ülkesinde) “düşman hukuku” uygulanmaya çalışılıyor. Düşman hukukunda toplum sözleşmesi yaklaşımı ortadan kaldırılır. Toplum ikiye bölünmüştür: Bir yanda iktidar ve onun egemenlik sistemi (ve yandaşları) vardır, diğer yanda bu sistemin dışında kalan düşmanlar. Düşmanların hiçbir hakkı hukuku yoktur; onlara her şey revadır. Evrensel diye (yani toplum diye) bir şey yoktur; biz ve ötekiler (düşmanlar) vardır. Düşmanlar ya boyun eğerler ya da yok edilirler. Günümüz dünyasında ve ülkemizde böyle bir süreci yaşıyoruz.

Bu durum aslında, sadece modernite öncesine değil uygarlık öncesine dönüş anlamına geliyor. Hammurabi’nin ve Roma’nın hukuk sisteminde dahi o dönemlere özgü toplum sözleşmeleri oluşturulmuştu ve kölelerin bile bazı hakları vardı. Kölelerin, serflerin, ezilenlerin, işçilerin bile hakları vardır, ama düşmanların yoktur. Düşman ya boyun eğdirilir ya da öldürülür, yok edilir. Uygarlık öncesi kabile “hukukudur” bu; “ötekilere” uygulanan hukuk… Elbette buna “hukuk” denmez, “töre” denebilir belki…

***

AKP iktidarı ateşle oynuyor. Kim ki mevcut toplum söyleşmesini ortadan kaldırır, ateşle oynuyor demektir. Böyle bir oyuna kalkışan, toplumun büyük bir çoğunluğunu, en az yüzde 80-90’ını ikna etmeli veya en azından tarafsızlaştırmalıdır. Yoksa bir iç çatışmaya neden olur.

AKP iktidarı toplumun en az yüzde 50’sine karşı savaş açmış durumda; düşman hukuku uyguluyor. Hele Türkiye gibi cumhuriyet kazanımlarını içselleştirmiş geniş kitlelerin bulunduğu bir ülkeye kabile “hukuku”nu, ümmet hukukunu dayatamazsınız. Önünde sonunda kaybedersiniz ve kaybettiğinizde sizi savunacak bir hukuk da bulamazsınız. Düşman hukuku uygularsanız, gün gelir devran döner, siz de bir gün “düşman” olursunuz ve düşman hukuku size karşı uygulanır.

Can Atalay meselesi, sadece bir Can Atalay meselesi değildir. Bu ülkede bir toplum sözleşmesi olacak mı olmayacak mı meselesidir.