Özlem Eren’in “Hemheme”* adlı romanı önümüzdeki ay Bilim ve Gelecek Kitaplığı’ndan çıkacak. Roman, çocukluğunu ve gençliğini 20. yüzyılın başlarında yaşamış bir Anadolu kadınının, Fatma Hanım’ın tuttuğu günlüklere dayanıyor. Okuyacağınız metin Ender Helvacıoğlu’nun, babaannesinin öyküsünü konu alan bu kitaba yazdığı önsözün bir bölümüdür.
Göynüklü Fatma… Bir Anadolu kadını… 20. yüzyılın başında doğmuş, çocukluğu ve gençliği bütün dünyanın karmakarışık olduğu, Anadolu’nun da bu karmaşanın göbeğinde bulunduğu bir dönemde geçmiş. 1. Dünya Savaşı, 600 yıllık bir imparatorluğun yıkılışı, bu yıkımın içinden yeni bir cumhuriyetin doğuşu… Savaşlar, işgaller, ölümler, katliamlar, sürgünler, salgın hastalıklar, kayıp üstüne kayıplar… Bin bir türlü acı. Fakat bunca acının ve yıkımın içinde yine de yeşeren yaşam direnci, çocuk saflığı, gençlik kıpırtısı, tüm tutku, hüzün ve hınzırlıklarıyla aşk… İşte Fatma Hanım’ın ilk 30 yılı.
Bütün bunlar bize çok olağanüstü geliyor ama o dönemde yaşamış herkesin benzer öyküleri vardır. Herkes, az ya da çok etkilenmiştir bu karmaşadan. Doğaldır yani, herkese gelen düğün bayram…
Fakat yine de ben bu kitabı büyük bir heyecanla, kâh şaşırarak, kâh ağlayarak, kâh gülümseyerek bir çırpıda okudum. Çünkü bu kadın, Göynüklü Fatma, Fatma Hanım, benim babaannem: Fatma Helvacıoğlu. Hemheme, babaannemin çocukluğunun ve gençliğinin öyküsü. Yaşlılığını tanıdığım, az da olsa birlikte vakit geçirdiğim, 40 yıl önce 20 yaşındayken yitirdiğim sevgili babaannemin, sadece kırıntılarını bildiğim ama şimdi tüm ayrıntılarıyla öğrendiğim gençlik öyküsü.
Fatma Hanım’ın çoğu benzerinden bir farkı var; bu kitap da o sayede ortaya çıkmış zaten. Anılarını yazmış. Defterler doldurmuş, yazmış da yazmış… Eski Türkçeyle… Sayfalar dolusu içini dökmüş. İşte bu, herkesin yaptığı bir şey değil. İyi ki yapmış…
Babaannemin anı defterlerinin olduğu, bir efsane gibi dolaşırdı bizim -ne yazık ki- birbirinden kopuk büyük ailemizin içinde. Nerededir, kimdedir, amcamda mıdır halamda mıdır, yoksa onların çocuklarında veya torunlarında mıdır bilinmezdi; belki bilinirdi de bilinmezdi… Fatma Hanım’ın bu defterleri ablama (Nilgün Erinç Helvacıoğlu) bırakmak istediği söylenirdi bizim çekirdek ailede. Ama ablam da yaklaşık 40 yıl önce Kanada’ya yerleştiği için izini sürememişti bu defterlerin. Ben ise kendi derdimdeydim, yani devrimin peşindeydim, kopuktum aileden.
Ama bu defterler yıllar boyu sandıklarda, çekmecelerde kaldıktan sonra sonunda Özlem Eren’in eline geçmiş. Tesadüf değil elbet. Özlem de aileden. Fatma Hanım, Özlem’in halası. Ah, bizim kopuk ailemiz… Özlem’i uzaktan duymuşluğum vardı ama hiç tanımamıştım. Fatma Hanım tanıştırmış oldu bizi, ölümünden 40 yıl sonra… Şimdi o halasının anılarının yazarı, ben de babaannemin anılarının editörü ve yayımcısı…
Güzel bir adrese gitmiş defterler. Kıymetini bilebilecek bir adrese. Özlem, bir araştırmacı gazeteci… Bu anı defterleri ciddi bir araştırma gerektiriyor; olayların geçtiği mekânları tanımak, tarihlerini araştırmak… Özlem bu meşakkatli işi becermiş. Bununla da yetinmemiş, anılara bir edebiyat estetiği de katmış. Anılara sadık kalarak onları bir roman haline getirmiş. Bu da ciddi bir emek gerektiriyor, entelektüel bir emek. Bunlar profesyonel emekler. Bir yönü daha var ki Özlem’in, kıymetini bilebilecek bir adres derken esas onu kastediyorum. Özlem, çok genç yaşta 12 Eylül faşizminin sillesini -çoğumuzdan daha fazla- yemiş bir kadın. Evet, bizim kuşağın “büyük olayı” da 12 Eylül. Öte yandan, yine genç yaşta sevdiklerini yitirmiş bir kadın Özlem. Fatma Hanım’la benzerlikleri var, okuduğunuzda anlayacaksınız. Dolayısıyla bu kitabın sıcacıklığı, sadece anıların yazarından değil romanın yazarından da kaynaklanıyor. Dedim ya, güzel bir adrese gitmiş defterler. Fatma’yı anlayabilecek, hissedebilecek bir adrese… Bütün aile adına teşekkür ediyorum ona. Bir kökümüzü ortaya çıkardı; kendimizi de daha iyi anlamamıza aracı oldu.
Kitaptaki anılar babaannem 30 yaşındayken bitiyor. Yani Fatma Hanım’ın çok sevdiği eşi Raşit Bey’i kaybettiği ve üç küçük çocukla bir başına kaldığı döneme kadar sürüyor. Oysa 50 yıl daha yaşadı Fatma Hanım. Tahminim, sonrasını da yazmıştır babaannem. Belki onlar da bir gün ortaya çıkar.
Yaşlılıklarında tanıdığımız insanların gençliklerindeki fırtınalı yaşamlarını, duygularını, aşklarını anlamakta zorluk çekeriz. Yaşlı tanıdıklarımızın gençlik sırları şaşırtır bizi. İster istemez ben de böyle bir duyguya kapıldım bu kitabı okurken. Güzeller güzeli Fatma Hanım’ın öyküsü müdür, yoksa benim babaannemin mi?
Okurlar böyle bir şey hissetmeyecekler. Onlar Göynüklü Fatma’nın hikâyesini okuyacaklar. Ben ise… Seni çok seviyorum Fatma… Seni çok seviyorum babaanneciğim…
(*) Hemheme: (Osmanlıca) 1) Rüzgârın esmesi ile ağaç yapraklarından çıkan sesler. 2) Aslan bağırması.