İhvan es-Safa, İbn Miskeveyh, İbn Haldun ve Molla Sadra gibi bazı fikir akımlarının ve İslam düşünürlerinin, neredeyse birebir benzer sözcüklerle yinelenen, türler arasında geçiş basamaklarından söz eden ve köken olarak Eski Yunan’a dayanan evrimci yaratılış görüşü, ilk bakışta modern evrim kuramının ön örneği sanılabilir. Nitekim son dönemlerde, kitle iletişim araçlarında ve sosyal medyada İslam filozoflarının evrim konusunda Darwin’i öncelediği yolunda yaygın bir propaganda göze çarpıyor.
İslam filozoflarının, evrimciliği anıştıran yaratılışçı anlayışlarını iyice incelendiğimizde, türlerin oluşumunun kronolojik bir sıraya konulmuş olması dışında, modern evrim kuramıyla hemen hiç ilgilerinin olmadığı açıktır.
Her tür ayrı ayrı Tanrı tarafından yaratılmış
Bu düşünürlere göre, türler arasında bir sıralanış ve ara basamaklar bulunsa da, türleri belirleyen göksel nedenler aracılığıyla Tanrı’dır. Varlıklar arasında bu sıralanış yeni türlerin ortaya çıkmasına, yani modern evrim kuramında gündeme gelen türleşmeye olanak tanıyan bir sıralanış olmayıp, döngüsel bir sıralanıştır ve her tür ayrı ayrı Tanrı tarafından yaratılır. Evrendeki varlıklar en aşağıdaki varlık türünden başlayıp en üst düzeydeki varlık türüne kadar yükselir; en yüksek varlık türünden de en aşağı varlık türüne geri döner. Bu yükseliş ve geri dönüş, varlıkların sahip olduğu yetiler bakımındandır.
Varlık türleri ve yetileri yaratılış sonucu belirlenmiş olup, bir türün ötekine dönüşmesi söz konusu değildir; çünkü bu âlemdeki her varlık türü, daha gerçek olan üst âlemdeki bir ideaya ya da arketipe (ön örneğe) sahip olup, bu ideanın ya da arketipin bir gölgesidir; bu idea ya da arketip onun değişip, bozulmayan suretidir.
Bir başka deyişle, türler kendilerinde var olan bir ilkeden ötürü meydana gelip değişime uğramazlar; onlarda türlük niteliği göksel olan tümel nefsin ya da etkin aklın (vâhibu’s-suver) suretleri vermesiyle oluşur. Bu düşünürler, Tanrı’nın varlıkları belirleyip, kâinatı yarattığında, tamamını aslını tek bir maddeden yaptığını; daha sonra onları ayrı ayrı suretlerle birbirinden ayırdığını, aralarında benzerlik bulunmayan, birbirinden farklı, başka başka cins ve türlere böldüğünü ileri sürmektedirler. Onlara göre, Tanrı farklı türlerin bireyleri arasındaki ilişkiyi güçlendirmiş, hikmetinin kesinliği ve yaratışının mükemmelliği gereği, onlardan önce ve sonra gelenler arasında düzen üzere yetisel temelde aşamalı bir bağ kurmuştur.
Aynı şekilde onlar bu görüşlerine paralel bir biçimde tanrısal bilgeliğe dayanan bir uyum fikri de geliştirmişlerdir. Nitekim onlara göre, her yaratığın evrende uygun bir yeri vardır; diğer varlıklarla uyum halindedir; tıpkı bunun gibi her yaratığın organları ve yetileri de yaratılış hikmetlerine ve ihtiyaçlarına uygundur.
Bu düşünürlere göre, türlerin genel varlıklar düzeni içindeki durumu Tanrı tarafından gerçekleştirilmiş amaçlı bir uyumdur. Dolayısıyla Darwin’in evrim kuramıyla, çevreye uyumla ve doğal seçilimle hiçbir ilgisi yoktur.